HÜZÜN YILI Ebu Talib'in Hastalanışı ve Müşriklerin Onunla Konuşmaya Gelişi Ebu Talib nübüvvetin onuncu yılında,[1] Şı'b'dan çıktıktan sonra[2] hastalanıp[3] ölüm döşeğine düşünce,[4] günden güne ağırlaştığını haber alan Kureyş müşrikleri, birbirlerine: "Hamza, Ömer, Müslüman oldu. Muhammed'in işi bütün Kureyş kabileleri arasında yayıldı. Vallahi, onun işimizi elimizden zorla almayacağından emin değiliz! Ebu Talib'e gidelim. O, bizim için, kardeşinin oğlundan bir söz alsın! Bizden de, ona bir söz versin!" dediler ve: 1- Utbe b. Rebia, 2- Şeybe b. Rebia, 3- Ebu Cehil Amr b. Hişam, 4- Ümeyye b. Halef, 5- Ebu Süfyan Sahr b. Harb ve Kureyş eşrafından daha bazı adamlarla gidip Ebu Talib'le konuştular. "Ey Ebu Talib! Biliyorsun ki, sen bizdensin! Gördüğün gibi, ölüm döşeğine de düşmüş, ölüme yaklaşmış bulunuyorsun! Biz senin ansızın ölüvereceğinden korkuyoruz! Bizim aramızla kardeşinin oğlu arasındaki durumu pekâlâ biliyorsun. Kendisini çağır! Bizden onun için alacağın sözü al; ondan da bizim için alacağın sözü al da, o artık bizimle uğraşmaktan vazgeçsin! Biz de onunla uğraşmaktan vazgeçelim! O, bizimle ve dinimizle uğraşmayı bıraksın! Biz de, onunla ve onun dini ile uğraşmayı bırakalım!" dediler. Bunun üzerine, Ebu Talib, Peygamberimiz (a.s.)a haber saldı. Gelince: "Ey kardeşimin oğlu! Bunlar senin kavminin eşrafıdırlar! Sana söz vermek ve senden de söz almak için toplanıp gelmişlerdir" dedi.[5] "Ey kardeşimin oğlu! Senin kavminden istediğin nedir?" diye sordu.[6] Peygamberimiz (a.s.): "Ey amcam![7] Ben onların bir tek kelimeyi söylemelerini istiyorum ki, onlar onunla bütün Araplara hakim olurlar, Arap olmayanlar da kendilerine cizye [vergi] öderler!" buyurdu.[8] Müşrikler, o kelimeden korktular.[9] "Evet! Nedir o kelime?! Babam sana feda olsun. Sen onu bize söyle de, biz onu bir tek yerine on defa söyleyelim!" dediler. [10] Ebu Cehil de aynı sözleri tekrarladı.[11] Ebu Talib: "Ey kardeşimin oğlu! Hangi kelimedir o?" diye sordu.[12] Peygamberimiz (a.s.): "'Lâ ilahe illallah=Allah'tan başka ilah yoktur" derseniz; Allah'tan başka tapmakta olduğunuz şeyleri de söker atarsanız!" buyurunca,[13]müşrikler hemen kalkıp[14] ellerini,[15] elbiselerini[16] çırptılar.[17] "Ey Muhammedi Sen bunca ilahları bir tek ilah mı yapmak istiyorsun? Senin işin şaşılacak şey doğrusu!" dediler. Birbirlerine de: "Vallahi, bu adam istediğiniz şeylerden size birşey verici değildir! Gidiniz! Allah sizinle onun arasında hükmünü verinceye kadar atalarınızın dini üzerinde sebat ediniz!" diyerek dağıldılar. [18] Ebu Talib, Peygamberimiz (a.s.)a: "Vallahi, ey kardeşimin oğlu! Ben senin hiç de haktan uzak birşey istediğini görmedim" dedi.[19] Peygamberimiz (a.s.), Ebu Talib'in bu sözünden, kendisinin Müslüman olacağını umdu.[20] Ebu Talib'in yanına vardığı zaman, Ebu Cehil ile Abdullah b. Ebi Ümeyye orada bulunuyordu. Peygamberimiz (a.s.): "Ey amca! 'Lâ ilahe illallah = Al I a h 'ta n başka hiçbir ilah yoktur' kelime-i tevhidini söyle de, ben Allah katında senin imanına bununla şehadet edebilirim" buyurdu. Ebu Cehil ile Abdullah b. Ebi Ümeyye: "Ey Ebu Talib! Sen Abdulmuttalib'in milletinden (dininden) yüz mü çevireceksin?" dediler. Peygamberimiz (a.s.) kelime-i tevhidi Ebu Talib'e teklife devam ettiği müddetçe, Ebu Cehil ile Abdullah b. Ebi Ümeyye, sözlerini tekrarlayıp durdular. Ebu Talib'in onlara son sözü: "Ben, Abdulmuttalib'in milleti (dini) üzereyim" demek oldu.[21] Peygamberimiz (a.s.): "Ey amca! Sen o kelime-i tevhidi söyle ki, Kıyamet gününde, sana onunla şefaat etmek helalleşir" buy urdu.[22] Ebu Talib: "Vallahi, ey kardeşimin oğlu! Benden sonra, sana ve senin atanın oğullarına sövülmesi ve Kureyşîlerin bunu benim ölümden korkarak söylediğimi sanmaları korkusu olmasaydı, senin gözünü aydın etmek için, söylerdim!" dedi.[23] Peygamberimiz (a.s.): "Vallahi, ben de, Yüce Allah tarafından men olununcaya kadar, senin için muhakkak istiğfarda bulunmaya, yarlıganmanı dilemeye devam edeceğim" buyurdu.[24]Bunun üzerine, inen âyette şöyle buyuruldu: "Gerçekten, sen her istediğini hidayete erdiremezsin. Fakat, Allahtır ki, kimi dilerse, ona hidayet verir ve O, hidayete erecekleri daha iyi bilendir."[25]
Ebu Talib'in Peygamberimiz (a.s.)a Önemli Bir Tavsiyesi Ebu Talib, öleceği sırada, Peygamberimiz (a.s.)ı yanına çağırdı ve: "Ey kardeşimin oğlu! Ben öldüğüm zaman, sen Neccar oğullarından olan dayılarının yanına git! Çünkü, onlar evlerinde, yurtlarında bulunanı koruma gücüne, insanların en çok malik olanlarıdırlar" Dedi.[26]
Ebu Talib'in Vefatı Ebu Talib, nübüvvetin onuncu yılında,[27] Şı'b'dan çıktıktan 5onra,[28] Peygamberimiz (a.s.)in Medine'ye hicretinden üç yıl ünce,[29]Şevval ayının ortasında vefat etti .[30] Vefat ettiği zaman, kendisinin yaşı sekseni aşmış;[31] seksenyediyi,[32] doksanı bulmuştu.[33] Hz. Ali derki: "Babam vefat ettiği zaman, Resûlullah (a.s.)ın yanına gidip: 'Amcan,[34] dalâlet içindeki ihtiyar amcan[35] müşrik olarak öldü!1 dedim.[36] Resûlullah (a.s.) ağladı .[37] 'Git! Onu yıka! Kefenle ve göm![38] Allah onu yarlıgasın! Ona rahmet etsin!' buyurdu.[39] 'Onu kim gömecek?' diye tekrar sordum .[40] Peygamberimiz (a.s.): 'Sen git, babanı göm! Dönüp yanıma gelinceye kadar da, hiçbir şey yapma!' buyurdu.[41] Dediğini yaptım.[42] Babamı gömüp gelince emretti, yıkandım; bana dua etti.[43] Resûlullah (a.s.) günlerce evinden dışan çıkmadı, onun yariıganmasını diledi durdu. 'Allah sana rahmet etsin! Seni yarlıgasın! Allah beni men edinceye kadar, senin için mağfiret dilemeye devam edeceğim' buyurdu."[44]
Hz. Hatice'nin Vefatı Peygamberimiz (a.s.)ın zevcesi Hz. Hatice de; nübüvvetin onuncu yilında,[45] Peygamberimiz (a.s.)ın Medine'ye hicretinden üç yıl önce,[46] Şı'b'dan çıktıktan sonra,[47] Ramazan ayında vefat etti.[48] Ebu Talib'in vefatından üç gün sonra vefat ettiği de rivayet edilir.[49] Hz. Hatice, vefat ettiği zaman altmış beş yaşında idi.[50] Mekke'nin Hacun kabristanına götürülüp gömüldü.[51] Hz. Hatice gömülürken, Peygamberimiz (a.s.) onun kabrinin içine indi.[52] O zaman, cenaze namazı teşri kılınmamıştı.[53] Hz. Hatice İslâm dâvasında Peygamberimiz (a.s.) için sadık bir müşavir ve dert ortağı, sükunet kaynağı idi. Ebu Talib de, Peygamberimiz (a.s.)ın kolu, kanadı, sığınağı, müşriklere karşı savunucusu ve yardımcısı idi.[54] İki musibetin böyle birbiri ardınca gelip Peygamberimiz (a.s.)ın üzerinde toplanması,[55] Peygamberimiz (a.s.)a: "Şu ümmet üzerinde şu günlerde toplanan iki musibetten hangisine en çok yanacağımı bilemiyorum" dedirtecek kadar[56] ağır geldi.[57] Peygamberimiz (a.s.), bu yıla "Hüzün Yılı" adını taktı.[58]
Müşriklerin Peygamberimiz (a.s.)a İşkenceye Başlamaları ve Ebu Leheb'in Peygamberimiz (a.s.)ı Himayesine Alışı Peygamberimiz (a.s.), amcası Ebu Talib'in vefatından sonra, günlerce evinden dışarı çıkmadı.[59] Hep evinde oturdu. Pek az dışarı çıktı.[60]Dışarı çıktığı zaman da, Kureyş müşrikleri,[61] Ebu Talib'in sağlığında[62] yapmak isteyip de yapamadıkları hakaret ve işkenceleri,[63]istediklerini yapmaya başladılar.[64] Nitekim, Kureyş müşriklerinin beyinsizlerinden bir beyinsiz Peygamberimiz (a.s.)ın önünü kesip başına toprak saçmış, Peygamberimiz (a.s.) başı toza toprağa bulanmış olarak evine girmişti. Kızlarından birisi hemen kalkıp Peygamberimiz (a.s.)ın başındaki tozu toprağı ağlaya ağlaya giderirken, Peygamberimiz (a.s.): "Kızcağızım! Ağlama! Muhakkak ki, Allah senin babanı koruyacak, savunacaktır!" demişti. Peygamberimiz (a.s.)ın kendi kendine de: "Ebu Talib ölünceye kadar, Kureyşlilerden, böyle birşey başıma gelmemişti![65] Ey amca! Senin yokluğunda, imdadıma senden daha çabuk koşanı bulamadım" buyurduğunu işittiği; ve müşriklerin Peygamberimiz (a.s.)ı himayesiz bularak işkenceye uğratmaya kalktıklarını gördüğü zaman, Ebu Leheb Peygamberimiz (a.s.)ın yanına geldi ve: "Ey Muhammedi Git! Ne istiyorsan, Ebu Talib'in sağlığında ne yapıyor idiysen, yine yap! Lâfa andol-sun ki, ben ölünceye kadar sana hiç kimse dokunamayacaktır!" dedi. Bir gün, Gaytala'nın oğlu Peygamberimiz (a.s.)a sövüp sayarken, Ebu Leheb çıkageldi. Onu yüzünün üzerine düşürdü. Gaytala'nın oğlu: "Ey Kureyş cemaatı! Ebu Utbe dininden çıkmış!" diyerek bağırmaya ve yaygaraya başladı. Kureyş müşrikleri gelip Ebu Leheb'in üzerine dikildiler. Ebu Leheb onlara: "Ben Abdulmuttalib'in dininden ayrılmış değilim. Fakat, ben kardeşimin oğlunu yapmak istediği şeyi yapıncaya kadar koruyorum" dedi. Müşrikler: "Güzel ve iyi etmişsin!" dediler. Peygamberimiz (a.s.), böylece, bir müddet, Ebu Leheb'in korkusundan hiç kimse sataşmaz olduğu halde, gider gelir oldu. Bir gün; Ukbe b. Ebi Muayt ile Ebu Cehil Amr b. Hişam Ebu Leheb'in yanına giderek, ona: "Kardeşinin oğlu sana babanın nereye girdiğini haber verdi mi?" diye sordular. Bunun üzerine, Ebu Leheb: "Ey Muhammedi Abdulmuttalib'in girdiği yer neresidir?" diye sordu. Peygamberimiz (a.s.): "O, kavmi ile birliktedir!" buyurdu. Ebu Leheb, Ukbe b. Ebi Muayt ile Ebu Cehil'e: "Ona babamın girdiği yeri sordum. 'Kavmi ile birliktedir1 diye cevap verdi" dedi. Ukbe ile Ebu Cehil: "'O ateş (Cehennem) içindedir!' demek istemiştir" dediler. Ebu Leheb tekrar Peygamberimiz (a.s.)ın yanına varıp: "Ey Muhammedi Abdulmuttalib, ateşe (Cehenneme) mi girdi?" diye sordu. Peygamberimiz (a.s.): "Evet! Abdulmuttalib de, putlara tapa tapa onun gibi ölüp gitmiş olan herkes de, ateşe (Cehenneme) girmiştir" buyurdu. Bunun üzerine, Ebu Leheb: "Vallahi, artık sana işkenceden nefes aldırmayacak, temelli düşmanlık edeceğim! Sen Abdulmuttalib'in Cehennemde olduğunu söylersin ha?!" dedi. Ebu Leheb de, başka müşrikler de, Peygamberimiz (a.s.)a düşmanlıklarını ve zulümlerini şiddetlendirdiler.[66]
Müşriklerin Peygamberimiz (a.s.)a Yaptıkları Düşmanlık ve Kötülüklerden Bazıları 1) Übeyy b. Halefle Ukbe b. Ebi Muayt, birbirlerinin sıkı dostu idiler. Ukbe b. Ebi Muayt'ın, bazan Peygamberimiz (a.s.)ın yanına gelip, konuştuklarını dinlediği olurdu. Ukbe'nin bu hareketi Übeyy b. Halefe anlatılınca, Übeyy b. Halef Ukbe'ye: "İşittim ki; sen Muhammed'le birlikte oturup, konuşmasını dinliyormuşsunl? Bir daha onunla oturur, söylediklerini dinlersen; gidip onun yüzüne tükürmezsen, yüzüm senin yüzüne haram olsun! Seninle hiç konuşmayacağım da!" dedi ve ağır yemin etti. Bunun üzerine, Ukbe b. Ebi Muayt, Peygamberimiz (a.s.)ın yanına vanp Übeyy b. Halefin istediğini yerine getirdi.[67] Ukbe b. Ebi Muayt'ın o gün attığı murdar tükrük ve salyası yüzünden Peygamberimiz (a.s.)ın nâzik yanakları kavrulmuş, ve onun izleri hayatının sonuna kadar kaybolmamıştır.[68] Yüce Allah, bu hususta indirdiği âyetlerde şöyle buyurdu: "O gün (Kıyamet günü), (her) zâlim, (nedametle) iki elini ısırarak: 'Ne olurdu, diyecek, 'ben o peygamberin yanında (bulunup, Allah'a) bir yol edineydim! Ne yazık bana! Keşke filanı dost tutmayaydım! Andolsun ki, beni zikirden-o bana geldikten sonra-saptıran odur.1 Şeytan, insanı-başına bir bela gelince-yapayalnız ve yardımsız bırakandır."[69] 2) Hz. Osman'ın gözlerinden yaşlar akarak anlattığına göre; Peygamberimiz (a.s.), bir gün,Kabe'yi tavaf ediyor, o sırada Kabe'nin Hicr mevkiinde de, Ukbe b. Ebi Muayt, Ebu Cehil Amr b. Hişam ve Ümeyye b. Halef oturuyordu. Peygamberimiz (a.s.) onların hizasından geçerken, Peygamberimize, hoşlanmayacağı bazı laflar attılar. Bu laflardan Peygamberimiz (a.s.)ın hoşlanmadığı, yüzünden belli olmakta idi. Hz. Osman Peygamberimiz (a.s.)ın yanına vardı. Peygamberimiz (a.s.) ı, Hz. Ebu Bekir'le, aralarına aldılar. Peygamberimiz (a.s.) parmağını onun parmakları arasına geçirdi. Bütün tavafları böylece, el tutuşarak yaptılar. Ebu Cehil ve arkadaşlarının hizasına geldikleri zaman, Ebu Cehil, Peygamberimiz (a.s.)a: "Vallahi, deniz bir kıl parçasını ıslatacak suya malik bulundukça, sen atalarımızın tapageldikleri tanrılara tapmaktan men ettiğin müddetçe, seninle barışmayacağız!" dedi. Peygamberimiz (a.s.) da: "Ben de öyle!" buyurdu. Sonra, tavafın üçüncü bölümünü de öylece yapıp dördüncü bölümünü yapmaya geldiği zaman, Ebu Cehil yerinden sıçradı ve Peygamberimiz (a.s.)ın yakasını tutmak istedi. Bu işe kalkışınca, itilip kıçının üzerine düşürüldü. Hz. Ebu Bekir Ümeyye b Halefi, Peygamberimiz (a.s.) da Ukbe b. Ebi Muayt'ı defetti. Onlar Peygamberimiz (a.s.)ın başından dağılınca, Peygamberimiz (a.s.) ayakta durarak, onlara: "Vallahi, size âcil azab mubah oluncaya kadar siz bundan vazgeçmeyeceksiniz! Sizler, Peygamberiniz için, ne kötü kavimsiniz!" buyurduktan sonra, evine döndü. Hz. Ebu Bekir'le Hz. Osman da, kendisini evine kadar takip ettiler, arkasından gittiler. Peygamberimiz (a.s.), kapısının önünde durarak, onlara yönelip: "Sevinin ki, hiç şüphesiz, Yüce Allah dinini açıklayacak, üstün kılacak; Peygamberine yardım edecektir. Şu gördüğünüz kişiler, Yüce Allah'ın sizin ellerinizle tez vakitte boğazlayacağı kimselerdendir!" buyurdu. Hz. Osman: "Vallahi, ben onları Yüce Allah'ın bizim ellerimizle boğazladığını gördüm!" demiştir.[70] 3) Peygamberimiz (a.s.) bir gün bazı müşrikler tarafından dövülüp kana boyandığı, üzgünbir halde oturduğu sırada, Cebrail (a.s.) geldi ve: "Sana ne oldu?" diye sordu. Peygamberimiz (a.s.): "Bana şu müşrikler yapacaklarını yaptılar" buyurdu. Cebrail (a.s.): "Sana bir mucize göstermemi ister misin?" diye sordu. Peygamberimiz (a.s.): "Evet! Göster!" buyurdu. Cebrail (a.s.), vadinin gerisindeki ağaca bakarak: "O ağacı çağır!" dedi. Peygamberimiz (a.s.) çağırınca, ağaç yürüyerek Peygamberimiz (a.s.)ın önüne kadar gelip durdu. Cebrail (a.s.): "Ona söyle, geri dönsün!" dedi. Peygamberimiz (a.s.) geri dönmesini söyleyince, ağaç eski yerine varıncaya kadar geri gitti. Peygamberimiz (a.s.): "Yeter!" buyurdu.[71] 4) Mahzum oğullarından Ebu Cehil ile Velid b. Mugîre ve üçüncü bir arkadaşları,[72] Peygamberimiz(a.s.)ı öldürmeyi aralarında tasarladılar.[73] Ebu Cehil; Peygamberimiz (a.s.)ı namaz kılarken görürse, Peygamberimiz (a.s.)ın başını taşla ezeceğine yemin etti:[74] "Muhammed'i görecek olursam, şöyle şöyle yapacağım" dedi.[75] Bir gün, Peygamberimiz (a.s.)ın Kabe'de namaz kıldığı bir sırada, Ebu Cehil'e: "İşte, Muhammed orada!" dediler. Ebu Cehil ise: "Nerede o?" diye sorup durdu. Peygamberimiz (a.s.)ı göremedi.[76] Peygamberimiz (a.s.) Kabe'de namaz kılmaya durup kıraatına başladığı ve Mahzum oğullarının da Peygamberimiz (a.s.)ın kıraatim işittikleri,[77] Ebu Cehil'in de eli boşa çıktığı sıra-da;[78] Peygamberimiz (a.s.)ı öldürmesi için, Velid b. Mugîre'yi gönderdiler. Velid Peygamberimiz (a.s.)ın namaz kıldığı yere kadar ilerledi. O da, Peygamberimiz (a.s.)ın kıraatini işitiyor, fakat kendisini göremiyordu! Arkadaşlarının yanına dönüp, bunu onlara bildirdi:[79] "Vallahi, sesini duyduğum halde, kendisini göremiyordum!" dedi. Bunun üzerine, arkadaşlarından üçüncüsü: "Vallahi, gidip onun başını ben ezeceğim!" dedi, eline bir taş alıp gitti. İzi sıra geri döndü ve kafasının üzerine, baygın halde düştü. Kendisine: "Sana ne hal oldu?!" diye sordular. "Benim başımda büyük bir hal var. Bir adam gördüm. Onun yanına yaklaşınca birpuğur deve ile karşılaştım ki, kulaklarını sallıyordu! Ben, bu ana kadar, ondan daha iri bir puğur görmemi simdir! O Muhammed'le benim arama gerilmiş, duruyordu! Lât ve Uzzâya yemin ederim ki; eğer ona biraz daha yaklaşsa idim, o beni muhakkak yerdi!" dedi.[80] Bunun üzerine, Mahzum oğulları, Peygamberimiz (a.s.)ın namaz kıldığı ve kıraatini işittikleri yere kadar hep birlikte ilerlediler. Sese yaklaştıkları zaman, ses arkadan gelmeye başladı! Arkadan geldiğini işittikleri yere doğru gidince de, bu sefer, ses arkalarından gelmeye başladı! Döndüler, Peygamberimiz (a.s.)a yapmak istedikleri için bir yol bulamadılar![81] "İşte, Biz, onların önlerinden bir set, arkalarından da bir set çektik. Böylece, onlar görmezler!" mealindeki âyetin,[82] Ebu Cehil ve arkadaşlarınca Peygamberimiz (a.s.)a karşı girişilen bu suikast üzerine nazil olduğu rivayet edilir.[83] 5)Kureyş müşriklerinin ileri gelenlerinden bir cemaat, Kabe'nin Hicrinde toplanıp: "Muhammed'i görür görmez, hep birden, tek bir adamın kalkışı gibi kalkacak, onun üzerine yürüyeceğiz; öldürmedikçe de kendisinden ayrılmayacağız!" diyerek Lât ve Uzzâ, Menât, İsaf ve Naile putları üzerine antlaşülar. Hz. Fâtıma ağlayarak Peygamberimiz (a.s.)ın yanına geldi ve: "Şu Kureyşlilerin ileri gelenleri senin aleyhinde antlaştılar: Seni görünce, üzerine yürüyüp seni öldürecekler!" dedi. Peygamberimiz (a.s.): "Ey kızcağızım! Bana abdest suyu getir!" buyurdu. Abdest aldı. Sonra da, Mescid-i Haram'a, onların yanına vardı. Müşrikler Peygamberimiz (a.s.)ı görünce: "İşte, o orada!" dediler. Gözlerini önlerine indirdiler, çeneleri göğüslerinin üzerine düştü. Oturdukları yerlerden ne ilerleyebildiler, ne gerileyebildiler! Başlarını kaldırıp Peygamberimiz (a.s.)a bakamadılar! İçlerinden hiçbirisi, kalkıp Peygamberimizin üzerine yürüyemedi! Peygamberimiz (a.s.) vanp tepelerine dikildi. Yerden bir avuç toprak aldı ve: "Yüzleriniz kara olsun!" diyerek, onların üzerlerine saçtı. Onlardan hiçbir kimse yoktu ki, bu topraktan kendisine isabet etsin de, Bedir savaşında kâfir olarak öldürülmemiş olsun![84]
Peygamberimiz (a.s.)ın Taif Eşrafını İmana Davet Etmeye, Kendisine Yardımcı Olmalarınıİstemeye Gidişi ve Oradan Mekke'ye Dönüşü Peygamberimiz (a.s.); amcası Ebu Talib'in vefatından sonra[85] nübüvvetin onuncu yılında, Şaban ayının bitmesine[86] üç gece kala[87], yanına azadlı kölesi ve oğulluğu Zeyd b. Hâriseyi alıp,[88] yürüyerek[89] Taife gitti.[90] Taif şehrine Mekke'den yaya yürüyüşle bir günde çıkılır, Taif'ten Mekke'ye de yarım günde inilir.[91] Peygamberimiz (a.s.)ın Taife gitmekten maksadı, Taif eşraflyla görüşüp konuşarak, onları: Bir ve tek olan Allah'a imana,[92] İslâmiyete davet etmek,[93] Allah katından getirip tebliğ etmiş olduğu şeyleri kabul etmelerini istemek,[94] Kavmi olan Kureyş müşriklerine karşı[95] kendisini barındırmalarını,[96] korumalarını,[97] kendisine yardımcı olmalarını istemek idi.[98] Peygamberimiz (a.s.), Taife varınca, orada Sakif kabilesinin ulu kişilerinden ve eşrafından bazı kimselerle buluştu ki, onlar: Abdi Yalil b. Amr b. Umeyr, Mes'ud b. Amr b. Umeyr, Habib b. Amr b. Umeyr adlarındaki üç kardeş idiler.[99] Bunlardan birisi, Cumah oğulları ailesinden bir kadınla evli bulunuyordu.[100] Peygamberimiz (a.s.) onlarla oturup konuştu.[101] Kendisinin Allah tarafından gönderilen bir peygamber olduğunu bildirdi. Kureyş müşriklerinin uğrattıkları bela ve musibetlerden şikâyetlendi.[102] Kendilerini Allah'a imana davet etti. İslâmiyeti yaymasına yardımcı olmalarını ve kavmi olan Kureyş'ten muhalefet edenlere karşı kendisiyle birlikte hareket etmelerini istemek üzere yanlarına gelmiş olduğunu söyledi.[103] Onlardan birisi: "Eğer Allah seni peygamber gönderdi ise, Kabe'nin örtüsünü üzerinden çıkartıp atmış olayım![104] Eğer Allah seni peygamber gönderdi ise, Kabe'nin örtüsünü çalmış,[105] yırtıp atmış olayım!" dedi (Beyhakî, c. 2, s. 415). Onlardan ikincisi de: "Allah, senden başka, peygamber gönderecek kimse bulamadı mı?![106] Allah senden başkasını peygamber göndermekten âciz midir?" dedi.[107] Üçüncüsü ise: "Vallahi, ben seninle hiçbir zaman konuşmayacağım.[108] Çünkü, sen dediğin gibi[109] Allah tarafından gönderilmişsen, elbette ki, benim sana cevap vermemden müstağnisin, çok yüksek bir mevkide bulunuyorsun demektir. Eğer sen Allah'a karşı yalan söylüyorsan, zaten seninle konuşmam bana yaraşmaz!" dedi.[110] Taifliler: "Yurdunun halkı, kavmin seni istememiş, kabul etmemişler! Sen de kalkmış, bize gelmişsin!? Biz, vallahi, senin gelişine razı değiliz. Senden ürküyor, seni reddediyoruz!" dediler.[111] Taiflilerden, ne barındıracak, ne de yardım edecek bir kimse görülmedim.[112] Peygamberimiz (a.s.) Sakif kabilesinden hayır geleceğinden ümidini kesmiş olarak yanlarından kalkarken,[113] onlara: "Bari bana karşı yaptığınız şeyleri gizli tutun!" buyurdu.[114] Peygamberimiz (a.s.) kavminin kendisine karşı cüretlerini arttıracak olan bu Taife geliş haberini duymalarını istemiyordu.[115] Taifliler Peygamberimiz (a.s.)ın bu isteğini de yerine getirmediler.[116] Halidü'l-Advânî der ki: "Resûlullah (a.s.)ı, Sakif kabilesinin yardımını istemek üzere yanlarına geldiği zaman, Taif'in doğusunda, kavse veya asaya dayanmış olduğu halde gördüm. Başından sonuna kadar okuduğu Târik sûresini, ben Cahiliye devrinde, bir müşrik iken dinleyip ezberledim. Taifliler, beni çağırıp: 'Şu adamdan dinlediğin şey ne idi?' diye sordular. Ezberlediğim sûreyi onlara okudum. Yanlarında bulunan, Kureyşîlerden bir adam: 'Biz, adamımızı daha iyi biliriz. Onun dedikleri şeyin hak ve gerçek olduğunu bilseydik, kendisine tâbi olurduk' dedi."[117] Peygamberimiz (a.s.) Taif'te on gün kaldı.[118] Sakif kabilesi eşrafından, yanına varıp konuşmadığı bir kimse bırakmadı. Taifliler Peygamberimiz (a.s.)ın teklifini kabul etmediler. Gençlerinin Müslüman olmalarından korktular. Peygamberimiz (a.s.)a: "Sen hemen yurdumuzdan çık, git! Seni kurtaracak yerlere iltica et!" dediler.[119] Peygamberimiz (a.s.)ı en çirkin red ile reddettiler.[120] Peygamberimiz (a.s.)la alay ettiler.[121] Bununla da kalmayıp, aralarından birtakım hafif akıllıları, beyinsizleri[122] ve köleleri[123] kışkırt-tılar.[124]bağırttılar, Peygamberimiz (a.s.)a sövdürdüler! Halkı Peygamberimiz (a.s.)ın başına toplattılar. Halkın serseri, ayaktakımı güruhunu,[125] Peygamberimiz (a.s.)ın geçip gideceği yolun iki yanına oturttular. Peygamberimiz (a.s.) onların aralarından geçerken, ayaklarını kaldırıp indirdikçe,[126] attıkları taşlarla yaraladılar, kanattı lan[127]ayakkabıları kana boyandı![128] Peygamberimiz (a.s.) ayaklarının acısına dayanamayarak yere oturdukça, kollarından tutup kaldırdılar! Yürüdüğü zaman, taşa tuttular, gülüştüler! Zeyd b. Harise, atılan taşlara kendi vücudunu siper ederek, Peygamberimiz (a.s.)ı korumaya çalışmakta idi. Atılan taşlarla, onun da başı ağır şekilde yarılmıştı .[129] Taif eşrafından üç kardeşin birisiyle evli bulunan Safiyye binti Ma'meru'l-Cumahî[130] ile karşılaşınca, Peygamberimiz (a.s.) ona: "Kocan tarafından hısımlarının nedir bize şu yaptıkları işkenceler?!" diyerek şikâyetiendi.[131] Taiflilerin beyinsizleri, Peygamberimiz (a.s.)ı, Utbe ve Şeybe b. Rebia'nın Taif teki bostanına sığınıncaya kadar takip ettikten ve taşladıktan sonra, dönüp gittiler.[132] Onların aralarından ve ellerinden kurtulduğu zaman, Peygamberimiz (a.s.)ın ayaklarından kanlar akıyordun.[133] Peygamberimiz (a.s.), sığındığı bostandaki bir asmanın gölgesi altına oturdu. Utbe ve Şeybe b. Rebia, Peygamberimiz (a.s.)a yapılanları seyretmekte idiler.[134] Peygamberimiz (a.s.), ayaklarından akan kanlardan[135] çok muztarip bir halde idi. Bakınca, bostanın içinde Utbe b. Rebia ile Şeybe b. Rebia'yı gördü.[136] Onların Allah'a ve Resûlullaha olan[137] düşmanlıklarını bildiği için,[138] bostanlarında bulunmaktan hoşlanmadı.[139] Yanlarına varmak da istemedi.[140] Peygamberimiz (a.s.), biraz dinlenip sükûnet bulduktan[141] ve iki rekat namaz kıldıktan sonra,[142] ellerini semaya kaldırdı,[143] Yüce Allah'a halini şöyle arzetti: "Ey Allah! Gücümün zayıflığını, tedbirimin azlığını, halk nazarında hakîr görülüşümü, Sana arz ve şikâyet ediyorum! Ey merhametlilerin en merhametlisi! Sensin, zayıf düşenlerin Rabbi! Sensin, benim Rabbim! Sen, beni kime; Senden uzak olan ve beni gördükçe süratini asan kimselere mi bırakıyorsun? İşimi eline verdiğim düşmana mı bırakıyorsun? Eğer Sende bana karşı bir azab yoksa, hiç gam çekmem! Senin af ve mağfiretin, benim için, gazabından daha geniştir. Senin üzerime gazab indirmenden, yahut gazabının üzerimde yerleşmesinden Senin karanlıkları aydınlatan, dünya ve âhiret işlerini düzenine koyan Yüzünün (Zâtının) Nuruna sığınırım! Herşey Senin rızan içindir ve bütün güç, kuvvet de Sende, Senin Elindedir!"[144]
Hıristiyan Köle Addas'ın Müslüman Oluşu Utbe ve Şeybe b. Rebia; Peygamberimiz (a.s.)ı o halde gördükleri zaman, aradaki akrabalık, kendilerini Peygamberimiz (a.s.)a karşı gayrete getirdi: Addas adındaki Hıristiyan kölelerini yanlarına çağırdılar. Ona: "Şuradan birkaç salkım üzüm al! Şu tabağın içine koy! Sonra da, onu şu adama götür! Kendisine, ondan yemesini söyle!" dediler. Addas da öyle yaptı. Üzümü tabakla götürüp önüne koyduktan sonra, Peygamberimiz (a.s.)a: "Buyurye!" dedi. Peygamberimiz (a.s.): "Sen hangi beldeler halkındansın? Dinin nedir?" diye sordu. Addas: "Hıristiyanım ve Ninova halkından bir kimseyim!" dedi. Peygamberimiz (a.s.): "Demek, sen salih kişi Yunus b. Metta'nın köyündensin ha?" buyurdu.[145] Addas: "Yunus b. Metta'nın kim olduğunu sana kim bildirdi?![146] Vallahi, o Ninova'dan çıkıp gitmiştir. Ninova'da, Metta'nın ne olduğunu bilen on kişi bile bulunmaz! Sen Metta'nın ne olduğunu nereden biliyorsun?! Sen ümmîsin ve ümmî ümmet içerisinde bulunuyorsun!?" dedi.[147] Peygamberimiz (a.s.): "Ben Allah'ın Resûlüyüm! Allah bana Yunus'un haberini haber verdi.[148] O benim kardeşimdir. Kendisi bir peygamberdi. Ben de bir peygamberim!" buyurdu.[149] Addas: "Yâ Rasûlallah! Bana Yunus b. Metta'nın haberini ver!" dedi. Peygamberimiz (a.s.) ona Yunus b. Metta'nın hal ve şanı hakkında Yüce Allah tarafından kendisine vahyolunanları haber verince,[150]Addas: "Ben şehadet ederim ki: Sen, Allah'ın kulu ve resûlüsün!" dedi,[151] Müslüman oldu.[152] Yüce Allah ondan razı olsun! Addas; Peygamberimiz (a.s.)ın üzerine kapanıp, başını, ellerini, ayaklarını öptü! Rebia'nın oğullarından biri öbürüne: "O, sana karşı köleni de bozdu, yoldan çıkardı!" dedi. Yanlarına gelince, Addas'a: "Yazıklar olsun sana ey Addas! Sen ne için o adamın başını, ellerini ve ayaklarını öptün?!" dediler. Addas: "Ey efendim! Bütün yeryüzünde, ondan daha hayırlısı yoktur![153] O, muhakkak Resûlullah'tir!" dedi. Utbe ve Şeybe, gülüştüler:[154] "Yazıklar olsun sana ey Addas! O, seni de dili ile sihirlemiş![155] Sakın, o seni Hıristiyanlığından döndürmesin! Çünkü, o aldatır bir kimsedir" dediler.[156] Addas: "O bana öyle birisi haber verdi ki, onu peygamberden başkası bilemez!" dedi.[157] Utbe ve Şeybe b. Rebia: "Yazıklar olsun sana ey Addas! O seni sakın dininden döndürmesin![158] Çünkü, senin dinin onun dininden daha hayırlıdır" dediler.[159]
Peygamberimiz (a.s.)ın Üstün Rahmet ve Şefkati Peygamberimiz (a.s.) Sakif kabilesinden hayır gelmeyeceğini anlamış,[160] ne bir erkeğe, ne de bir kadına İslâmiyeti kabul etti nem em iş olmaktan üzgün[161] ve me'yus1[162] bir halde, Taiften aynlarak Mekke'ye yönelmişti.[163] Hz. Âişe, bir gün, Peygamberimiz (a.s.)a:[164] "Yâ Rasûlallah! Senin başına, Uhud gününden daha çetin bir gün geldi mi?" diye sormuş, Peygamberimiz (a.s.) da: "Senin kavminden neler çektim neler! H ele onların yüzünden Akabe günü çektiğim ise, çektiklerimin en çetini idi: (Taife gidip) kendimi Abdi Yal illere arz ve bana yardımcı olmalarını niyaz ettiğim zaman, isteğimi kabul etmemiş, reddetmişlerdi. Ben de, üzgün bir halde Mekke'ye yönelip, yüzümün doğrusuna gittim durdum. Ancak Kamu's-Seâlib'de[165] kendime gelebildim. Başımı kaldırıp baktığım zaman, bir bulutun beni gölgelemekte olduğunu gördüm. Tekrar baktığımda, bir de ne göreyim? Bulutun içinde Cebrail var! Hemen bana seslendi: 'Şüphe yok ki, Allah, kavminin sana söylediklerini ve sana verdikleri red cevaplarını işitti de, onlar hakkında dilediğini kendisine emredesin diye sana Dağlar Meleğini gönderdi! dedi. Dağlar Meleği bana seslendi ve selam verdi. Sonra da: 'Yâ Muhammedi Şüphe yok ki, Allah, kavminin sana söylediklerini işitti. Ben Dağlar Meleğiyim! Rabbin, dilediğini bana emredesin diye beni sana gönderdi. Şimdi, ne dilersen, dile! Eğer onların üzerlerine iki ahşabı (dağı) kapamamı dilersen dile! (Hemen kap ayı ve reyi m!) dedi. Ben: 'Hayır! Ben onların helak olmalarını istemem. Bilakis, Allah'ın, onların sulblerinden, yalnız Allah'a ibadet edecek, O'na hiçbir şeyi şerik koşmayacak kimseler çıkarmasını dilerim1 dedim" buyurmuştur. [166]
Peygamberimiz (a.s.)dan Kur'an Dinleyen Cinlerin İman Etmeleri Peygamberimiz (a.s.) Taif'ten Mekke'ye dönerken, Nahle'de[167] geceleyin kalıp namaz kıldığı sırada, Nasibîn[168] cinlerinden yedisi oradan geçiyorlardı. Durdular, Peygamberimiz (a.s.)ın okuduğu Kur'ân'ı dinlediler.[169] Peygamberimiz (a.s.) namazını bitirince, cinler iman, ve dinlediklerini kabul ettiler. Kavimlerinin yanına, inzar edici, uyarıcı olarak döndüler.[170] Bu hadise, Kur'ân-ı Kerîm'de de açıklanmıştır.[171]
Peygamberimiz (a.s.)ın Mekke'ye Girmek İçin Bazı Müşriklerden Himaye Talebinde Bulunuşu Peygamberimiz (a.s.); Nahle'de günlerce kaldıktan sonra,[172] Mekke'ye girmek istey-ince,[173] Zeyd b. Harise: "Kureyş müşrikleri seni tedirgin edip Mekke'den çıkardıkları halde, şimdi onların yanına nasıl girebileceksin?" dedi. Peygamberimiz (a.s.): "Ey Zeyd! Hiç şüphesiz, Allah, senin göremediğin yerden bir kapı, bir çıkış yolu açacaktır! Şüphe yok ki, Allah, dininin ve peygamberinin yardı maşıdır!" buyurdu.[174] Peygamberimiz (a.s.), Hira dağına varıp ulaştığı zaman, Huzâa'lardan[175] veya Mekkelilerden, rastladığı bir adama,[176] Uraykıt'a: [177] "Ben, seni, tarafımdan birşeyi tebliğ etmek üzere göndersem, gider misin?" diye sordu. Uraykıt: "Evet! Giderim" deyince, Peygamberimiz (a.s.): "Sen, Ahnes b. Şerîk'e git! Kendisine:[178] 'Muhammed 'Rabbimin bana verdiği peygamberlik görevini tebliğ edip yerine getirinceye kadar, sen beni himayene alırmısın?"[179] diyor de!" buyurdu. Elçi gitti. Bunu ona söyledi.[180] Ahnes: "Halîf, Sarîh'ı[181] himayeye alamaz!" dedi. [182] Elçi, Ahnes'in bu sözünü gelip Peygamber (a.s.) a haber verdi. Peygamberimiz (a.s.), elçiye: "Sen, bir kez daha Mekke'ye gidip elçilik yapar mısın?" diye sordu. Elçi: "Evet! Yaparım" dedi.[183] Peygamberimiz (a.s.): "Süheyl b. Amr'a git! Kendisine: 'Muhammed 'Rabbimin bana verdiği peygamberlik görevlerini tebliğ edip yerine getirinceye kadar, sen beni himayene alır mısın?1 diyor1de!" buyurdu. Elçi Süheyl b. Amr'a gitti ve bunu ona söyledi.[184] Süheyl b. Amr: "Âmir b. Lüeyy oğulları, Ka'b oğullarını himayelerine alamazlar!" dedi.[185] Elçi dönüp bunu da Peygamberimiz (a.s.) haber verdi .[186] Peygamberimiz (a.s.), elçiye: "Sen Mekke'ye bir daha döner misin?" diye sordu. Elçi: "Evet! Dönerim" dedi.[187] Peygamberimiz (a.s.): "Sen Mut'im b. Adiyy'e de git ve kendisine: 'Muhammed 'Rabbimin bana verdiği peygamberlik görevlerini tebliğ edip yerine getirinceye kadar, sen beni himayene alır mısın?' diyor' de!" buyurdu.[188] Elçi, Mutim b. Adiyy'e gitti ve bunu kendisine söyledi.[189] Mut'im b. Adiyy: "Olur![190] Kendisine söyle! Gelsin, himayeme girsin!" dedi. Elçi dönüp bunu da Peygamberimiz (a.s.)a haber verdi.[191] Peygamberimiz (a.s.) gelip o gece Mut'im'in evinde yattı .[192] Mut'im b. Adiyy, sabaha çıkınca,[193] oğullarını*[194] kardeşinin oğullarımı[195] ve kavminil[196] yanına çağırdı.[197] Onlara: "Silahlarınızı kuşanınız ve Beytullahın Rükünleri yanında bulununuz!" dedi.[198] Öyle yaptılar.[199] Hepsi, kılıçlarını sıyırmış olarak, Mescid-i Haram'a girdiler.[200] Ebu Cehil, onları görünce, Mut'im b. Adiyy'e: "Himayeci misin? Yoksa tâbi misin?" diye sordu. Mut'im b. Adiyy: "Evet! Himayeciyim" dedi. Ebu Cehil: "Senin himayene aldığını, biz de himayemize aldık!" dedi.[201] O sırada, Peygamberimiz (a.s.) da,[202] yanında Zeyd b. Harise bulunduğu halde.[203] Mescid-i Harama girmişti.[204] Mut'im b. Adiyy, kavminin üzerinde doğrulup: "Ey Kureyş cemaatı! Ben Muhammed'i himayeme aldım! Ona sizlerden hiçbiri dokunmasın!" diyerek seslendi.[205] Peygamberimiz (a.s.) Kabe'yi tavaf ettikten,[206] Hacerü'l-Esved'i istilamdan sonra, iki rekat namaz kılıp evine dönünceye kadar, Mut'im b. Adiyy ile oğulları, Peygamberimiz (a.s.) m çevresinde dönüp dolaşmaktan geri durmadılar.[207] Peygamberimiz (a.s.) yıllarca sonra bile Mut'im b. Adiyy'in bu iyiliğini unutmamış, Bediide esir düşen müşrikler hakkında, Mut'im b. Adiyy'in oğlu Cübeyr'e: "Mut'im b. Adiyy sağ olsaydı, şu kokmuşlar hakkında bana söyleseydi, onları onun hatırı için (kurtulmalık akçesi alınmaksızın) bağışlar, serbest bırakırdım!" buyurmuştur.[208]
Tufeyl b. Amr'ın Müslüman Oluşu Tufeyl b. Amru'd-Devsî;[209] şerefli, akıllı, şair.[210] konuklan çok bulunur hanedan bir zâttı. Kendisinin, Kureyşîlerden, müttefikleri de vardı .[211] Peygamberimiz (a.s.); kavminden kendisine her kötülüğün yapılıp durduğunu görüyor, yine de, onları öğütlemekten, içinde bulundukları dalâletten kurtuluşa davet etmekten geri durmuyordu. Yüce Allah Peygamberimiz (a.s.)ı Kureyş müşriklerinden koruduğu zaman; onlar, Araplardan,[212] hac veya umre ya da başka bir maksatla[213] Mekke'ye, yanlarına gelenleri,[214] Peygamberimiz (a.s.)a delilik, sihir, kehânet., gibi birtakım iftiralarda bulunmak suretiyle Peygamberimiz (a.s.)dan sakındırmaya çalıştılar.[215] Tufeyl b. Amr Mekke'ye gelince de, Kureyşlilerin ileri gelenlerinden birtakım kimseler onun yanına vardılar.[216] Ona: "Ey Tufeyl! Sen şair, kavminin içinde seyyid, sözü dinlenir bir adamsın.[217] Ey Tufeyl! Sen bizim memleketimize geldin ama, aramızda çıkan şu adamın işi bizi sıkıntıya soktu. Topluluğumuzu ve işimizi darmadağın etti. Kendisinin sözü, sihir gibi, tesir ediyor İnsanın babasıyla arasını açıyor. İnsanın kardeşiyle arasını açıyor. İnsanın karısıyla arasını açıyor. Bizim başımıza gelen bu halin, senin ile kavminin başına da gelmesinden korkarız![218] Sen sakın onunla hiç konuşma ve kendisinden de hiçbir şey dinleme!" dedil-er.[219] Tufeyl b. Amr der ki: "Vallahi, onlar bunu bana o kadar çok söylediler ki, kendi kendime, ondan birşey dinlememeye ve kendisiyle hiç konuşmamaya karar verdim. Hatta, Mescid-i Haram'a vardığım zaman, onun söylediklerinden birşey erişmesin diye, kulaklarıma pamuk tıkıyor ve onu dinlemek istemiyordum! Allah beni onun sözlerinden bazısını işitmeye elverişli kılmış olmalı ki, çok güzel bir kelam olarak işittim. Kendi kendime: 'Hay bana, anam ağlasın! Vallahi, ben akıllı, şair bir adamım. Bana, sözün güzel olanı da, çirkin olanı da gizli değildir. Şu adamın söylediğini dinlememe, benim için ne sakınca var? Onun bana getirdiği şey güzel ise, onu kabul ederim. Çirkin ise, onu bırakırım' dedim. Orada bekledim. Nihayet, Resûlullah (a.s.) oradan ayrıldı. Ben de, evine girinceye kadar, arkasından gittim. Kendisi eve girince, arkasından ben de içeri girdim, ve: 'Yâ Muhammedi Kavmin bana senin hakkında şöyle şöyle söylediler. Vallahi, senin işinden beni o kadar korkuttular ki, sözünü işitmeyeyim diye, kulaklarıma pamuk bile tıkadım! Sonra, Allah beni senin gözünü işitmeye elverişli kılmış olmalı ki, onu çok güzel bir kelam olarak işittim. Sen şu işini bana bir arzet bakayım!1 dedim. Resûlullah (a.s.) bana İslâmiyeti arzetti, Kur'ân okudu. Vallahi, ben hiçbir zaman, ondan (Kur'ân'dan) daha güzel bir söz, ondan (İslâm'dan) da daha güzel bir iş işitmemişimdir! Hemen Müslüman oldum. Cenab-ı Hak'tan başka hiçbir ilah bulunmadığına şehadet getirdim. Resûlullah (a.s.)a: 'Ey Allah'ın Peygamberi! Ben kavminin içinde sözü dinlenir bir kimseyim. Onların yanına dönecek ve kendilerini İslâmiyete davet edeceğim. Allah'a dua et de, davetimde bana yardımcı olacak bir âyet, bir keramet yaratsın!' dedim. Resûlullah (a.s.): 'Ey Allah! Ona bir âyet, bir keramet ihsan et!' diyerek dua etti. Kavmimin yanına dönerken, karanlık bir gecede, kavmimin oturduğu su başına bakan yokuşta bulunduğum sırada, iki gözümün arasında kandil gibi bir nur peyda oldu! 'Allah'ım! Bunu yüzümden, başka yere değiştir! Çünkü ben, dinlerinden ayrıldığım için, kabilem halkının onu bende ilahî bir ezanın eseri imiş gibi sanmalarından korkuyorum' dedim. Bunun üzerine, nur, yüzümden ayrılıp değneğimin başına geçti! Kabilemin kondukları su başına, yokuştan inmeye başladığım sırada idi ki, orada bulunanlar, değneğimin başındaki, asılı kandili andıran bu nura bakışıyorlardı. Yanlarına vardım ve içlerinde sabahladım. Yurduma indiğim zaman, babam yanıma geldi. Kendisi çok yaşlı bir ihtiyardı. Ona: 'Babacığım! Sen benden uzak dur! Artık ben senden değilim. Sen de benden değilsin' dedim. Babam: 'Oğulcağızım! Ben senden niçin uzak durayım?' diye sordu. Ona: 'Ben Müslüman oldum ve Muhammed (a.s.)ın dinine uydum' dedim. Babam: 'Ey oğulcağızım! Senin dinin, benim de dinimdir1 dedi. Ona: 'Öyle ise, git! Hemen guslet ve elbiseni de temizle! Sonra da, benim yanıma gel! Bana öğretilen şeyi, ben de sana öğreteyim' dedim. Babam gidip gusletti ve elbisesini temizledi. Gelince, kendisine İslâmiyeti arz ve teklif ettim. Hemen Müslüman oldu. Bundan sonra, yanıma zevcem geldi. Ona da: 'Sen benden uzak dur! Artık ben senden değilim. Sen de benden değilsin' dedim. Zevcem: 'Babam, anam sana feda olsun! Ben niçin senden uzak durayım?!' dedi. Ona: 'İslâmiyet, benimle senin aranı ayırdı. Ben Müslüman oldum. Muhammed (a.s.)ın dinine tâbi oldum' dedim. O da: 'Senin dinin, benim de dinimdir' dedi. Kendisine: 'Öyle ise, git! Züşşerâ putundan temizlen!' dedim. Zevcem: 'Babam, anam sana feda olsun! Züşşerâ putundan çocuklara bir zarar geleceğinden korkuyorum' dedi. Kendisine: 'Hiç korkma! Ben ondan hiçbir şey gelmeyeceğine kefilim' dedim. Bunun üzerine, zevcem gidip guslettikten sonra yanıma geldi. Kendisine İslâmiyeti arz ve teklif ettim, hemen Müslüman oldu. Bundan sonra, Devs kabilesini İslâmiyete davet ettim. Onlar, davetime icabette, ağırdan aldılar. Bunun üzerine, Mekke'ye, Resûlullah (a.s.)ın yanına varıp: 'Ey Allah'ın Peygamberi! Devs kabilesi bana galebe çaldılar,[220] İslâmiyetten kaçındılar, asi oldu-lar.[221] Onlar aleyhinde Allah'a dua et!' dedim. Resûlullah (a.s.): 'Ey Allah! Devs'e hidayet et!' diyerek dua etti. Bana da: 'Kavminin yanına dön, git! Onları İslâmiyete davete devam et ve kendilerine yumuşak davran!' buyurdu.[222] Kavmimin yanına döndüm. Resûlullah (a.s.) Medine'ye hicret edinceye kadar, Devs toprağından ayrılmaksızın, onları İslâmiyete davet edip durdum."[223]
Müşriklerin Peygamberimiz (a.s.) Yüzünden Birbirleriyle Tartışmaları Peygamberimiz (a.s.), bir gün, Mescid-i Haram'a girmişti. O sırada, Kureyş müşrikleri Kabe'nin yanında bulunuyorlardı. Peygamberimiz (a.s.)ın Mescid-i Haram'a geldiğini gören Ebu Cehil, Abdi Menaf oğullarına: "Ey Abdi Menaf oğulları! İşte, bu sizin peygamberinizdir" diyerek alay etmek isteyince, Utbe b. Rebia: "Bizden bir peygamber veya bir hükümdar olmasını, sen ne diye beğenmiyor, çirkin görüyorsun?!" dedi. Bu konuşmalarya Peygamberimiz (a.s.)a haber verildi, ya da Peygamberimiz (a.s.) konuşmaları duyup yanlarına vardı ve: "Ey Utbe b. Rebia! Vallahi, senin gayretin ne Allah, ne de Allah'ın Resûlü içindir; ancak burun onurun içindir! Sen de, ey Ebu Cehil Amrb. Hişam! Vallahi, çok geçmeden başına öyle bir felâket gelecek ki, sen pek az gülecek, pek çok ağlayacaksın. Sizler de, ey Kureyş ileri gelenleri! Vallahi, çok geçmeden, hoşlanmadığınız şeye (İslâmiyete)-istemediğiniz halde-gireceksiniz!" buyurdu.[224] Yine, bir gün de, Ebu Cehil ile Ebu Süfyan oturup konuşuyorlar, Peygamberimiz (a.s.) da onların yanlarından geçiyordu. Ebu Cehil, Ebu Süfyan'a: "Ey Abduşşems oğulları! İşte, sizin peygamberiniz!" diyerek alay etmek isteyince, Ebu Süfyan kızdı ve: "Bizden bir peygamber olmasına sen ne diye şaşıyorsun?! Bizim içimizde bir peygamber bulunur da karşımızdakinde bulunmazsa; bu, onun bizden daha az ve daha zelil olduğunu ifade eder!" dedi. Bunun üzerine, Ebu Cehil: "Yaşlılar dururken, onların arasından bir gencin peygamber olmasına şaşarım!" dedi. Peygamberimiz (a.s.), onların bu konuşmalarını işitince, yanlarına vardı ve: "Sen ey Ebu Süfyan! Allah ve O'nun Resûlü için değil, fakat soy yakınlığı gayretinden dolayı kızdın! EyHakem'in babası! Sen de pek az gülecek, pek çok ağlayacaksın!" buyurdu.[225]
Âs b. Vâil'in Peygamberimiz (a.s.) Aleyhindeki Konuşmaları Peygamberimiz (a.s.) bir gün Kâbe Mescidinden çıkarken, Mescidin Benî Sehm kapısı yanında, Kureyş müşriklerinden Âs b.Vâil ile karşılaştılar ve ayakta biraz konuştular. O sırada, Kureyş müşriklerinin ulularından bazıları, Mescidde topluca oturmakta idiler. Yanlarına varınca, Âs b. Vâil'e: "Kiminle durup konuşuyordun?" diye sordular. Âs b.Vâil: "Şu Ebterle konuşuyordum.[226] Onun oğulları ölüp gitti, nesli kesildi![227] Erkek çocuğu yaşamı yor. [228] Artık onun kendisinin adı sanı anılmaz olur.[229] Ondan sonra, siz de rahata erersiniz.[230] Bırakın onu![231] Artık o bir ebter kişidir" dedi .[232] Peygamberimiz (a.s.)ın İslâm devrinde Hz. Hatice'den doğan ve Abdullah ismi verilen ikinci erkek çocuğu[233] da, dört yaşında bulunduğu sırada[234] vefat etmişti.[235] Araplar; oğulları ve kızları bulunanlardan, oğulları ölüp kızları kalanlara "Ebter" adını takarlardı .[236] Yüce Allah, indirdiği Kevser sûresinde şöyle buyurdu: "Şüphe yok ki, Biz sana Kevser'i verdik! Sen de, Rabbin için namaz kıl ve kurban kes! Sana buğzeden, kin besleyen (yok mu?) İşte asıl güdük (nesil ve zürriyeti kesik, her hayırdan uzak, adı sanı hayırla anılmayacak) olan, şüphesiz ki odur![237] Kevser; Cennette bir nehrin adı olduğu gibi, Kur'ân, peygamberlik ve pek çok hayır., diye de tefsir edilmiştir.[238]
Peygamberimiz (a.s.)ın Arap Kabilelerine Başvuruşu Peygamberimiz (a.s.) Taiften Mekke'ye geldikten sonra Kureyş müşrikleri ona karşı büsbütün sert ve katı davranmaya başlayınca,[239] Yüce Allah Peygamberimiz (a.s.)a Arap kabilelerine başvurmasını emretti.[240] Bunun üzerine, Peygamberimiz (a.s.) her yıl hac mevsiminde[241] Ukâz, Mecenne ve Zülmecaz panayırlarına giderdi.[242] Arapların, Cahiliye devrinde, Mekke çevresinde kurulan ve: Ukâz, Mecenne, Zülmecaz, diye anılan üç büyük panayırı vardı.[243] Bunlardan Ukâz panayırı, Arap panayırlarının en büyüğü idi.[244] Her yi I Kureyş kabileleri,[245] Hevazinler, Gatafanlar, Eşlemler, Benî Harisler, Adaller, Dişler (Kareler), Mustalıklar.. hep oraya konariar,[246] her yerin eşrafı orada hazır bulunur,[247] Kabileler şairlerini orada bulundururlar, karşılıklı şiirler okutturur, övünür, dağılırlardı .[248] Ukâz; Necd'in yukarısında, Arafat yakı nında.[249] Taife bir, Mekke'ye iki gecelik bir mesafede idi.[250] Ukâz panayırı Zilkade hilali doğunca kurulur, yirmi gün devam ederdi.[251] Mecenne panayırı; Merruz-Zahran nahiyesinde, Esfardağı yakınında, Mekke'nin aşağı tarafında olup, Mekke'ye birberid (oniki mil) uzaklıkta idi.[252] Mecenne panayırı on gün kurulur, Zilhicce hilali görününceye kadar devam ederdi. Oradan ayrılarak Zülmecaz panayırına gidilirdi.[253] Zülmecaz; Ukâz'ın yakınında,[254] Arafat'ın arkasında olup,[255] Arafat'a uzaklığı bir fersah (oniki bin adım) idi.[256] Zülmecaz panayın[257] Zilhicce'nin birinci gününden, Ten/iye (Zilhicce'nin sekizinci) gününe kadar,[258] sekiz gün kurulur; sonra, oradan kalkılıp hac için Minaya doğru gidilir.[259] o gün Mina'da bulunulurdu.[260] Peygamberimiz (a.s.), bu panayırlarda toplanmış bulunan: 1- BenîÂmir b. Sa'saa, 2- Muharib b. Hasafa, 3- Fezâra, 4- Gassan, 5- Mürre, 6- Hanife, 7- Süleym, 8- S.Abs, 9- Benî Nasr, 10- BenîBekkâ', 11- Kinde, 12- Kelb, 13- Hariseb.Ka'b, 14- Uzre, 15- Hudârime...[261] gibi Arap kabilelerinin konak yerlerine kadar vanp,[262] onlara kendisini arz ve takdim eder;[263] onları Allah'a,[264] Allah'ın birliğini ikrara,[265] yalnız O'na ibadet etmeye,[266] İslâmiyete[267] davet eder; kendisinin onlara Allah tarafından peygamber olarak gönderildiğini haber verir;[268] kendisini tasdik etmelerini;[269] Rabbinin elçilik vazifelerini açıklayıncaya ve yerine getirinceye kadar[270] kendisine yardım etmelerini;[271] kendisini barındırmalarını[272] ve korumalarını onlardan isterdi.[273] Dilediğini yerine getirdikleri takdirde kendilerine Cennet verileceğini bildirerek:[274] "Kureyş müşrikleri beni Rabbimin Kelamını tebliğden men ettiler! Beni alıp kavimlerinin yanına götürecek adam yok mu?" diye sorarlardı.[275] Fakat, ne yazık ki, onlardan ne davetini kabul edecek,[276] ne kendisini barındıracak,[277] ne de kendisine yardım edecek bir kimse çıkmaz;[278] aksine, kimisi Peygamberimiz (a.s.)a suratını asar, kaba ve kat davranır;[279] kimisi "Onu kendi kavmi daha iyi bilir,"[280]kimisi de, "İçinde bulunduğun cemaatin, kavmin seni daha iyi bilir! Onlar sana ne diye tâbi olmuyor?!" der, Peygamberimiz (a.s.)la tartışmaya kalkardı. Peygamberimiz (a.s.) da, onlara gereken cevaplan verir ve kendilerini Allah'a imana davet etmeye devam eder, bir yandan da: "Ey Allah! Sen dilemesen, herhalde, böyle olmazlardı!" diyerek şikâyetlenirdi.[281] Onlardan kimisi de: "Bakınız hele! Kavmini bozup dağıtmış olan bir adam bizi ıslah edecek, düzeltecekmiş ha?!" diyerek laf atardı.[282] Yemen'den veya Mudarlardan, panayırlara gelmek üzere yola çıkacak olan bir kimseye, kavmi veya akrabası gelip: "Sakın ha! Kureyşîlerin genci seni dininden döndürmesin!" diye uyarıda bulunurlardı.[283] Hz. Ali derki: "Yüce Allah Arap kabilelerine kendisini arzetmesini Peygamberi (a.s.)a emrettiği zaman, Resûlullah (a.s.) Minaya gitti. Ben ve Ebu Bekir de kendisinin yanında bulunuyorduk.[284] Dönüp dol aşa dolaşa bir meclise vardık ki, o mecliste sükûnet ve ağırbaşlılık vardı. Bakılınca, yaşlılarında usluluk, şekil ve şemaillerinde güzellik göze çarpıyordu. Ebu Bekir onların yanlarına varıp selam verdi[285] ve onlara: 'Siz hangi kavimdensiniz?' diye sordu. 'Biz,' dediler, 'Şeyban b. Salebe oğullarıyız.'[286] Ebu Bekir, Resûlûllah (a.s.)a dönüp: 'Babam, anam sana feda olsun!1 dedi ve kavimleri içinde bulunan Mefrûk b. Amr, Hâni' b. Kabîsa, Müsenna b. Harise, Numan b. Şerik hakkında da: 'Bunlar Şeyban b. Salebe oğullarının izzet ve şeref sahibi kişileridir' dedi.[287] Bunlardan, Ebu Bekir'e en yakını da, Mefrûk b. Amr idi. Mefrûk; yakışıklılığı, dilinin düzgünlüğü ve iki yandan göğsüne dökülen örgülü saçlarıyla, diğerlerine karşı üstünlük arzediyordu.[288] Ebu Bekir, ona: 'Sizde askerî hazırlık sayısı nasıldır ve kaçtır?' diye sordu. Mefrûk: 'Biz binden fazlayız! Bin ise, azlığından dolayı yenilebilecek bir sayı değildir dedi. Ebu Bekir 'Size sığınanları koruma geleneği nasıldır?1 diye sordu. Mefrûk: 'Korumaya, olanca gücümüzü sarfetmemiz gerekir. Her kavim için, bir nasip ve saadet vardır' dedi. Ebu Bekir 'Düşmanlarınızla aranızda savaş nasıldır?' diye sordu. Mefrûk: 'Biz, düşmanla karşılaştığımızda, kızgın olmadıkça, çok sert ve sağlamız. Kızgın iken, düşmanla karşılaşmadıkça da, çok sert ve sağlamız. Biz atlan evlatlara, silahları da sütlü sağmal develere üstün tutarız. Yardımı da Allah'tan bekleriz! Allah bazan bize, bazan da karşımızdakine yardım eder. Herhalde sen Kureyşli kardeşsin?' dedi. Ebu Bekir 'Eğer size bir zâtın Resûlullah olarak kendisini halka arz ve takdim ettiği haberi erişmişse, işte o, şu zâttır!' diyerek Resûlullahı gösterdi. Mefrûk: 'Bize bu hususta bazı haberler erişmişti' dedikten sonra, Resûlullah (a.s.)a dönüp: 'Ey Kureyşî kardeş! Sen insanları nelere davet ediyorsun?' diye sorunca, Resûlullah (a.s.) gelip yanlarına oturdu. Ebu Bekir de, ayağa kalkarak, Resûlullah (a.s.)ı elbisesiyle gölgeledi. Resûlullah (a.s.), Mefrûk'a: 'Ben sizi Allah'tan başka hiçbir ilah olmadığına, Allah'ın şeriksiz bir olduğuna, benim de Allah'ın Resûlü bulunduğuma şehadet etmeye; Yüce Allah tarafından bana emrolunan şeyleri yerine getirinceye kadar beni barındırmaya, korumaya; Bana yardımcı olmaya., davet ediyorum. Çünkü, Kureyşliler Allah'ın emrine karşı koymuş, Allah'ın Resûlünü yalanlamış, bâtılı tutup haktan yüz çevirmiş bulunuyorlar. Allah ki, herşeyden müstağnî, her türlü övülmeye lâyık olandır!' buyurdu. Mefrûk: 'Ey Kuneyşî kardeş! Sen daha nelere davet ediyorsun?' diye sordu. Resûlullah (a.s.), En'am sûresinin: 'De ki: 'Gelin! Üzerinize Rabbinizin neleri haram kıldığını ben okuyayım: O'na hiçbir şeyi şerik koşmayın! Babanıza, ananıza iyilikten ayrılmayın! Fakirlik endişesiyle çocuklarınızı öldürmeyin! Sizin de, onların da rızkını, Biz vereceğiz. Kötülüklerin açığına da, gizlisine de yaklaşmayın! (Meşru) bir hak terettüp etmedikçe, Allah'ın haram kıldığı cana kıymayın! İşte, Allah size, aklınızı başınıza alasınız diye, bunları emretti. Yetimin malına, rüşdüne erişinceye kadar, o en güzel olandan başka bir suretle yaklaşmayın! Ölçüyü, tartıyı tam ve doğru tartın! Biz, bir kimseye, gücünün yettiğinden başkasını teklif etmeyiz. Söz söylediğiniz zaman (leh ve aleyhinde söyleyeceğiniz kimse) hısım bile olsa, adaleti gözetin! Allah'ın ahdini (verdiğiniz sözü) yerine getirin! İşte, Allah size, iyice düşünesiniz diye, bunları emretti. Şüphe yok ki, (emrettiğim) bu (yol), benim dosdoğru yol umdur. O halde, ona uyun! Başka (aykırı) yollara tâbi olup gitmeyin! (Aykırı yollar) sizi O'nun (Allah'ın) yolundan ayırır. İşte, Allah size bunları emretti ki, (kötülüklerden) sakınasınız!" [mealindeki 151-153.] âyetlerini okudu. Mefrûk: 'Ey Kureyşî kardeş! Sen daha nelere davet ediyorsun? Vallahi, bunlar yeryüzü halkının kelamlarından değildir! Eğer onların kelamlarından olsaydı, biz onu çok iyi tanırdık' dedi. Resûlullah (a.s.), Nahl sûresinin: 'Şüphesiz ki, Allah; adaleti, iyiliği, akrabaya (muhtaç oldukları şeyleri) vermeyi emreder. Taşkın kötülüklerden, münkerden (akıl ve şeriatın kötülüğüne hükmettiği şeylerden), zulüm ve tecebbürden nehyeder. Size (bu suretle) öğüt verir ki, iyice dinleyip ve anlayıp tutasınız!' [mealindeki 90.] âyetini okuyunca da, Mefrûk: 'Vallahi, ey Kureyşî kardeş! Sen beni ahlâkın en üstünlerine ve amellerin en güzellerine davet ettin! Seni yalanlayan kavim sana iftira etmiş ve karşı koymuştur!' dedi. Hâni' b. Kabîsa'nın da kendisinin sözüne ve görüşüne katılmasını istercesine: 'Buhârîi' b. Kabîsa, bizim büyüğümüz ve din işleri başkanımızdır1 dedi. Bunun üzerine, Hâni' b. Kabîsa, Resûlullah (a.s.)a: 'Ey Kureyşî kardeş! Söylediklerini dinlemiş ve sözünü doğrulamış bulunuyorum. Benim görüşüme göre; bizi davet ettiğin şeyin sonucunu iyice düşünmeden bizim için başı ve sonu olmayan bir mecliste dinimizi terkedip senin dinine uymamız, görüşte kayma, sürçme, akılda hafiflik, sonuçta kısa görüşlülük olur! Görüş kayma ve sürçmesi ise, ancak acele ile birlikte bulunur. Bununla beraber, arkamızda bulunan kavmimizin gıyabında herhangi bir akit yapmayı da uygun bulmuyoruz. Fakat, şimdi sen de dön git! Biz de dönüp gidelim. Biz de iyice düşünelim, sen de iyice düşün!1 dedi. Mefrûk, Müsenna b. Hârise'nin de kendi görüşüne katılmasını istercesine: 'Bu, Müsenna'dır! Bizim büyüğümüz ve savaş işleri başkanımızdır1 dedi. Bunun üzerine, Müsenna, Resûlullah (a.s.)a: 'Ey Kureyşî kardeş! Ben de, söylediklerini dinlemiş ve güzel bulmuşumdur. Söylediğin şeyler hoşuma gitmiştir. Sana tarafımdan verilecek cevap, Hâni1 b. Kabîsa'nın verdiği cevaptır. Biz iki bulanık su arasında konaklamış bulunuyoruz ki, onlardan biri Yemame, diğeri de Semâve'dir' dedi. Resûlullah (a.s.): 'Bu iki su, nelerdir?' diye sordu. Müsenna: 'Onlardan birisi, karadan Irak'ın kasabalarına kadar bakan yüksek Arap toprakları, diğeri de Farşların ırmak ağızları ve Kisra'nın ırmaklarıdır. Kisra; herhangi bir hadise çıkarmayacağımıza, bir hadise çıkarıcıyı barındırmayacağımıza dair bizden ahd almıştır ve orada ancak bu şartla konaklamış bulunuyoruz. Senin bizi kabule davet ettiğin şu iş ise, hükümdarların hoşuna gitmeyebilir. Arap beldeleri yakınında işlenen suçtan sahibi bağışlanabilir ve özrü kabul edilebilir, ama Fars beldeleri yakınında işlenen suçta sahibi bağışlanmaz ve özrü kabul edilmez. Eğer sen Arap beldelerine yakın olan yerde Araplara karşı sana yardım etmemizi istiyorsan, bunu üzerimize alabiliriz dedi. Bunun üzerine, Resûlullah (a.s.): 'Siz fena bir cevap vermediniz. Doğruyu açıkça dile getirdiniz. Şüphe yok ki, her tarafından emin olmayan kimseler, Allah'ın dinine yardım etmeye kalkamazlar!' buyurdu. Ayağa kalktı. Ebu Bekir'in elinden tutup, onların yanlarından ayrıldı."[289] Rebia b. Abbâdü'd-Dilî der ki: "Peygamber (a.s.)ı Zülmecaz panayırında görmüştüm.[290] 'Ey insanlar! 'Lâ ilahe illallah = Al I ah 'ta n başka ilah yok!' deyiniz de, kurtulunuz!' buyuruyor;[291] kendisi hangi caddeye girse halk da oraya gidiyor,[292] onun başına toplanıyor.[293] birbiri üzerine yığılıyorlardı. Orada, ne bir kimsenin birşey söylediğini, ne de onun sustuğunu gördüm.[294] O, hep: 'Ey insanlar! 'Lâ ilahe illallah=Allah'tan başka ilah yok! deyiniz de, kurtulunuz!' buyurup duruyordu.[295] Akik (şaşı) gözlü,[296] güzel,[297] yumru[298] yüzlü, iki bölük halinde örgülü saçlı bir adam da, o nereye giderse arkasından gidiyor:[299] 'Ey insanlar![300] Bu, sizi aldatıp da, dininizden, baba ve atalarınızın dininden vazgeçirmesin![301] Bu, dinden çıkmış bir yalancıdır!' diyordu.[302] 'Kimdir bu zât?' diye sordum. 'Muhammed b. Abdullah'tır. Kendisi, peygamber olduğunu söylüyor' dediler. 'Ya onun arkasında giden, onu yalanlayan, şu akik (şaşı) gözlü adam da kimdir?' diye sordum. 'O da, onun amcası Ebu Leheb'dir!' dediler."[303] Rebia b. Abbâd, diğer rivayetinde de, şöyle der: "Ben, yeni yetişmiş bir genç iken, babamla birlikte Mina'da bulunuyordum. Resûlullah (a.s.) da, Arap kabilelerinin konak yerlerinde durup: 'Ey filan oğulları! Allah'tan başka, tapmış olduğunuz şu putları atarak, Allah'a hiçbir şeyi şerik koş-maksızın ibadet etmenizi; bana inanmanızı; beni doğrulamanızı; Allah tarafından gönderilmiş olduğum vazifeyi açıklayıp yerine getirinceye kadar beni korumanızı size emreden Allah'ın Resûlüyüm ben' buyuruyor; arkasında da, akik, şaşı gözlü, güzel yüzlü, iki bölük halinde örgülü saçlı, üzerinde Aden işi elbise bulunan bir adam da, Resûlullah (a.s.) sözlerini bitirince: 'Ey filan oğulları! Bu, sizi, ancak Lât ve Uzzâ ile müttefikleriniz Malik b. Ukayş oğullarının cinlerini boynunuzdan soyup atmaya ve kendisinin getirdiği bid'atve dalâletlere sarılmaya davet ediyor! Sakın hâ! Siz ona itaat etmeyin ve onu dinlemeyin!' diyordu. 'Babacığım! Şu zâtı takip eden kimdir?' diye sordum. Babam: 'Bu. onun amcası Ebu Leheb Abduluzzâ b. Abdulmuttalib'dir' dedi."[304] Tank b. Abdullahi'l-Muharibî de, bu husustaki bir müşahedesini şöyle anlatır: "Resûlullah (a.s.)ı Zülmecaz panayırında görmüştüm: Kendisinin üzerinde kırmızı bir cübbe bulunuyor, en yüksek sesiyle: 'Ey insanlar! 'Lâ ilahe illallah=Allah'tan başka hiçbir ilah yok!' deyiniz de, kurtulunuz!' buyurarak sesleniyordu. Bir adam da, elindeki taşla, onu takip ediyor ve: 'Ey insanlar! Sakın ona itaat etmeyiniz! Çünkü, o yalancıdır!' diyerek bağırıyordu. Attığı taşlarla, Resûlullah (a.s.)ın ayak bileklerini kanatmıştı. Oradakilere, Resûlullah (a.s.) hakkında: 'Kimdir bu zât?1 diye sordum. 'Bu, Abdulmuttalib oğullarından bir gençtir!' dediler. 'Ya onun ardına düşen ve ona taş atan da kimdir?' diye sordum. 'O da, onun amcası Ebu Leheb Abduluzzâ'dır!' dediler."[305] Peygamberimiz (a.s.), Zülmecaz panayırında: "Ey insanlar! 'Lâ ilahe illallah=Allah'tan başka hiçbir ilah yok!1 deyiniz de, kurtulunuz!" buyurarak seslendiği sırada bir adamın da Peygamberimiz (a.s.)ın üzerine toprak saçtığı, ve bakılınca, onun Ebu Cehil olduğu görüldü ki, o da; "Ey insanlar! Sakın, bu sizi dininiz hakkında aldatmasın! O, muhakkak, sizin Lât ve Uzzâ'ya tapmayı bırakmanızı istiyordur" diyordu.[306] Peygamberimiz (a.s.) her hakarete, her işkenceye katlanarak, vazifesini yerine getirmeye çalışmaktan geri durmuyordu. Müdriku'l-Ezdî der ki: "Babamla birlikte hac yapıyordum. Mina'ya gelip konaklayınca, bir toplulukla karşılaştım. Babama: 'Bu cemaat ne için toplanmış?1 diye sordum. Babam: 'Şu, kavminin dinini terketmiş olan kişi için' dedi.[307] Bakınca, Resûlullah (a.s.)ı gördüm: 'Ey insanlar! Lâ ilahe illallah=Allah'tan başka hiçbir ilah yoktur!' deyiniz de, kurtulunuz!' buyuruyor-du. İnsanlardan kimisi onun yüzüne tükürüyor; Kimisi başına toprak saçıyor; Kimisi de ona sövüp sayıyordu![308] Gün yarılanıncaya kadar, bu hal devam etti. O sırada, göğsü açılmış bir kız, içinde su bulunan bir kapla geldi.[309] Ağlıyordu.[310] Resûlullah (a.s.), su kabını alıp sudan içti. Elini, yüzünü yıkadı. Başını kaldırıp: 'Kızcağızım![311] Göğsünü başörtünle ört! Baban hakkında, tuzağa düşürülüp öldürülecek, zillete uğrayacak diye korkma!' buyurdu.[312] 'Kimdir bu kız?' diye sorduk. 'Kendisinin kızı, Zeyneb'dir!' dediler.[313] Peygamberimiz (a.s.), Kinde'lerin[314] Ukâz panayırındaki[315] konak yerlerine gitti. Onların seyyid ve ulu kişileri olan Müleyh de, o sırada, onların içlerinde bulunuyordu.[316] Peygamberimiz (a.s.), onlara: "Sizler, hangi kavimdensiniz?" diye sordu. "Ben îAmr b. Muaviye'lerden" dediler.[317] Arap kabileleri içinde, Kinde'lerden daha mülayimi yoktu. Peygamberimiz (a.s.), onları yumuşak bulunca, oturup kendileriyle konuştu.[318] Kendisini onlara, Allah tarafından gönderilen bir peygamber olarak arz ve takdim; kendilerini Allah'a imana davet etti.[319] "Sizi, bir olan, şeriki olmayan Allah'a imana; Kendinizi koruduğunuz şeylerden, beni de korumaya davet ediyorum! Muvaffak olursam, o zaman, siz bana yardıma devam edip etmemekte serbestsiniz!" buyurdu. Onların hemen hepsi: "Bundan daha güzel söz olmaz! Amma, biz atalarımızın tapageldiklerine tapmaya devam edeceğiz!" dediler. Kinde'lerin en küçük yaşlısı: "Ey kavmim! Şu zâtın davetini kabule başkaları koşmadan önce, siz koşun! Vallahi, Kitab ehli olanlar (Yahudiler ve Hıristiyanlar), 'Harem'den bir peygamber çıkacaktır! Onun çıkacağı zamanın gölgesi de, düşmüştür!' diyorlar" dedi. Kinde'lerin içinde, bir gözü kör bir adam da bulunuyordu. "Geri durun da, bir de ben konuşayım: Kavim ve kabilesi onu yurtlarından çıkarmış iken, siz onu barındıracaksınız ki, bu, bütün Araplarla savaşmayı üzerinize almak demektir! Hayır! Hayır! Olamaz!" dedi.[320] Peygamberimiz (a.s.)ın teklifini kabulden kaçındılar.[321] Peygamberimiz (a.s.), onların yanından da üzgün olarak ayrıldı. Kinde'ler, yurtlarına dönünce, durumu kavimlerine haber verdiler. Yahudilerden bir adam, onlara: "Vallahi, siz nasibinizi elde etmekte yanılmışsınız! Eğer o zâta tâbi olmaya koşsaydınız, Araplara üstün olurdunuz! Biz, onun sıfatını Kitabımızda yazılı bulmuşuzdur!" dedi ve sıfatlarını anlatmaya başladı. O anlattıkça, Peygamberimiz (a.s.)ı görmüş olanlar, onun anlattıklarını doğruladılar. Bundan sonra, Yahudi: "Biz, onun çıkacağı yerin Mekke, ve hicret edeceği yerin Yesrib (Medine) olacağını da Kitabımızda yazılı bulduk!" dedi. Kinde'ler, gelecek hac mevsiminde Peygamberimiz (a.s.)la buluşmaya, aralarında karar verdiler. Fakat, o yıl seyyid ve ulu kişileri onları alıkoyduğu için, hiçbirisi, gidip Peygamberimiz (a.s.)la buluşamadı. Yahudi de, öldü. Ölürken, kendisinin Peygamberimiz (a.s.)ı tasdik ve ona iman ettiği, ağzından işitildi.[322] Yüce Allah, ondan razı olsun! Peygamberimiz (a.s.); Kelb kabilesinin konak yerlerine uğrayıp, orada, onlardan bir oymak olan Benî Abdullah'ların yanına vardı. Kendisini onlara, Allah tarafından gönderilen peygamber olarak arz ve takdim, kendilerini Yüce Allah'a imana davet etti: "Ey Abdullah oğulları! Bakınız: Yüce Allah, babanıza da pek güzel isim vermiş!" buyurdu.[323] Fakat, Benî Abdullah'lar, Peygamberimiz (a.s.)ın yaptığı tekliflerden hiçbirini kabul etmediler.[324] İçlerinden bir şeyh ise: "Şu olgun genç, ne güzel şeye davet ediyor! Ne yazık ki, kavmi onu uzaklaştırın iş bulunuyor! O keşke kavmi ile anlaşsaydı! Bütün Araplar kendisine tâbi olurdu" demişti.[325] Peygamberimiz (a.s.) Benî Hanife kabilesinin konak yerlerine gitti. Kendisini onlara, Allah tarafından gönderilen peygamber olarak arz ve takdim, kendilerini Yüce Allah'a imana davet etti. Ne yazık ki, Peygamberimiz (a.s.)ı, Araplar içinde, Benî Hanife kabilesi kadar çirkin birred ile reddeden olmamıştır.[326] Peygamberimiz (a.s.), Benî Âmir b. Sa'saa'ların,[327] Ukâz panayırındaki konak yerlerine vardı. Onlara: "Siz hangi kavimdensiniz?" diye sordu. "Benî Âmir b. Sa'saa'lardan" dediler. Peygamberimiz (a.s.): "BenîÂmirlerin hangi ailesindensiniz?" diye sordu. "Benî Ka'b b. Rebia'lardan" dediler.[328] Peygamberimiz (a.s.), onlara kendisini Allah tarafından gönderilen peygamber olarak arz ve takdim, kendilerini Yüce Allah'a imana davet etti.[329] "Sizde, mün'a [sığınan kimseleri koruma] nasıldır?" diye sordu. "Bizim tarafımıza ne laf atılabilir, ne de habersiz ateşimizle ısınılabilir!" dediler. Peygamberimiz (a.s.): "O halde, ben Allah'ın Resûlüyüm! Sizin yanınıza geldiğimde, Rabbimin elçilik vazifelerini halka ulaştırıncaya, yerine getirinceye kadar beni korur musunuz? İçinizde hiçbir kimseyi zorlamayacağım!" buyurdu. "Sen, Kureyşlilerden kimlerdensin?" diye sordular. Peygamberimiz (a.s.): "Abdulmuttalib oğullarından!" buyurdu. "Sen Abdi Menaf oğullarından olduğuna göre, onlar neredeler? (Seni ne diye korumuyorlar?!)" dediler. Peygamberimiz (a.s.): "Onlar beni yalanlayan ve tardedenlerin ilki oldular!" buyurdu. Benî Ka'b b. Rebia'l ar: "Biz, seni ne tard, ne de sana iman ederiz! Şu kadar ki, Rabbinin elçiliğini insanlara ulaştırıncaya, yerine getirinceye kadar seni koruruz!" dediler. Bunun üzerine, Peygamberimiz (a.s.), onların yanına indi. O sırada, Benî Ka'b b. Rebia halkı, pazarda alışverişle uğraşıyorlardı.[330] Onlardan bir adam ,[331] Beyhara b. Firas[332] çıkageldi: "Kimdir şu yanınızda gördüğüm ve tanıyamadığım kişi?" diye sordu. "Muhammed b. Abdullahi'l-Kureyşî'dir!" dediler, Beyhara: "Sizin onunla ne işiniz var?" diye sordu. "O bize kendisinin Resûlullah olduğunu söylüyor ve Rabbinin elçilik vazifesini tebliğ edinceye kadar, kendisini korumamızı bizden istiyor" dediler. Beyhara: "Ona ne cevap verdiniz?" diye sordu. "Kendisine 'Hoş geldin! Seni yurdumuza götüreceğiz. Kendimizi nelerden korursak, seni de onlardan koruyacağız' dedik," dediler.[333] Beyhara, kendi kendine: "Vallahi, şu adamı Kureyşîlerden alabilsem, onun sayesinde bütün Arapları yerdim (sömürürdüm!)" diye mırıldandıktan sonra, Peygamberimiz (a.s.)a: "Eğer biz sana işin hakkında bey'at edersek, Allah da seni muhaliflerine galip kılarsa, senden sonra işin bizim olur, bize kalır mı?" diye sordu. Peygamberimiz (a.s.): "İş Allah'a aittir! Allah onu dilediğine verir!" buyurdu. Beyhara: "Demek, göğüslerim senin önünde bütün Arapların okuna hedef olacak, Allah seni muzaffer kıldığı zaman iş bizden başkasına geçecek ha?! Senin işin bize gerekmez!" dedikten sonra,[334] kavmine dönüp: "Şu panayır halkından, yurtlarına birşeyle dönerlerken, sizinkinden daha kötü birşeyle dönen bir kimse bilemiyorum. Demek, siz bütün halkla savaşmaya başlayacak, kendinizi bütün Arapların tek yaydan oklarına tutturacaksınız ha?! Onu kendi kavmi sizden daha iyi bilir. Eğer kavmi onda bir hayır, bir iyilik görmüş olsalardı, onunla herkesten çok mutlu olurlardı. Siz, kendi kavminin içlerinden sürüp çıkardığı, yalanladığı bir kimseye yakınlık gösteriyor, yardım etmeye, kendisini barındırmaya kalkıyorsunuz. Ne kötü görüştür sizin görüşünüz!" dedikten sonra, Peygamberimiz (a.s.)a dönüp: "Hemen kalk, kavminin yanına git! Vallahi, sen şimdi kavmimin yanında olmasaydın, muhakkak senin boynunu vururdum!" dedi. Peygamberimiz (a.s.) kalkıp devesinin üzerine oturunca,[335] kötü adam Beyhara, devenin böğrünü ansızın dürttü. Deve, sıçrayıp kalkarken, Peygamberimiz (a.s.)ı yere düşürdü! Mekke'de Müslüman olan kadınlardan Dubâa binti Âmirb. Kurt da, o gün, Benî Âmirlerden olan amcalarının oğullarını ziyaret için gelmişti ve o sırada Benî Âmirlerin yanında bulunuyordu. Dubâa Hatun Peygamberimiz (a.s.)a yapılan hakareti görür görmez: "Ey Âmir hanedanı! Gözünüzün önünde şu Allah'ın Resûlüne yapılanı görüp de, içinizden benim için onu koruyacak hiçbir kimse yok mu?!" dedi. Amcalarının oğullarından üç kişi, hemen kalkıp Beyhara'nın üzerine yürüdüler.[336] Hazn b. Abdullah ile Muaviye b. Ubâde de, Beyhara'ya yardım etti.[337] Âmir oğullarından her biri, Beyhara ve yardımcılarından birini tutup yere yıktılar. Göğüslerinin üzerine oturup, yüzlerini tokatladılar. Allah onlardan razı olsun! Peygamberimiz (a.s.), kendisini kayıranlar hakkında: "Ey Allah! Şunlara bereketini ihsan et!"[338] Beyhara ve yardımcıları aleyhinde de: "Ey Allah! Onları da rahmetinden uzaklaştır!" diyerek dua etti. Peygamberimiz (a.s.)ı kayıran üç kişiden ikisi Sehl'in oğulları Gıtrîf (Gatîf)ve Gatafan, birisi de Urve (Uzne) b. Abdullah olup,[339] bunlar sonradan Müslüman oldular ve Allah yolunda şehit olarak öldüler.[340] Ötekiler ise küfür ve şirk üzere ölüp gittiler.[341] Benî Âmirlerin, çok yaşlı olması dolayısıyla hac mevsimlerine katılamayan ihtiyar bir adamları vardı. Benî Âmirler, yurtlarına döndükçe, olan bitenleri ona anlatırlardı. Bu yıl da, hac mevsiminden dönüp yurtlarına geldikleri zaman, ihtiyar adam onlara yine mevsimde olan bitenleri sormuştu. Benî Âmirler de: "Kureyşîlerden, Abdulmuttalib oğullarından, yanımıza bir genç gelmişti. Kendisinin peygamber olduğunu söylüyor, işinin üzerinde kendisiyle birlikte durmaya, kendisini korumaya, yurdumuza getirmeye bizi davet ediyordu" dediler. İhtiyar, hemen ellerini başının üzerine koydu.[342] Sonra da: "Ey Âmir oğulları! Kaçırılan bu fırsat telâfi edilebilecek mi?! Ağdan kurtulan, yakalanmaya çalışılan av yakalanabilecek mi?! Filanın varlığı Kudret Elinde bulunan Allah'a andolsun ki; İsmail oğullarından hiçbirisi şimdiye kadar yalan yere peygamber olduğunu söylememiştir! Elbette ki, onun söylediği hak ve gerçekti ![343] Sizin o isabetli görüşünüz o sırada nerede idi?![344] Siz, herhalde, o sıradaki görüşünüzde hazır bulunmamışsınızdır!" diyerek onları kınadı.[345] Peygamberimiz (a.s.) Benî Muharib b. Hasafa'ların bulundukları yere kadar gitti. Onların içinde bulunan yüzyirmi yaşındaki bir şeyhle konuştu. Onu İslâmiyete, ve Rabbinin elçilik vazifesini tebliğ edinceye, yerine getirinceye kadar da kendisini korumaya davet etti. Benî Muharib'lerin şeyhi: "Ey adam! Senin haberini kendi kavmin daha iyi bilir![346] Vallahi, seni alıp yurduna götüren bir kimse, şu mevsim halkının götürmediği kötülüğü götürmüş olur! Sen kendini bizden uzak tut!" dedi.[347] O sırada Ebu Leheb gelmiş, ihtiyar Muhariblinin söylediklerini dinlemişti. Onun başına dikilerek: "Eğer şu mevsim halkının hepsi senin gibi cevap verseydi, o, üzerinde durduğu dini bırakırdı. Kendisi, dinini bırakmış bir yalancıdır!" dedi. İhtiyar da: "Sen, vallahi, onu daha iyi bilirsin: O senin kardeşinin oğludur ve senin etindendir. Ey Ebu Uttıe! Belki de onda bir delilik vardır. Bizim yanımızda, bu hastalığı tedavi eden bir adam var!" dedi. Ebu Leheb ihtiyarın bu sözüne bir cevap vermedi. Ebu Leheb, Peygamberimiz (a.s.)ı kabilelerden hangi kabilenin yanında görse, hemen orada durup: "Bu, dinini terketmiş bir yalancıdır!" diyerek bağırmakta idi. Peygamberimiz (a.s.)ı, yanlarından ayrılırken arkasından taşlamayan bir kabile kalmadı ![348] Abdullah b. Vâbısatu'l-Absî'nin babasından, babasının da dedesinden rivayetine göre, dedesi demiştir ki: "Mina'daki konak yerlerimizde bulunduğumuz sırada, Resûlullah (a.s.) bize geldi. Biz, o sırada, Hayf mescidinin yanındaki Cemretü'l-ûlâ'da konaklamış bulunuyorduk. Resûlullah (a.s.) devesinin üzerinde, Zeyd b. Harise de terkisinde idi. Bizi İslâmiyete davet etti, ama vallahi biz onun davetini kabul etmedik! Davetini kabul etmeyişimiz, bizim için, hiç de hayırlı olmadı. Halbuki, kendisinin peygamber olarak ortaya çıktığını ve hac mevsimlerinde halkı İslâmiyete davet ettiğini de işitmiş bulunuyorduk. Başımıza dikilip bizi Müslümanlığa davet edince, kabul etmedik! O sırada yanımızda bulunan Meysere b. Mesrûku'l-Absî: 'Vallahi, şu zâtı tasdik etmiş, kendisini bindirip yurdumuzun ortasına götürmüş olsak, muhakkak ki, yerinde bir görüş olur. Vallahi, onun işi muvaffak olacak, ve hatta, her ulaşılacak yere ulaşacaktır!' dedi. Abs kavmi, ona: 'Bırak, bizi üstesinden gelemeyeceğimiz birşeyle karşılaştırma!' dediler. Resûlullah (a.s.), Meysere hakkında ümide düşüp kendisiyle konuştu. Meysere: 'Senin sözünden daha güzeli, daha nurlusu yoktur. Fakat, ne yapayım ki, kavmim bana muhalefet ediyorlar. Kişi ise, kavmiyle birlikte hareket etmek zorundadır. Kavmi ona destek ve yardımcı olursa, düşmanlar ondan daha uzak durur, ona hiç yanaşmazlar!' dedi. Bunun üzerine, Resûlullah (a.s.) oradan ayrıldı. Abs kavmi de, yurtlarına dönmek üzere, konak yerlerinden ayrıldılar. Meysere, onlara: 'Bizi götürürken, Fedek'e yönelin! Orada Yahudiler vardır. Onlara bu zâtı bir soralım bakalım?' dedi. Yahudilerin yurduna yönelip yanlarına vardılar. Yahudiler, Benî Abs'lere bir Kitab çıkartıp ortaya koydular. Onda, Resûlullah Al eyhisselamın anıldığı yeri okudular: 'O Peygamber, ümmîdir ve Arabdır. Deveye, merkebe biner, ekmek kırıntılarını yemekle yetinir. Ne uzun, ne de kısa boyludur. Ne kıvırcık, ne de düz saçlıdır. Kendisinin gözlerinde hafif kırmızılık vardır. Teni pembedir.1 [Kitab'dan bunu okuduktan sonra, Yahudiler]: 'Eğer o sizi getirdiği dine davet ederse, onun davetini kabul edin ve onun dinine girin! Bizler ise, onu kıskanırız ve ona tâbi olmayız. Onun eliyle, bize, birtakım savaşlarda büyük belalar gelecektir. Araplardan da, ona tâbi olmayan, onunla çarpışmayan hiç kimse kalmayacaktır! Siz, ona tâbi olanlardan olun!1 dediler. Bunun üzerine, Meysere, Benî Abs'lere: 'Ey kavmim! İşte, iş apaçık meydana çıktı!' dedi. Benî Abs'ler: 'Önümüzdeki yıl, hac mevsiminde döner, onunla buluşuruz' dediler, yurtlarına döndüler. Fakat, Benî Abslerin ileri gelenleri hac mevsiminde buna razı olmadıkları için, onlardan hiçbirisi Resûlullah (a.s.)a tâbi olamadı. Resûlullah (a.s.), Medine'ye hicret ettikten sonra, Mekke'ye gelerek Veda Haccını yaptığı zaman, Meysere Resûlullah (a.s.)la karşılaştı ve hemen onu tanıdı: 'Yâ Rasûlallah! Vallahi, senin bize geldiğin günden beri, sana tâbi olmayı özlemekten geri durmadım. Bildiğin gibi, Allah, Müslümanlığımı geciktirmemden başkasına razı olmadı. O gün benim yanımda bulunmuş olan kimselerin hepsi ölüp gitmiş bulunuyorlar. Ey Allah'ın Peygamberi! Onların girdikleri yer neresidir?' diye sordu. Resûlullah (a.s.): 'Her kim İslâmiyetten başka din üzerinde ölmüş ise, o, ateş (Cehennem) içindedir!' buyurdu.[349] Meysere: 'Hamdolsun o Allah'a ki, beni[350] senin sayende ateşten (Cehennemden)[351] kurtardı' deyip hemen Müslüman oldu. Ve iyi birMüslüman oldu."[352] Allah ondan razı olsun![353]
Peygamberimiz (a.s.)ın Hz. Sevde ile Evlenişi Nübüvvetin onuncu yılı, Ramazan ayında,[354] Osman b. Maz'un'un zevcesi Havle Hatun, Peygamberimiz (a.s.)ın evine gelip:[355] "Yâ Rasûlallan! Evine girince, sanki Hatice'nin yokluğunu görür gibi oldum!" dedi. Peygamberimiz (a.s.): "Evet, öyledir. O, çocukların anası, evin sahibesi, görüp gözeticisi idi" buyurdu.[356] Havle Hatun: "Yâ Rasûl ali ah! Evlenmez misin?" dedi. Peygamberimiz (a.s.): "Kiminle?" diye sordu. Havle Hatun: "Kız istersen kızla, dul istersen dulla!" dedi. Peygamberimiz (a.s.): "Dul olan, kimdir?" diye sordu. Havle Hatun: "Zem'a'nın kızı Sevde'dir! Sana iman etmiş, söylediklerine tâbi olmuştur" dedi. Peygamberimiz (a.s.): "Haydi, git! Benim için dünürlük et!" buyurdu. Havle Hatun, Hz. Sevde'nin yanına vardı. Ona: "Yüce Allah, senin üzerine, hayır ve bereketten neyi indirdi, biliyor musun? dedi. Hz. Şevde: "Nedir o hayr ve bereket?" diye sordu. Havle Hatun: "Resûlullah (a.s.), seni kendisine istemek üzere, beni gönderdi" dedi. Hz. Şevde: "Sen, bunun olmasını istiyorsan, babamın yanına git! Bunu ona söyle!" dedi. Zem'a; çok yaşlı ve yaşlılığı sebebiyle hacdan geri kalmış bir ihtiyardı. Havle Hatun, onun yanına girip, kendisini Cahiliye devri selamıyla selamladı. Zem'a: "Kim bu?" diye sordu. Havle Hatun: "Hakîm'in kızı Havle!" dedi. Zem'a: "Başında ne hal var?" diye sordu. Havle Hatun: "Muhammed b. Abdullah, kendisine Sevde'yi istemek üzere, beni gönderdi" dedi. Zem'a: "Doğrusu, çok şerefli bir eşittir! Arkadaşın (Şevde), buna ne diyor?" dedi. Havle Hatun: "Bunu senin arzuna bıraktı" dedi. Zem'a: "Öyle ise, onu benim yanıma çağır!" dedi. Havle Hatun, Hz. Sevde'yi çağırdı. Zem'a: "Kızcağızım! Bu Havle, Muhammed b. Abdullah b. Abdulmuttalib'in, kendisini, seni kendisine istemek üzere gönderdiğini söylüyor. O, gerçekten, şerefli bir eşittir. Seni ona nikahlamamı istiyor musun?" diye sordu. Hz. Şevde: "Evet!" dedi.[357] Fakat, Hz. Şevde, vefat eden kocasından beş-altı küçük çocuğu bulunduğu için, Peygamberimiz (a.s.)la evlenmeye cesaret edemiyordu. Peygamberimiz (a.s.), onun tereddüt ettiğini görünce: "Senin benimle evlenmene engel olan nedir?" diye sordu. Hz. Şevde: "Vallahi, ey Allah'ın Peygamberi! Yaratılmışlardan, bana, senden daha sevgilisi olamazken, benim seninle evlenmeme ne engel olabilir? Fakat, şu küçük çocukların, sabah akşam senin başında bağırıp çağırmaları olmasa; ben bu işi seni memnun ve mesrur etmek için seve seve yaparım" dedi. Peygamberimiz (a.s.): "Senin benimle evlenmene, bundan başka, engel olan birşey var mı?" diye sordu. Hz. Şevde: "Yoktur vallahi!" dedi. Peygamberimiz (a.s.): "Allah sana rahmet etsin![358] Develere binen Arap kadınlarının hayıriısı[359] Kureyş kadınlarının yararlısı olup,[360] onlar küçük çocuğuna karşı en çok şefkat gösterir, kocasına da elindeki işi hususunda en çok riayet eder" buyur-du.[361] Hz. Şevde: "Yâ Rasûl ali ah! Ne yapmamı bana emir buyurursun?" diye sordu. Peygamberimiz (a.s.): "Seni bana nikahlaması için, kavminden bir adama emret!" buyurdu. Hz. Şevde de, Hâtıb b. Amr'a emretti. Hz. Şevde, Hz. Hatice'den sonra, Peygamberimiz (a.s.)ın ilk evlendiği hatundu. Bu evlilik, nübüvvetin onuncu yılı Ramazan ayının içinde vuku buldu.[362]
Kureyş Müşriklerinin Peygamberimiz (a.s.)dan Safâ Tepeciğini Altına Çevirmesini İstemeleri Kureyş müşrikleri, bir gün, Peygamberimiz (a.s.)dan bir mucize getirmesini istediler. Peygamberimiz (a.s.), onlara: "Size hangi şeyi getirmemi istiyorsunuz?" diye sordu. Müşrikler: "Safa tepeciğini bizim için altın yap!" dediler. Peygamberimiz (a.s.): "Ben bunu yaparsam, beni tasdik eder, doğrular mısınız?" diye sordu. Müşrikler: "Evet! Tasdik ederiz! Vallahi, sen bunu yaparsan, muhakkak, topyekün sana tâbi oluruz![363] Eğer senin söylediklerin hak ve gerçekse ve bizim iman etmemiz seni sevindirecekse, haydi, Safa tepeciğini bizim için altına çevir![364] Safa tepeciğini bize altın yapması için Rabbine dua et! Biz de sana iman edelim!" dediler. Peygamberimiz (a.s.), onlara: "Dediğinizi yapar mısınız?" diye sordu. Kureyş müşrikleri: "Evet! Yaparız!" dediler.[365] Yemin de ettiler.[366] Bunu isteyenler, Kureyş müşriklerinden: Nadr b. Haris, Ümeyye b. Halef, Ebu Cehil Amr b. Hişam idi .[367] Bunun üzerine, Peygamberimiz (a.s.) Yüce Allah'a dua etti.[368] Cebrail (a.s.) gelip:[369] "Yâ Muhammed![370] Yüce Rabbin sana selam ediyor ve: 'İstersen, onlar için, Safa tepeciğini altın yapayım. Fakat, bundan sonra onlardan kim küfre kalkışırsa, işte o zaman, Ben onları muhakkak ki âlemlerden hiçbirisini azaplandırmadığım bir azapla azaba uğratırım![371] İstersen, istediklerini yerine getirmeyeyim de,[372] kendilerine tevbe ve rahmet kapısını açık tutayım?1 buyuruyor" dedi.[373] Rahmetenli'l-âlemîn olan Peygamberimiz (a.s.): "Hayır! Safâyı altın yapıp da, onları azaba çarpma![374] Bilakis, onlara tevbe ve rahmet kapısını açıktut![375] Tevbekâr oluncaya kadar, onları bırak!" diyerek dua etti.[376] Süheylî'nin İbn İshak'tan nakline göre; müşrikler de, korkarak, bu yoldaki isteklerinden vazgeçtil-er.[377] Peygamberimiz (a.s.)dan istemiş oldukları şey için, "İstemiyoruz!" dediler.[378] İşte: "Bizi, (Kureyşflere) âyetler (mucizeler) göndermemizden alıkoyan, ancak, öncekilerin onları yalanlamış olduklarıdır. Biz, Semûd'a, gözleri göre göre o dişi deveyi verdik de, (onu öldürdüler ve) bu yüzden kendilerine yazık ettiler! Halbuki, Biz âyetleri (azab ve helak etmek için değil), ancak (âhiret azabından) korkutmak için göndeririz" (İsrâ: 59) mealindeki âyetin bunun üzerine nazil olduğu rivayet edildiği gibi;[379] "Allah'a, yeminlerinin bütün hızıyla and ettiler ki, eğer kendilerine bir âyet (bir mucize) gelirse, her halde iman edecekler! De ki: 'Âyetler, ancak Allah'ın nezdindedir.' O geldiği zaman da, onların, muhakkak, yine iman etmeyeceklerinin farkında değil misiniz?" (En'am: 109) mealindeki âyetin de bunun üzerine nazil olduğu rivayet edilir.[380]
Peygamberimiz (a.s.)la Alay Eden Müşrikler ve Akıbetleri Peygamberimiz (a.s.), bir gün, Kureyş müşriklerinden Velid b. Mugîreye, Ümeyye b. Halef'e, Ebu Cehil Amr b. Hişam'a rastlamıştı. Bunlar; kaşlarını göllerini oynatarak, Peygamberimiz (a.s.)la alay ettiler.[381] Başlarıyla Peygamberimiz (a.s.)a işaret ederek: "Bu da, kendisinin peygamber olduğunu ve yanında Cebrail bulunduğunu sanıyor!?" dediler.[382] Onların bu tutum ve davranışları Peygamberimiz (a.s.)ın çok ağırına gitti. Bunun üzerine, Yüce Allah, indirdiği âyetlerde mealen şöyle buyurdu: "Andolsun ki, senden önceki peygamberlerle de alay edildi de, eğlenmekte oldukları şey, içlerinden o maskaralık edenleri, çepeçevre kuşatıverdi! De ki: 'Yeryüzünde gezip dolaşın! Sonra da, bakın ki, (peygamberleri) yalanlayanların sonu nice olmuştur!'"[383] Peygamberimiz (a.s.); karşılaştığı her türlü eza, cefa, istihza ve yalanlamaya katlanarak ve âhirette sevabını umarak, Yüce Allah'ın emriyle, kavmine öğüt vermeye devam etti.[384] Peygamberimiz (a.s.)la alay eden müşrik ulularından: Esved b. Muttalib, Esved b. Abdi Yağus, Velid b. Mugîre, Âsb.Vâil, Haris b. Tulaytıla kötülüklerini sürdürdükleri ve Peygamberimiz (a.s.)la alaylarını çoğalttıkları zaman, Yüce Allah, Peygamberimiz (a.s.)a âyetler indirdi[385]ve indirdiği âyetlerde meal olarak şöyle buyurdu: geliriz!) Onlar, yakında (uğrayacakları akıbetleri) bileceklerdir! Andolsun; biliyoruz ki, onların söyleyip durduklarından göğsün daralıyor!" (Hicr: 95-97) Cebrail (a.s.), bir gün, gelip, Kabe'de Peygamberimiz (a.s.)ın yanına dikilmişti. Kureyş müşriklerinin Peygamberimiz (a.s.)la alay edenlerinden: Esved b. Muttalib, Esved b. Abdi Yağus, Velid b. Mugîre, Âs b. Vâil, Haris b. Tulaytıla, o sırada, Kabe'yi tavaf ediyorlardı.[386] Esved b. Abdi Yağus, Peygamberimiz (a.s.)ın yanına gelince, Cebrail (a.s.): "Sen bunu nasıl buldun?" diye sordu. Peygamberimiz (a.s.): "Benim dayım olmakla beraber, Allah'ın kötü bir kuludur!" buyurdu. Cebrail (a.s.): "Biz, senin için onun hakkından geliriz!" dedi. Ondan sonra, Peygamberimiz (a.s.)ın yanına, Âs b. Vâil geldi. Cebrail (a.s.): "Bunu nasıl buldun?" diye sordu. Peygamberimiz (a.s.): "Bu da Allah'ın kötü bir kuludur!" buyurdu. Cebrail (a.s.): "Biz, senin için onun hakkından geliriz!" dedi. Ondan sonra, Peygamberimiz (a.s.)ın yanına, Velid b. Mugîre geldi. Cebrail (a.s.): "Bunu nasıl buldun?" diye sordu. Peygamberimiz (a.s.): "Bu da Allah'ın kötü bir kuludur!" buyurdu. Cebrail (a.s.): "Biz, senin için onun hakkından geliriz!" dedi. Sonra, Esved b. Muttalib geldi. Cebrail (a.s.): "Bunu nasıl buldun?" diye sordu. Peygamberimiz (a.s.): "Bu da Allah'ın kötü bir kuludur!" buyurdu. Cebrail (a.s.): "Biz, senin için onun hakkından da geliriz!" dedi.[387] Bunların hepsi de, birer musibete uğrayarak, Bedir savaşından önce ölüp gittiler.[388]
Ebu Cehil'in Peygamberimiz (a.s.)ın Secdede Boynunu Çiğnemeye Yemin Edişi Ebu Cehil,[389] bir gün, Kureyş azgınlarından bir topluluğun içinde:[390] "Vallahi,[391] Muhammed'i[392] Kabe'nin yanında[393] namaz kılarken görecek olursam, muhakkak, onun boynunu çiğnerim!" demişti.[394] Peygamberimiz (a.s.): "Eğer o bunu yapmaya kalkacak olursa, [395] muhakkak, zebanilerden, başları gökte, ayakları yerde oniki melek iner[396], açıktan[397] kendisini yakalayıverirler!" buyurdu.[398] Peygamberimiz (a.s.) namaz kıldığı sırada,[399] Ebu Cehil haber alıp acele[400] geldi.[401] "Yâ Muhammed![402] Ben seni[403] bundan[404] men etmedim mi?[405] Ben seni bundan men etmedim mi? Ben seni bundan men etmedim mi?" dedi.[406] Peygamberimiz (a.s.), namazdan dönünce,[407] onu azarladı.[408] Ebu Cehil: "Yâ Muhammed![409] Sen beni nasıl azariarsın?[410] Sen de bilirsin ki,[411] şu vadide benim meclisimden daha kalabalık bir meclis yoktur![412] Vallahi, istersem, şu vadiyi sana karşı süvariler ve piyadelerle doldururum!" dedi.[413] Ebu Cehil, Kureyş müşriklerinden bir topluluğa: "Muhammed sizin aranızda hâlâ yüzünü toprağa sürüyor mu?!" diye sormuştu. "Evet! Sürüyor!" denilince, Ebu Cehil: "Lâtve Uzzâ'ya andolsun ki; ben onu böyle yaparken görürsem, ya onun boynuna basarım, ya da yüzünü toprağa sürerim!" dedi.[414] Namaz kıldığı sırada, Peygamberimiz (a.s.)ın yanına vardı. Kendisinin birdenbire Peygamberimiz (a.s.)ı bırakıp geri döndüğü ve elleriyle korunduğu görüldü! Kendisine: "Sana ne oldu?" diye sorulunca: "Onunla benim aramda ateşten bir hendek! Korkunç birşeyler, birtakım kanatlar!" dedi. Peygamberimiz (a.s.) da: "Eğer bana yaklaşmış olsaydı, melekler kendisinin uzuvlarını birer birer koparırlardı!" buyurdu.[415] Hz. Abbas da, bu husustaki bir müşahedesini şöyle anlatmıştır "Bir gün Mescid-i Haram'da idim. Oraya Ebu Cehil geldi: 'Andolsun ki; secdede görürsem, Muhammed'in boynuna basacağım!' dedi. O sırada, Resûlullah (a.s.) geldi. Ebu Cehil'in söylediği sözü kendisine haber verdim. Son derecede kızdı, ve Mescid-i Haram'a kapısından girmeyi beklemeyerek, hemen duvarından aşarak girdi. Kendi kendime: 'Bu, kötü ve uğursuz bir gündür!1 dedim. Hemen, izarımı toplayıp, ben de arkasından gittim. Resûlullah (a.s.), Alak sûresini başından sonuna kadar okudu ve secde etti. Ebu Cehil'e: 'Ey Ebu'l-Hakem! İşte, Muhammed secdede!' dediler. Ebu Cehil: 'Siz benim gördüğümü görmüyor musunuz?! Vallahi, gök ufku gerilip önümü kapattı!1 dedi."[416]
Peygamberimiz (a.s.)ın Ebu Cehil'e, İraş'a Olan Borcunu Ödettirişi İraş b. Amr diye anılan[417] bir adam devesine binip Mekke'ye gelmiş, Ebu Cehil de ondan devesini satın almıştı. Fakat, ona devesinin bedelini ödemeyi geciktirmiş, uzatmış durmuştu. Adamcağız, Kureyşîlerin toplandıkları yere vardığı sırada, Peygamberimiz (a.s.), Mescid-i Haram'ın bir köşesinde oturuyordu. İraş b. Amr: "Ey Kureyş cemaatı! Ben garib, yolcu bir adamım! Ebu'l-Hakem Amr b. Hişam'daki hakkımı almak için, bana kim yardım eder?" diye sordu. Orada oturanlar, Ebu Cehil'in Peygamberimiz (a.s.)a olan düşmanlığını bile bile, alay için, Peygamberimiz (a.s.)ı göstererek: "Şu oturan adamı görüyor musun? Sen ona git! O, senin ondaki hakkını almakta sana yardım eder!" dediler. Adamcağız, varıp Peygamberimiz (a.s.)ın başucuna dikildi: "Ey Allah'ın kulu! Ebu'l-Hakem Amrb. Hişam, bana hakkımı ödememekte baskın çıktı. Ben garib ve yolcu bir adamım! Şu cemaattan, ondaki hakkımı almakta bana yardım edecek bir adam sormuştum. Onlarda, bana seni gösterdiler. Sen ondan benim hakkımı alıver! Allah seni rahmetiyle esirgesin!" dedi. Peygamberimiz (a.s.), hemen kalkıp, onunla birlikte Ebu Cehil'e gitti. Kureyş cemaatı Peygamberimiz (a.s.)ın kalkıp adamla birlikte gittiğini görünce, yanlarındaki adamlardan birine: "Onu takip et; bak, gör ne yapacak?!" dediler. Peygamberimiz (a.s.) Ebu Cehil'in evine kadar gitti, kapısını çaldı. Ebu Cehil, içeriden: "Kim o?" diye sordu. Peygamberimiz (a.s.): "Ben Muhammed'im! Hemen yanıma çık!" buyurdu. Ebu Cehil Peygamberimiz (a.s.)ın yanına çıktı. Kendisinin yüzü sararmış, benzi değişmişti. Peygamberimiz (a.s.), ona: "Ver şu adamın hakkını!" buyurdu. Ebu Cehil: "Olur!" dedi. Hemen içeri girdi. Hiç güçlük çıkarmadan, adamcağızın hakkını getirip kendisine verdi. Peygamberimiz (a.s.), İraş'a: "Git artık işinin başına!" buyurdu. Kendisi de oradan ayrıldı. Kureyş cemaatının gönderdikleri adam yanlarına gelince, ona: "Ne gördün?" diye sordular. Adam: "Şaşılacak şeylerden şaşılacak şey gördüm! Vallahi, o Ebu'l-Hakem'in kapısını çalar çalmaz, Ebu'l-Hakem hemen onun yanına çıktı ve benzi sarardı. Ebu'l-Hakem'e: 'Ver şu adamın hakkını!' dedi. Ebu'l-Hakem de: 'Olur!1 dedi. Hemen içeri girdi. Hiç güçlük çıkarmadan, adamın hakkını getirip ödedi" dedi. İraş da, Kureyşîlerin meclislerine gelip: "Allah o zât hayırla mükâfatlandırsın! Vallahi, o benim hakkımı Ebu'l-Hakem'den alıverdi!" dedi.[418] Çok geçmeden, oraya Ebu Cehil de geldi. Mecliste bulunanlar, ona: "Ne oldu sana? Vallahi, biz, şimdiye kadar, senin yaptığın şeyin bir benzeri daha görmedik!" dediler. Ebu Cehil: "Vallahi, o kapımı çalar çalmaz, onun sesini duyar duymaz, içime bir korku doldu! Kendisinin yanına çıktığım zaman, başının üzerinde, develerden öyle bir puğur gördüm ki, şimdiye kadar ben onun gibi büyük başlısını,boyunlusunu ve dişlisini hiç görmemişimdir! Vallahi, adamın hakkını ödemekten kaçınsaydım, muhakkak o puğur beni yiyiverir, yutuverirdi![419] Hemen adamın hakkını verdim!" dedi. Orada bulunan cemaat: "Bu da onun sihirlerinden biridir!" dediler.[420]
Âs b. Vâil'in Habbab'a Olan Borcunu Ahirette Ödeyeceğini Söylemesi Ashabdan Habbab b. Eret, Cahiliye devrinde,[421] Mekke'de demirci idi.[422] Kılıç yapandı. Yaptığı ve sattığı kılıçlardan,[423] Âs b. Vâil'in üzerinde toplanmış bir hayli dirhem[424] alacağı vardı. Alacağını istemek üzere, onun yanına gitti.[425] Âs b. Vâil: "Sen Muhammed'i inkâr etmedikçe, sana birşey ödemem!" dedi. Habbab b. Eret: "Vallahi, sen ölünceye ve öldükten sonra dirilinceye kadar, ben onu inkâr etmem!" dedi.[426] Âsb.Vâil: "Ben öldükten sonra dirilecek miyim?" diye sordu. Habbab b. Eret: "Evet! Dirileceksin!" dedi.[427] Âs b. Vâil: "Siz, Cennette gümüş, altın, ipek ve her çeşit meyveler bulunduğunu söylüyorsunuz, değil mi?" diye sordu. Habbab b. Eret: "Evet!" dedi.[428] Âs b. Vâil: "Ey Habbab! Dinine tâbi olduğunuz sahibiniz şu Muhammed de, Cennetliklerin Cennette altından, gümüşten, giyileceklerden ve hizmetçilerden istediklerini hazır bulacaklarını söylemiyor mu?" diye sordu. Habbab b. Eret: "Evet!" dedi. Âsb.Vâil: "O halde, ey Habbab! Sen bana Kıyamet gününe kadar mühlet ver! Ben Cennet yurduna döneceğime,[429] bana o zaman mal ve evlat verilecek olduğuna,[430] mal ve evladıma döneceğime göre,[431] bendeki hakkını da sana o zaman orada öderim!"[432] diyerek, Kufâm Kerîm'in Cennette mü'minlere verilecek nimetler hakkındaki âyetleriyle alay etmek istedi.[433] "Vallahi, ey Habbab! Ne sen, ne de sahibin ve sahiplerin, Allah katında benden daha iyi ve bu hususta daha nasipli olamazsınız![434] Vallahi, senin söylediğin gerçekleşecek olsaydı, orada ben muhakkak senden daha üstün olurdum!" dedi.[435] Yüce Allah, Âs b. Vâil hakkında âyetler indirdi.[436] İndirdiği âyetlerde, meal olarak şöyle buyurdu: "Şu âyetlerimizi tanımayan ve 'Bana elbette mal ve evlat verilecek!' diyen adamı gördün mü? O gayba mı vâkıf olmuş? Yoksa, çok Esirgeyen (Allah) katından, bir ahid mi almış? Hayır! Öyle değil! Biz, onun söylemekte olduğu (sözü) yazar, azabını da uzattıkça uzatırız! Onun söyleyegeldiğine, Biz mirasçı olacağız ve o, Bize tek başına gelecektir!"[437]
Peygamberimiz (a.s.)ın Süveyd b. Sâmit'le Görüşüp Kendisini İslamiyete Davet Edişi Medineli Evs kabilesinden Amr b. Avf oğullarının kardeşi Süveyd b. Sâmit, hac veya umre için, Mekke'ye gelmişti.[438] Kendisine, kabilesi içinde, cesareti, şiirleri, yaşlılığı,[439] soyu ve şerefliliği ile,[440] "Kâmil" ismi verilmişti. Peygamberimiz (a.s.), Süveyd'in Mekke'ye geldiğini işitince, gidip[441] onu Yüce Allah'a imana,[442] Kur'ârvı Kerîm okuyup-kendisini İslâmiyete davet etti.[443] Süveyd İslâmiyeti ne kabul etti,[444] ne de ondan uzaklaştı.[445] Kur'ân-ı Kerîm hakkında da: "Hiç şüphesiz, bu, güzel bir sözdür![446] Belki de, sende olan, benim yanımdakinin benzeridir!" dedi. Peygamberimiz (a.s.): "Senin yanındaki nedir?" diye sordu. Süveyd: "İçinde Lokman'ın hikmetli sözleri yazılı Mecelle (Mecmua)!" dedi.[447] Peygamberimiz (a.s.): "Onu bana okusana?" buyurdu. Süveyd onu Peygamberimiz (a.s.)a okudu.[448] Peygamberimiz (a.s.): "Şüphesiz ki, bu, güzel bir sözdür. Fakat, benim yanımdaki, Allah'ın bana indirdiği.[449] Allah'ın Kelamı olan[450] Kur'ân[451] bundan daha güzel,[452] daha üstündür! O, hidayet ve nurdur!" buyurdu.[453] Süveyd, dönüp Medine'ye, kavminin yanına gitti. Çok geçmeden de, Hazrecîler tarafından öldürüldü.[454] Kabilesi halkından bazı kimseler: "Biz onun Müslüman olduğu halde öldürüldüğünü gördük!" demişlerdir.[455] Böyle ise, Allah ona rahmet etsin![456]
Kureyş Müşrikleriyle İttifak Kurmaya Gelen Medinelilerin İslamiyete Davet Edilişi Ebu'l-Hayser Enes b. Rafi', kavmi olan Abduleşhel oğullarından, içlerinde İyas b. Muaz'ın da bulunduğu bazı gençlerle Mekke'ye gelmişti. Maksatları; Hazrecîlere karşı, Kureyşîlerle bir ittifak antlaşması yapma çareleri aramakü. Peygamberimiz (a.s.), onların geldiğini işitince, gidip yanlarına oturdu ve onlara: "Sabahlamak üzere geldiğiniz şeyden, sizin için daha hayırlısı yok mudur?" diye sordu. "Nedir o daha hayırlı olan şey?" dediler. Peygamberimiz (a.s.): "Ben Allah'ın Resûlüyüm! Allah beni, hiçbir şeyi şerik koşmaksızın Allah'a ibadet etmeye davet edeyim diye kullara gönderdi ve bana Kitab da indirdi" buyurduktan sonra, onlara İslâmiyeti anlattı ve Kur'ân-ı Kerîm okudu. Henüz pek genç yaşta olan İyas b. Muaz: "Ey kavmim! Bu, vallahi, sağlamaya geldiğiniz şeyden daha hayırlıdır!" dedi. Ebu'l-Hayser Enes b. Râfi1, hemen yerden bir avuç toprak alıp İyas b. Muaz'ın yüzüne atıp, onu: "Sen bizi kendi halimize bırak! Hayatım üzerine yemin ederim, biz buraya ondan başkası için gelmiş bulunuyoruz!" diyerek[457]azarlayınca,[458] İyas b. Muaz sustu.[459] Bunun üzerine, Peygamberimiz (a.s.), kalkıp onların yanlarından ayrıldı.[460] Ebu'l-Hayser ve arkadaşları da, Medine'ye döndüler.[461] İyas b. Muaz, çok geçmeden vefat etti. Vefat ederken yanında bulunanlar, onun ruhunu teslim edinceye kadar Yüce Allah'ı tevhid, tekbir ve O'na hamd edip durduğunu işitmişler, Müslüman olarak öldüğünde şüphe etmemişlerdir.[462] Yüce Allah ona rahmet eylesin! Ebu'l-Hayser Enes b. Rafi1 ve arkadaşları Mekke'den Medine'ye döndükten sonra, Kays b. Hâtım da Mekke'ye geldi. Peygamberimiz (a.s.) onu da İslâmiyete davet etti. Kays: "Sen beni bu yıl bırak da, işimin üzerinde bir düşüneyim, sonra senin yanına yine gelirim!" dedi. Fakat, gelecek yıldan önce öldü, gelemedi.[463]
Peygamberimiz (a.s.)ın Akabe'de Medineli Altı Hazrecî ile Buluşup Görüşmesi Peygamberimiz Aleyhisselaım, nübüvvetin onbirinci yılında,[464] hac mevsiminde Akabe'de bulunduğu sırada idi ki, Yüce Allah'ın kendilerine hayır murad ettiği Medineli Hazrecîlerden küçük bir toplulukla karşılaştı .[465] Başka bir deyişle; Yüce Allah, İslâmiyeüe şereflendirmek istediği Medinelilerden, başlarını kazıtıp ihramdan çıkmış bazı kişilere, Peygamberimiz (a.s.)ı sevketti.[466] Ki, onlar: Es'ad b. Zürâre, Avf b. Haris, Râfi1 b. Malik, Kutbe b. Âmir, Ukbe b.Âmir, Câbirb. Abdullah idi.[467] Peygamberimiz (a.s.), onlara: "Siz, kimlersiniz?" diye sordu. Onlar: "Hazrec kabilesinden bazı kişileriz!" dediler. Peygamberimiz (a.s.): "Yahudilerin dost ve müttefikleri olan Hazrecîlerden misiniz?" diye sordu. Onlar: "Evet!" dediler. Peygamberimiz (a.s.): "Oturmaz mısınız? Sizinle biraz konuşayım" buyurdu. Onlar: "Olur" dediler, oturdular. Peygamberimiz (a.s.) onları Yüce Allah'a imana davet ve kendilerine İslâmiyeti arz ve teklif etti, Kur'ân-ı Kerîm okudu. Yüce Allah, Medinelilere İslâmiyetle yapacağı ihsanı yaptı. Yahudiler, Kitab ve ilim sahibi idiler. Medine'nin yerlisi olan Evs ve Hazrecîler ise putperest idiler. Bunlar, kendi yurtlarında Yahudilerle çarpışır dururlardı. Aralarında birşey çıktıkça, Yahudiler bunlara: "Bir peygamber gönderilmek üzeredir. Onun geleceği zamanın gölgesi düşmüştür. O Peygamber gelince, biz ona tâbi olacağız. Onunla birlik olup, Âd ve İrem kavminin öldürüldükleri gibi, biz de sizi öldüreceğiz!" derlerdi. Peygamberimiz (a.s.), Medineli Hazrecîlerle konuşup kendilerini Allah'a imana davet edince, birbirlerine: "Ey kavmimiz! Biliniz ki: Vallahi bu, Yahudilerin bizi kendisiyle korkuttuğu peygamber olsa gerek! Sakın, Yahudiler ona inanmak ve tâbi olmakta sizi geçmesinler" diyerek, Peygamberimiz (a.s.) m kendilerini davet ettiği şeye icabet ve İslâmiyetten kendilerine teklif edilen şeyleri hemen kabul ve tasdik ettiler. "Biz, kavmimizi, hem birbirlerine karşı, hem de kavmimizden olmayan bir kavme (Yahudilere) karşı, aralarında düşmanlık ve kötülük olduğu halde gerimizde bırakmış bulunuyoruz. Umulur ki, Allah onları senin sayende biraraya toplar. Biz, hemen yanlarına vanp, onları da senin işine, İslâmiyete davet edecek; bizim bu dinden kabul ettiğimiz şeyleri onlara da arz ve teklif edeceğiz. Eğer Allah onları bu din üzerinde birleştirirse, senden daha aziz ve daha şerefli bir kimse olamaz!" dediler.[468] Peygamberimiz (a.s.), onlara: "Siz, Rabbimin elçilik vazifesini halka tebliğ edinceye, yerine getirinceye kadar beni koruyacak, bana yardımcı olacak mısınız?" diye sordu[469] ve kendileriyle birlikte Medine'ye gitmek istedi.[470] Onlar: "Sen de biliyorsun ki, Evs ve Hazrec kabileleri arasında kanlar dökülmüştür. Allah'ın onları senin İslâmiyet işinle doğru yola çıkaracağını çok umuyoruz.[471] Yâ Rasûlallah![472] Biz, Allah ve Resûlü için son derecede gayret göstereceğiz! Fakat, biz, bugün birbirlerine karşı kızgın,[473]birbirlerinden uzaklaşmış,[474] önceki yıl Buasta birbirlerimizle çarpışmış bulunuyoruz. Biz bu durumda iken, eğer sen bugün yanımıza gelirsen, bizim için senin üzerinde toplanma, birleşme hâsıl olmaz![475] Biz sana görüşümüzü sunuyoruz. Sen, Allah'ın ismiyle, biraz bekle![476] Bu yıl bizi serbest bırak![477] Biz kavim ve kabilemizin yanına dönelim.[478] Onlara senin işini haber verelim. Kendilerini Allah'a ve Allah'ın Resûlüne,[479] senin davet ettiğin şeylere[480] davet edelim. Belki Allah aramızı düzeltir,[481] işimizi birleştirir.[482] Allah'ın bizleri senin üzerinde birleştirmesi umulur.[483] Eğer onlar senin üzerinde sözbirliği eder, sana tâbi olurlarsa,[484] senden daha aziz bir kimse olmaz ![485] Biz, sana, gelecek yıl hac mevsiminde gelmeye söz veriyoruz!" dediler.[486] Peygamberimiz (a.s.) da kabul etti.[487] Onlar; gerçekten, inanmış, Peygamberimiz (a.s.)ı ve getirdiklerini doğrulamış olarak yurtlarına dönmek üzere, Peygamberimiz (a.s.)ın yanından ayrı İdi lar.[488] Medine'ye, kavimlerinin yanına vardıkları zaman, Peygamberimiz (a.s.)ı anlatmaya ve onları İslâmiyete davet etmeye koyuldular.[489] Ensar evlerinden, içinde Peygamberimiz (a.s.)ın anılmadığı,[490] İslâmiyetin açıklan-madığı[491] ev kalmadı.[492] Allah onlardan razı olsun![493]
Zekvan b. Abdi Kays'ın Müslüman Oluşu Zekvan b. Abdi Kays da, Es'ad b. Zürâre ile Medine'den Mekke'ye gelerek Peygamberimiz (a.s.)la buluşmuş, Peygamberimiz (a.s.) İslâmiyeti arz ve teklif edip Kur'ân-ı Kerîm okuyunca, Müslüman olmuştur.[494] Yüce Allah ondan razı olsun![495]
[1] Belâzurî, Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 236, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 90, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 1, s. 130.
[2] Belâzurî, Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 236, İbn Seyyid, Uyun, c. 1, s. 129.
[3] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 2, s. 58, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1, s. 227, İbn Seyyid, Uyun, c. 1 , s. 130, Ebu'l-Fidâ,el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 3, s. 123.
[17] İbn İshak, İbn Hişam, c. 2, s. 59, Ahmed b. Hanbel, c. 1,s.362.
[18] İbn İshak, İbn Hişam, c. 2, s. 59, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 1, s. 130-131, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 3, s. 123.
[19] İbn İshak, İbn Hişam, c. 2, s. 59, Taberî, c. 2, s. 219, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 1, s. 1 31, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 3, s. 123.
[20] İbn İshak, İbn Hişam, c. 2, s. 59, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 1, s. 131, Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 123.
[21] İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 1, s. 122, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 5, s. 233, Buhârî, Sahîh, c. 2, s. 98, Müslim , Sahîh, c. 1, s. 54, Neseî, Sünen, c. 4, s. 90-91, Beyhakî, Delâilü'n-nübüvve, c. 2, s. 342-343, Vâhidî, E sbâbü'n-nüzûl, s. 228, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 1, s. 131-132, Zehebî, Târîhu'l-islâm, s. 230, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 3, s. 124.
[22] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 2, s. 59, Beyhakî, c. 2, s. 346, İbn Seyyid, c. 1, s. 131, Zehebî, s. 236, Ebu'l-Fidâ, c. 3, s.123.
[23] İbn İshak, İbn Hişam, c. 2, s. 59, İbn Sa'd, c. 1, s. 122-123, Beyhakî, c. 2, s. 346, İbn Seyyid, 11, s. 131, Zehebî, s. 236,Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 123.
[24] Buhârî, Sahîh, c. 6, s. 18, Müslim, Sahîh, c. 1, s. 54, Vâhidî, E sbâbü'n-nüzûl, s. 228, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 1 , s. 132.
[25] Kasas: 56. M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 2/119-122.
[26] İbn Sa'd. Tabakât. c. 3. s. 543. Zehebı. Târıhu'l-islâm. s. 233. M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 2/122-123.
[27] Belâzurî, Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 236, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 90, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 1 , s. 130.
[28] Belâzurî, c. 1,5.236, İbn Seyyid, c. 1, s. 129.
[29] İbn İshak, İbn Hisam , Sîre, c. 2, s. 57, İbn Esîr, c. 2, s. 90, İbn Seyyid, c. 1, s. 130, İbn Haldun, Târih, c. 2, ks. 2, s. 10, Kastalâni, Mevâhibu'l-ledünniye, c. 1, s. 71.
[30] Belâzuıî, Ensâb, c. 1, s. 236, İbn Esîr, c. 2, s. 90.
[31] Belâzuıî, c. 1, s. 236, İbn Esîr, c. 2, s. 90. Diyarbekrî, Hamis, c. 1, s. 299.
[32] Kastalâni, Mevahib,c.1, s. 71, Diyarbekrî, c. l.s.299.
[34] İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 1 , s. 124, Beyhakî, Delâilü'n-nübüvve, c. 2, s. 349, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 2, s. 47.
[35] İ bn Sa'd, Tabakât, c. 1, s. 1 24, Ebu Davud, Sünen, c. 3, s. 214, Neseî, Sünen, c. 4, s. 79, Beyhakî, c. 2, s. 349, Ebu'l-Ferecİbn Ceraf, el-Vefa, c. 1, s. 208, Zehebî, Târıhu'l-islâm, s. 234, E bu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 3, s. 125, Halebî, c. 2, s. 47.
[36] Beyhakî, c. 2, s. 349, İbn Seyyid, c. 1, s. 132, Zehebî, s. 234, Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 125.
[37] İbn Sa'd, c. 1, s. 123, Ebu'l-Ferec, c. 1, s. 208, Diyarbekn, c. 1.S.301 .Halebî, c. 2, s. 47.
[38] İbn Sa'd, c. 1, s. 123, Beyhakî, c. 2, s. 349, E bu'l-Ferec, c. 1, s. 208, İbn Seyyid, c. 1, s. 1 32, Zehebî, s.234, Ebu'l-Fidâ, c.3, s. 125, Halebî, c. 2, s. 47.
[40] Neseî, Sünen, c. 4, s.79 Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 125.
[41] İbn Sa'd, c. 1, s. 124, Ebu Davud, Sünen, c. 3, s. 214, Nesâî, Sünen, c. 4, s. 79, Beyhakî, c. 2, s. 349, Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 125.
[42] İbn Sa'd, c. 1, s. 123, Beyhakî, c. 2, s. 349, E bu'l-Ferec, c. 1 , s. 208, Zehebî, s. 234, Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 125.
[43] İbn Sa'd, c. 1, s. 124, Ebu Davud, c. 3, s. 214, Nesâî, c. 4, s. 79, Beyhakî, c. 2, s. 349, E bu'l-Ferec, c. 1, s. 208, Zehebî,s.234, Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 125.
[44] İbn Sa'd. Tabakât. c. 1. s. 123-124. M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 2/123-124.
[45] İbn Sa'd, Tabak âtü'l-kübrâ, c. 8, s. 18, Belâzuri, Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 236, İbn Seyyid, Uyünu'l-eser, c. 1, s. 130, İbnHacer, el-İsâbe, c. 4, s. 283, Kastalâni, Mevâhibu'l-ledünniye, c. 1 , s. 73, Diyarbekrî, Hamis, c. 1, s. 301.
[46] İbn İshak.İbn Hişam, Sîre, c. 2, s. 57, İbn Sa'd, c. 8, s. 18, Belâzurî, c. 1, s. 406, Yâkubî, Tâıîh, c. 2, s. 35, Taberî, Târih,c.2, s. 229,Hâkim,Müstedrek, c. 3, s. 182, İbn Abdilberr, İstiâb, c. 4, s. 1 825, İbn Seyyid, c. 1, s. 129-130, Zehebî, Târîhu'l-islâm ,s. 237, İbn Hacer, c. 4, s. 1825, İbn Seyyid, c. 1, s. 129-130, Zehebî, Târîhu'l-islâm, s. 237, İbn Hacer, c. 4, s. 283, Diyarbekrî, c. 1 ,s. 301.
[47] İbn Sa'd, Tabakât, c. 8, s. 18, Belâzurî, c. 1, s. 236, İbn Esir, Kâmil, c. 2 s. 90, Zehebî, s. 236, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye, c. 3,s. 127, İbn Hacer, c. 4, s. 283.
[48] İbn Sa'd, Tabakât, c. 8, s. 1 8, Belâzurî, c. 1, s. 406, Yâkubî, c. 2, s. 35, İbn Abdilberr, c. 4, s. 1825, Zehebî, s. 237, İbnHacer, c. 4, s. 283, Kastalâni, c. 1 , s. 73, Diyarbekrî, c. 1, s. 301.
[49] Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 182, İbn Abdilberr, c. 4, s. 1825, Beyhakî, c. 2, s. 352-353, İbn Esîr, c. 2, s. 90, İbn Seyyid, c.1, s. 1 30, Zehebî, s. 237, Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 127, Kastalâni, c. 1, s. 73.
[50] İbn İshak, İbn Hişam, c. 2, s. 57, İbn Sa'd, c. 8, s. 18, Belâzurî, c. 1, s. 406, Yâkubî, c. 2, s. 35, Taberi, c. 2, s. 229, Hâkim ,c. 3, s. 182, İbn Abdilberr c. 4, s. 1825, İbn Seyyid, c. 1 , s. 129-130, Zehebî, s. 237, Diyarbekrî, c. 1 , s. 301.
[51] İbn Sa'd, Tabakât, c. 8, s. 18, Belâzurî, c. 1, s. 237, 406, Hâkim, c. 3, s. 182, İbn Abdilberr, c. 4, s. 1825, İbn Esîr, Usdu'l-gâbe, c. 7, s. 85, Zehebî, s. 237, İbn Hacer, c. 4, s. 283, Diyarbekrî, c. 1, s. 301 , Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 2, s. 40, Zürkânî, Mevâhibu'l-ledünniye Şerhi, c. 1, s. 294.
[52] İbn Sa'd, c. 8, s. 18, Hâkim, c. 3, s. 182, İbn Hacer, c. 4, s. 283, Diyarbekrî, c. 1, s. 301, Zürkânî, c. 1,s.294.
[53] İbn Sa'd, c. 8, s. 18, Belâzurî, c. 1, s. 237, 406, İbn Hacer, c. 4, s. 283, Diyarbekrî, c. 1, s. 301, Halebî, c. 2, s. 40, Zürkânî,c. 1, s. 294.
[54] İbn İshak, İbn Hişam, c. 57, İbn Seyyid, c. 1, s. 130, Zehebî, s. 237, Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 122, Zürkânî, c. 1, s. 293.
[55] İbn Sa'd, c.1, s. 211, Taberî, c. 2, s. 229, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 91, İbn Seyyid, c. 1, s. 130, Zehebî, s. 237, Ebu'l-Fidâ,c. 3, s. 122, Diyarbekrî, c. 1, s. 302.
[57] Taberî, Târih, c.2, s:. 229, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 91, İbn Haldun, Târih, c. 2, s. ks.2, s. 10.
[58] Kastalâni, Mevâhibu'l-ledünniye, c. 1, s. 73, Diyarbekrî, Hamis, c. 1, s. 301. M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 2/124-125.
[59] İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 1 , s. 123, Ebu'l-Ferec İbn Cevzî, el-Vefa, c. 1, s. 208.
[60] İbn Sa'd, c. 1, s. 211, Ebu'l-Ferec, c. 1, s. 210, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 3, s. 134, Diyarbekrî, Hamis, c. 1, s.302.
[61] İbn İshak, İbn Hişam , Sîre, c. 2, s. 57, İbn Sa'd, c. 1 , s. 211, Ebu'l-Ferec, c. 1, s. 210, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 1, s. 134.
[62] İbn İshak, İbn Hişam, c. 2, s. 58, Taberî, Târih, c. 2, s. 229, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 91, İbn Seyyid, c. 1, s. 130,1 34, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 2, s. 50.
[63] İbn İshak, İbn Hişam, c. 2, s. 57-58, İbn Sa'd, c. 1, s. 211, Taberî, c. 2, s. 229.
[64] Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 3, s. 134, İbn Haldun, Târih, c. 2, ks.2, s. 10.
[65] İbn İshak, İbn Hişam, c. 2, s. 58, Taberî, c. 2, s. 229, Beyhakî, Delâilü'n-nübüvve, c. 2, s. 350, İbn Seyyid, c. 1, s. 130,Zehebî, Târîhu'l-islâm, s. 234, Halebî, c. 2, s. 50.
[66] İ bn S a'd, Tabak âtü'l -k übrâ, c. 1, s. 211, E bu'l-F ere c İbn C evzî, e I-Vefa, c. 1, s. 210-211, Ebu'l-Fidâ, el-Bi dâye ve'n-ni hâye,c. 3, s. 134, Diyarbekrî, Hamis, c. 1, s. 302, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 2, s. 50-51. M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 2/125-127.
[68] Kurtubî, Tefsir, c. 13, s. 26, Diyarbekrî, Hamis, c. 1 , s. 292, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 1, s. 508.
[69] Furkan: 27-29, İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 1, s. 387.
[70] Ebu'l-Ferec İbn Cevzî, el-Vefâ, c. 1, s. 188-189, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 1, s. 103-104, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 1, s. 472.
[71] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 11 3, Dârimî, Sünen, c. 1, s. 26, İbn Mâce, Sünen, c. 2, s. 1336, Beyhakî, Delâilü'n-nübüvve, c. 2, s. 154, Suyûtî, Hasâisü'l-kübrâ, c. 1, s. 301.
[72] Beyhakî, Delâilü'n-nübüvve,0.2,5.197, Kurtubî, Tefsir, c. 15, s. 7, Hâzin, Tefsir, c. 4, s. 3, Suyûtî, Dürru'l-mensür, c. 5, s.258.
[73] Beyhakî, Delâil, c. 2, s. 1 97, Suyûtî, Dürru'l-mensur, c. 5, s. 258.
[74] Zemahşerî, Keşşaf, c. 3, s. 316, Nesefî, Medârik, c. 2, s. 3, Kurtubî, Tefsîr, c. 15, s. 7, Hâzin, Tefsir, c. 3, s.3.
[75] Ebu'l-Fidâ, Tefsîr, c. 3, s. 564, Suyûtî, Dürru'l-mensûr, c. 5, s. 258.
[76] Taberî, Tefsîr, c. 22, s. 152, Ebu'l-Fidâ, Tefsîr, c. 3, s. 564, Suyûtî, c. 5, s. 258.
[77] Beyhakî, Delâil, c. 2, s. 1 97, Suyûtî, c. 5, s. 258.
[78] Kurtubî, Tefsîr, c. 15, s. 7, Hâzin, c. 3, s. 3.
[79] Beyhakî, Delâilü'n-nübüvve, c. 2, s. 197, Suyûtî, Dürru'l-mensûr, c. 5, s. 258.
[83] Taberî, Tefsir, c.2 2, s. 152, Beyhakî, Delâil, c. 2, s. 197, Zemahşerî, Keşşaf, c. 3, s. 316, Nesefî, Medârik, c. 3, s. 3, Kurtubî,Tefsir, c. 15, s. Ebu'l-Fidâ, Tefsir, c. 3, s. 564, Suyûtî, Dürru'l-mensûr, c. 5, s. 258.
[84] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1, s. 303, Hâkim, Müstedrek, c. 1, s. 163, Ebu Nuaym, Delâilü'n-nübüvve, c. 1, s. 192-193,Beyhakî, Delâilü'n-Nübüvve, c. 6, s. 240, Heysemî, Mecmau'z-zevâid, c. 8, s. 228. M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 2/128-133.
[86] İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 1, s. 211 , Belâzurî, Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 237, Ebu'l-Ferec İbn Cevzî, el-Vefâ, c. 1, s. 211 ,İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 1, s. 134, Kastalâni, Mevâhibu'l-ledünniye, c. 1, s. 73, Diyarbekrî, Hamis, c. 1, s. 302.
[87] Belâzurî, Mevâhibu'l-ledünniye, c. 1, s. 73, Diyarbekrî, Hamis, c. 1, s. 302.
[88] İbn Sa'd, Tabakât, c .1 , s. 211, Belâzurî c. 1, s. 237, Ebu'l-Ferec, c. 1, s. 211, İbn Esir, Kâmil, c. 2, s. 91 , İbn Kayyım ,Zâdü'l-mead, c. 2, s. 52, İbn Seyyid, Uyun, c. 1, s. 134, Kastalâni, c. 1, s. 73, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c.2, s. 51.
[89] Heysemî, Mecmau'z-zevâid, c. 6, s. 35, Kastalâni, c. 1, s. 75.
[90] İ bn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 2, s. 60, İbn Sa'd, Tabakât, c. 1, s.211, Belâzurî, c. 1, s. 237, Taberî, Târih, c . 2, s. 229, Ebu'l-Ferec, c. 1, s. 211, İbn Kayyım, c. 2, s. 52, İbn Seyyid, Uyun, c. 1 , s. 134, Zehebî, Târîhu'l-islâm , s. 282, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 3, s.135, İbn Haldun, Târîh, c. 2, ks. 2, s. 10, Heysemî, Mecmau'z-zevâid, c. 6, s. 35, Kastalâni, Mevâhib, c. 1, s. 73,Diyarbekrî, c. 1 , s. 302, Halebî, c. 2, s. 52.
[92] İbn Kayyım, Zâd, c. 2, s. 52, Kastalâni, c. 1, s. 73, Diyarbekrî, c. 1, s. 302.
[93] İbn Haldun, c. 2, ks. 2, s. 10, Halebî, c. 2, s. 51.
[94] İbn İshak, İbn Hişam, c. 2, s. 60, İbn Seyyid, Uyun, c. 1, s. 134, Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 135.
[95] İbn İshak, İbn Hişam, c. 2, s. 60, Taberî, c. 2, s. 229, İbn Kayyım, c. 2, s. 52, İbn Seyyid, c. 1, s. 1 34, Ebu'l-Fidâ,c. 3, s.135, Halebî, c. 2, s. 52.
[96] Ebu Muaym, Delâilü'n-nübüvve, c. 1, s. 295, İbn Kayyım, c. 2, s. 52, Zehebî, s. 282.
[97] İbn İshak, İbn Hişam, c. 2, s. 60, Taberî, c. 2, s. 229, İbn Kayyım, c. 2, s. 52, İbn Seyyid, c. 1, s. 1 34, Ebu'l-Fidâ, c. 3, s.135.
[98] İbn İshak, İbn Hisam, c. 2, s. 60, Taberî, c. 2, s. 229, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 91 , İbn Kayyım, c. 2, s. 52, İbn Seyyid, c. 1 ,s. 134, Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 135.
[99] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 2, s 60, Yâkubî, Târîh, c. 2, s. 36, Taberî, Târîh, c. 2, s. 229-230, Ebu Nuaym, Delâilü'n-nübüvve , c. 1, s. 295, Beyhakî, Delâil, c. 2, s. 415, Ebu'l-Ferec İbn Cevzî, el-Vefâ, c. 1, s. 212, İbn Esîr, Kâm il, c. 2, s. 91 , İbn Seyyid,Uyûnu'l-eser, c. 1, s. 134, Zehebî, Târîhu'l-islâm, s. 282, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 3, s. 135, İbn Haldun, Târîh, c. 2, ks.2, s. 1 0, Diyarbekrî, Hamis, c. 1, s. 302, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 2, s. 52.
[100] İbn İshak, İbn Hişam, c. 2, s. 60, Taberî, c. 2, s. 230, İbn Seyyid, Uyun, c. 1 ,s.134, Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 135, Diyarbekrî,c. 1,5.302.
[101] İbn İ shak, İbn Hişam, c. 2, s. 60, Taberî, c. 2, s. 230, İbn Esîr, c. 2, s. 91, İbn Kayyım, c. 2, s. 52, Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 135, Diyarbekrî, c. 1 , s. 302.
[102] Yâkubî, Târîh, c. 2, s. 36, Ebu Nuaym, Delâil, c. 1, s. 295, Beyhakî, Delâil, c. 2, s. 416, Zehebî, s. 282, Bedrüddin Aynî,Umdetu'l-Kârî, c. 1 5, s. 142, İbn Hacer, Fethu'l-Bârî, c. 6, s. 224.
[103] İbn İshak, İbn Hişam , c. 2, s. 60-61, Taberî, c. 2, s. 230, Ebu'l-Ferec, c. 1, s. 212, İbn Seyyid, c. 1, s. 134, Ebu'l-Fidâ, c.3, s. 1 35, Diyarbekrî, c. 1, s. 302, Halebî, c. 2, s. 52.
[104] İbn İshak, İbn Hişam, c. 2, s. 61, Taberî, c. 2, s. 230, Ebu'l-Ferec, c. 1, s. 212. İbn Esîr, c. 2, s. 91, İbn Seyyid, c. 1, s.1234, Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 135, Diyarbekrî, c. 1, s. 302, Halebî, c. 2, s. 52.
[106] İbn İshak, İbn Hişam, c. 2, s. 61, Taberî, c. 2, s. 230, Beyhakî, Delâil, c. 2, s. 415, Ebu'l-Ferec, c. 1, s. 212. İbn Esîr, c. 2,s. 91, İbn Seyyid, c. 1, s. 134, Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 135, Diyarbekrî, c. 1, s. 302, Halebî, c. 2, s. 52.
[107] Yâkubî, Târîh, c. 2, s. 36, Ebu Nuaym, c.1, s. 295, Zehebî, s. 283.
[108] İbn İshak, İbn Hişam, c. 2, s. 61, Yâkubî, c. 2, s. 36, Taberî, c. 2, s. 230, Ebu Nuaym, c. 1, s. 295, Beyhakî, Delâil, c. 2,s. 415, Zehebî, s. 283, Beyhakî, Delâil, c. 2, s. 415.
[109] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 2, s. 61, Yâkubî, Târîh, c. 2, s. 36, Taberî, Târîh, c. 2, s. 230, Ebu'l-Ferec İbn Cevzî, el-Vefâ,c. 1, s. 21 2, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 1, s. 134, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 3, s. 135.
[110] İbn İshak, İbn Hişam, c. 2, s. 61, Yâkubî, c. 2, s. 36, Taberî, c. 2, s. 230, Ebu Nuaym, Delâilü'n-nübüvve, c. 1, s. 295,Beyhakî, Delâil, c .2, s. 415, Ebu'l-Ferec, c. 1, s. 21 2, İbn Seyyid, c. 1, s. 134, Zehebî, s. 283, Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 135.
[113] İbn İshak, İbn Hişam, c. 2, s. 61, Taberî, c. 2, s. 230, Ebu'l-Ferec, c. 1, s. 212, İbn Esîr, c. 2, s. 91, İbn Seyyid, c. 1, s.134, Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 135, Diyarbekrî, Hamis, c. 2, s. 61, Taberî, c. 2, s. 230, İbn Esîr, c. 2, s. 91, İbn Seyyid, c.1, s. 134, Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 135, Diyarbekrî, c. 1 , s. 302, Halebî, c. 2, s. 52.
[114] İbn İshak, İbn Hişam, c. 2, s. 61, Taberî, c. 2, s. 230, İbn Esîr, c. 2, s. 91, İbn Seyyid, c.1 , s. 1 34, Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 135,Diyarbekrî, c. 1 , s. 302, Halebî, c. 2, s. 52.
[115] İbn İshak, İbn Hişam, c. 2, s. 61, Taberî, c. 22, s. 230, İbn Esîr, c. 2, s. 91, İbn Seyyid, c.1 ,s. 134, Diyarbekrî, c. 1, s.302, Halebî, c. 2, s. 52.
[116] İbn İshak, İbn Hişam, c. 2, s. 61, Taberî, c. 2, s. 230, İbn Esîr, c. 2, s. 91, İbn Seyyid, c.1 , s. 1 34, Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 135,İbn Haldun, Târîh, c. 2, ks. 2, s. 10, Diyarbekrî, c. 1, s. 302.
[117] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 235, İbn Esîr, Usdu'l-gâbe, c. 2, s. 91-92, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 3, s.136-137.
[118] İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 1, s. 212, Ebu'l-Ferec İbn Cevzî, el-Vefâ, c. 1, s. 212, İbn Kayyım, Zâdü'l-mead, c. 2, s. 52,İbn Hacer, Fethu'l-Bârî, c. 4, s. 275, Kastalâni, Mevâhibu'l-ledünniye, c. 1, s. 74, Diyarbekrî, Hamis, c. 1, s. 302.
[119] İbn Sa'd, Tabakât, c. 1, s. 21 2, Ebu'l-Ferec, c. 1, s. 212, İbn Kayyım, c. 2, s. 52, Diyarbekrî, c. 1,s.3O2.
[120] Bedrüddin Aynî, Umdetu'l-Kârî, c. 15, s. 142, İbn Hacer, Fethu'l-Bârî, c. 6, s. 224.
[121] Yâkubî, Târîh, c. 2, s. 36, Ebu Nuaym, Delâilü'n-nübüvve, c.1, s. 295, Beyhakî, Delâil, c. 2, s. 415, Zehebî, Târîhu'l-islâm ,s. 283.
[122] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 2, s. 61, İbn Sa'd, c.1, s. 21 2, Taberî, Târîh, c. 2, s. 230, Ebu'l-Ferec, c. 1, s. 212, İbn Esîr,Kâmil, c. 2, s. 91, İbn Kayyım, c. 2, s. 52, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c . 1, s. 134, Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 135, İbn Haldun, Târîh, c. 2, ks.2, s. 1 0, Kastalâni, M evâhib, c. 1, s. 73, Diyarbekrî, c. 1, s. 302, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 2, s. 52.
[123] İbn İshak, İbn Hişam, c. 2, s. 61, Taberî, c. 2, s. 230, Ebu'l-Ferec, c. 1, s. 212, İbn Seyyid, c. 1, s. 134, Ebu'l-Fidâ, c. 3,s. 135, Kastalâni, c. 1, s. 73, Diyarbekrî, c. 1 , s. 302, Halebî, c. 2, s. 52.
[124] İbn İshak, İbn Hişam, c. 2, s. 61, İbn Sa'd, c. 1 , s. 212, Taberî, c. 2, s. 230, Ebu'l-Ferec, c. 1, s. 212, İbn Esîr, c. 2, s. 91 ,İbn Kayyım, c. 2, s. 52, İbn Seyyid, c.1, s. 134, Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 135, Kastalâni, c. 1, s. 73, Diyarbekrî, c. 1, s. 302, Halebî, c. 2,s. 52.
[125] İbn İshak, İbn Hişam , c. 2, s. 61, Taberî, c. 2, s. 230, E bu'l-Ferec, c. 1, s. 212, Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 135, Diyarbekrî, c. 1, s.302.
[126] Yâkubî, Târîh, c. 2, s. 36, Ebu Nuaym, Delâilü'n-nübüvve, c. 1 ,s. 295, Beyhakî, Delâil, c. 2, s. 416, İbn Seyyid, c.1, s.134, Zehebî, s. 283, Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 136.
[127] Yâkubî, c. 2, s. 36, Ebu Nuaym, c. 1,s. 295, Ebu'l-Ferec, c. 1,s. 282, İbn Kayyım, c. 2, s. 52, İbn Seyyid, c. 1, s. 134, Zehebî, s. 283, Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 136, Kastalâni, c. 1, s. 73, Diyarbekrî, c. 1,s.3O2.
[128] Süheylî, Ravdu'l-ünüf, c. 4, s. 46, Kastalâni, c. 1, s. 73, Diyarbekrî, c. 1, s. 302, Halebî, c. 2, s. 52.
[129] Süheylî, Ravdu'l-ünüf, c. 4, s. 46, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 1, s. 134, Kastalâni, Mevâhibu'l-ledünniye, c. 1, s. 73,Diyarbekrî, Hamis, c. 1, s. 302, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 2, s. 52.
[130] Zürkânî, Mevâhibu'l-ledünniye Şerhi, c. 1, s. 297.
[131] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 2, s. 61, Taberî, Târih, c. 2, s. 230, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 3, s. 136.
[132] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 2, s. 61, Taberî, Târih, c. 2, s. 230, Ebu'l-Ferec İbn Cevzî, e I-Vefa, c. 1, s. 213, İbn Esîr,Kâm il, c. 2, s. 91 , Zehebî, Târîhu'l-islâm, s. 283, E bu'l-Fidâ, c. 3, s. 136, Halebî, c. 2, s. 53.
[133] Ebu Nuaym, Delâilü'n-nübüvve, c. 1, s. 295, Beyhakî, Delâil, c. 2, s. 415, İbn Seyyid, c. 1, s. 134, Zehebî, s. 283, Halebî,c.2,s.52.
[134] İbn İshak, İbn Hişam, c. 2, s. 61, Taberî, c. 2, s. 230, Beyhakî, Delâil, c. 2, s. 415, Ebu'l-Ferec, c.1, s. 213, İbn Esîr, c. 2,s. 91, Zehebî, s. 283, Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 136, Halebî, c. 2, s. 53.
[136] Ebu Nuaym, c. 1,s. 295, Beyhakî, Delâil, c. 2, s. 415, İbn Seyyid, c. 1, s. 135, Zehebî, s. 283, Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 136,Halebî, c. 2, s. 53.
[137] Ebu Nuaym, c.1, s. 295, Beyhakî, Delâil, c. 2, s. 415, İbn Seyyid, c. 1, s. 135, Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 136, Halebî, c. 2, s. 53.
[138] Ebu Nuaym, c. 1, s. 295, Beyhakî, Delâil, c. 2 , s. 415, İbn Seyyid, c. 1, s. 1 35, Zehebî, s. 283, Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 136,Halebî, c. 2, s. 53.
[139] Beyhakî, Delâil, c. 2, s. 415, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 1, s. 1 35, Zehebî, s. 283, E bu'l-Fidâ, c. 3, s. 136, Halebî, c. 2,s. 53.
[140] Ebu Nuaym, Delâilü'n-nübüvve, c. 1, s. 295, Beyhakî, Delâil, c. 2, s. 415.
[141] İbn İshak, İbn Hişam, c. 2, s. 61, Taberî, c. 2, s. 230, Ebu'l-Ferec, c. 1, s. 213, Zehebî, s. 283, Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 136, İbnHaldun, Târih, c. 2, ks.2, s. 10.
[142] Heysemî, Mecmau'z-zevâid, c. 6, s. 35, Kastalâni, Mevâhibu'l-ledünniye, c. 1, s. 73.
[144] İbn İshak, İbn Hişam , Sîre, c. 2, s. 61-62, Taberî, Târîh, c. 2, s. 230, E bu'l-Ferec İbn Cevzî, el-Vefâ, c. 1, s. 213, İbn Esîr,Kâm il, c. 2, s. 91 -92, İbn Kayyım, Zâdü'l-mead, c. 2, s. 52, Zehebî, Târîhu'l-islâm, s. 285, E bu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 3, s.136, İbn Haldun, Târîh, c. 2, ks. 2, s. 10, Heysemî, Mecmau'z-zevâid, c. 6, s. 35, Kastalâni, Mevâhibu'l-ledünniye, c. 1, s. 75. M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 2/133-140.
[145] İbn İshak, İbn Hişam, c. 2, s. 62, Taberî, c. 2, s. 230, Ebu'l-Ferec, c. 1, s. 213, İbn Esir, c. 2, s. 92, İbn Seyyid, c. 1, s.1135, Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 136, Diyarbekrî, Hamis, c. 1 ,s.3O2, Halebî, c. 2, s. 53.
[146] İbn İshak, İbn Hişam, c. 2, s. 62, Taberî, c. 2, s. 230, Ebu Nuaym, Delâilü'n-nübüvve, c. 1, s. 295, Beyhakî, Delâilü'n-nübüvve, c. 2, s. 416, Süheylî, Ravdu'l-ünüf, c. 4, s. 56, Ebu'l-Ferec, c. 1, s. 213, İbn Esîr.c. 2, s. 92, İbn Seyyid, c. 1, s. 135, Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 136, Diyarbekrî, c. 1 , s. 303, Halebî, c. 2, s. 53.
[147] Süheylî, Ravdu'l-ünüf, c. 4, s. 56, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 2,s. 54.
[148] Beyhakî, Delâil, c. 2, s. 416, Zehebî, Târîhu'l-islâm, s. 283, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 2, s. 54.
[149] İbn İshak, İbn Hişam , Sîre, c. 2, s. 62, Taberî, Târîh, c. 2, s. 230, Ebu Nuaym, Delâilü'n-nübüvve, c. 1, s. 295, Süheylî,Ravd, c. 4, s. 56, Ebu'l-Ferec İbn Cevzî, el-Vefâ, c. 1 , s. 213, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 92, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 1, s. 1 35, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 3, s. 136. Diyarbekrî, Hamis, c. 1, s. 303, Halebî, c. 2, s. 54.
[152] Yâkubî, Târîh, c. 2, s. 36, Kastalâni, Mevâhibu'l-ledünniye, c. 1, s. 74, Diyarbekrî, c. 1, s. 303.
[153] İbn İshak, İbn Hişam, c. 2, s. 62-63, Taberî, c. 2, s. 230-231, Ebu'l-Ferec, c. 1 , s. 213-214, İbn Esîr, c. 2, s. 92, İbn Seyyid,c. 1, s. 135, Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 136, Diyarbekrî, c. 1, s. 303, Halebî, c. 2, s. 56.
[154] Ebu Muaym, Delâilü'n-nübüvve, c. 1, s. 295, Zehebî, s. 223.
[156] Ebu Nuaym, c. 1, s. 295, Zehebî, s. 283, Halebî, c. 2, s. 56.
[157] İbn İshak, İbn Hişam , c. 2, s. 63, Taberî, Târîh, c. 2, s. 230-231 , Ebu'l-Ferec İbn Cevzî, el-Vefâ, c. 1 , s. 214, İbn Seyyid,Uyûnu'l-eser, c. 1, s. 135, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 3, s. 1 36, Diyarbekrî, Hamis, c. 1, s. 303, Halebî, İ nsânu'l-uyûn, c. 2,s. 56.
[158] İbn İshak, İbn Hişam, c. 2, s. 63, Taberî, c. 2, s. 231, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 92, İbn Seyyid, c. 1, s. 1 35, Halebî, c. 2, s.56.
[159] İbn İshak, İbn Hişam, c. 2, s. 63, Taberî, c. 2, s. 231, İbn Esîr, c. 2, s. 91, İbn Seyyid, c. 1, s. 135, Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 136. M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 2/140-142.
[160] İbrı İshak, İbn Hişam, c. 2, s. 63, Taberî, c. 2, s. 231, İbn Seyyid.c. 1 ,s.136, Diyarbekrî, c. 1, s. 303.
[162] İbn İshak, İbn Hişam, c. 2, s. 63, Belâzurî, Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 237, Taberî, c. 2, s. 231, İbn Seyyid.c. 1, s. 136.
[163] İbn İshak, İbn Hişam , c. 2, s. 63, İbn Sa'd, c. 1, s. 21 2, Belâzurî, c. 1, s. 237, Taberî, c. 2, s. 231, Diyarbekrî, c. 1, s. 303.
[164] Buhârî, Sahih, c. 4, s. 83, Müslim, Sahih, c. 3, s. 1420.
[165] Kamu's-Seâlib, Mekke'ye iki merhalelik veya bir gün bir gecelik bir yerdir (Bedrüddin Aynî, Umdetu'l-Kârî, c. 15, s.142, İbn Hacer, Fethu'l-bârî, c. 6, s. 224).
[166] Buhârî, Sahîh,c.4, s. 83, Müslim, Sahih, c. 3, s. 1420-1421, Ebu Nuaym, Delâilü'n-nübüvve, c. 1 , s. 281-282, Beyhakî,Delâilü'n-nübüvve, c. 2, s. 417, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 1, s. 135, Zehebî, Târîhu'l-islâm, s. 284, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 3, s. 137, Kastalâni, Mevâhibu'l-ledünniye, c. 1, s. 73, Halebî, İnsânu'luyûn, c. 2, s. 56-58. M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 2/142-143.
[167] Mahle, Mekke'ye bir geceliktir (Kastalanı, Mevahibu'l-ledünniye, c. 1, s. 74, Diyarbekrı, Hamıs, c. 1, s. 363).
[168] Nasibin (Nusaybin), M usul'dan Şam'a giden kafile yolu üzerinde, Cezire beldelerinden, bostanları, suları bol bir belde olup Sencar ilEsîralan dokuz fersah, Musul ile altı günlüktür. Sur içinde bulunan küçük bir dağdan şehre akreb yayılır (Yakut, Mu'cemu'l-büldân, c. 5, s. 288).
[169] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 2, s. 63, İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 1, s. 212,Taberî, Târih, c. 2, s. 231, E bu Nuaym ,Delâilü'n-nübüvve, c. 2, s. 363, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 92, İbn Kayyım, Zâdü'l-mead, c. 2, s. 52. İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 1, s.136, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 3, s. 137, İbn Haldun, Târîh, c. 2, ks. 2, s. 10, Kastalâni, Mevâhibu'l-ledünniye, c. 1, s.74,Diyarbekrî, Hamis, c. 1, s. 303, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 2, s. 60.
[170] İbn İshak, İbn Hisam, c. 2, s. 63, Taberî, c. 2, s. 231, Ebu Nuaym, c. 2, s. 363, İbn Esîr, c. 2, s. 92.
[171] Ahkâf 29-32, Cinn: 1-15, İbn İshak, İbn Hisam, c. 2, s. 63, İbn Sa'd.c.1, s. 212. M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 2/143-144.
[172] İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 1 , s. 212, İbn Kayyım, Zâdü'l-mead, c. 2, s. 52, Diyarbekrî, Hamis, c. 1, s. 303, Halebî,İnsânu'l-uyûn, c. 2, s. 61.
[181] İsmail (a.s.)ın, halis ve saf soyundan gelen oğullarına Sarfh (İ bn Abdilberr, İstiâb, c. 1, s. 26, İbn Esîr, Usdu'l-gâbe,c.1, s. 20); Abduddar, Cuman, Manzum, Adiyy, Ka'bveSehm oğullarına da, Halff'in çoğulu olarak Ahiâf denir (İbn Esîr, Nihâye, o.1, s. 425).
[182] İbn İshak, İbn Hisam, Sîre, c. 2, s. 20, Taberî, Târih, c . 2, s. 231 , Ebu'l-Ferec, c. 1, s. 214, Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 137.
[184] Taberî, T ârfh, o. 2, s. 231, E bu'l-F erec İ bn C evzî, el-Vefa, c. 1, s. 214.
[185] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 2, s. 20, Taberî, Târîh, o. 2, s. 231, Ebu'l-Ferec, c. 1, s. 214, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 3, s. 137.
[186] Taberî, Târîh, c. 2, s. 231, Ebu'l-Ferec, c. 1,5.215.
[199] Taberî, c. 2, s. 231, E bu'l-F erec, c. 1 , s. 215.
[200] Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 3, s. 137.
[201] Taberî, Târîh, c. 2, s. 231, Ebu'l-Ferec İbn Cevzî, el-Vefâ,c.1, s. 215, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 93.
[202] İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 1, s. 212, Ebu'l-Ferec, c. 1, s. 215, İbn Kayyım , Zâdü'l-mead, o. 2, s. 52.
[203] İbn Sa'd, Tabakât, c. 1, s. 212, İbn Kayyım, Zâdü'l-mead, c. 2, s. 52.
[204] İbn Sa'd, Tabakât, c. 1, s. 212, Ebu'l-Ferec, c. 1, s. 215, İbn Kayyım, c. 2, s. 52.
[205] İbn Sa'd, Tabakât, 11, s. 212, İbn Kayyım, c. 2, s. 52, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 2, s. 62.
[206] İbn İshak, İbn Hisam, Sîre, c. 2, s. 21, Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 137.
[207] İbn Sa'd, c. 1, s. 212, E bu'l-F erec, c. 1, s. 215, İbn Kayyım, Zâd, c. 2, s. 52.
[208] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s.80,Buhârî, Sahîh, c. 5, s. 20, Ebu Davud, Sünen, c. 2, s. 56,Beyhakî, Sünenü'l-kübrâ,c. 9, s. 67, İbn Abdilberr, İstiâb, c. 1, s. 233, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 1, s. 136. M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 2/144-147.
[209] İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 4, s. 237, İbn Abdilberr, İstiâb, c. 2, s. 759, İbn Esir, Usdu'l-gâbe, c. 3, s. 78, İbn Hacer, el-İsâbe,c.2, s. 225.
[210] İbn İshak.İbn Hişam, Sîre, c. 2, s. 22, İbn Sa'd, Tabakât, c. 4, s. 237, Ebu Nuaym , Delâilü'n-nübüvve, c. 1, s. 238, Etau'l-Ferecİbn Cevzî, el-Vefâ, c. 1, s. 204, İbn Esîr, Usdu'l-gâbe, c. 3, s. 79, İbn Seyyid, Uyünu'l-eser, c. 1, s. 139, Suyûtî, Hasâisü'l-kübrâ,c. 1, s. 336, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 2, s. 69.
[211] İbn Sa'd, Tabakât, c. 4, s. 237, İbn Seyyid, Uyun, c. 1, s. 139.
[212] İbn İshak, İbn Hişam, c. 2, s. 22, Ebu Nuaym , Delâil, c. 1, s. 238, Ebu'l-Ferec, c. 1, s. 204.
[213] Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 3, s. 98.
[214] İbn İshak, İbn Hişam, c. 2, s. 22, Ebu Nuaym , c. 1, s. 238, Ebu'l-Fenec, c. 1, s. 204.
[215] Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 3, s. 98.
[216] İbn İshak, İbn Hişam, c. 2, s. 22, İbn Sa'd, c. 4, s. 237, Ebu Nuaym, c. 1 , s. 238, İbn Abdilberr, İstiâb, c. 2, s. 759, Ebu'l-Ferec, c. 1, s. 204, İbn Esîr, c. 3, s. 78-79, İbn Seyyid, c. 1, s. 139, Zehebî, Siyeru a'lâmi'n-nübelâ, c. 1, s. 248, Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 99.
[217] İbn Abdilberr, İstiâb, c. 2, s. 759, Zehebî, Siyeru a'lâmi'n-nübelâ, c. 1, s. 248-249.
[218] İbn İshak, İbn Hişam, c. 2, s. 22, İbn Sa'd, c. 4, s. 237, Ebu Nuaym, c. 1 ,s.239, İbn Abdilberr, c. 2, s. 759, Ebu'l-Ferec, c. 1, s. 204, İbn Esir, c. 3, s. 79, İbn Seyyid, c. 1, s. 139, Zehebi", c. 1, s. 249, Suyûtî, c. 1, s. 336.
[219] İbn İshak, İbn Hişam, c. 2, s. 22, İbn Sa'd, c. 4, s. 237, Ebu Nuaym, c. 1, s. 239, Ebu'l-Ferec, c. 1, s. 204, İbn Esîr, c. 3, s. 79, Suyûtî, c. 1, s. 336, Halebî, c. 2, s. 69.
[220] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 2, s. 22-24, İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 4, s. 237-239, Ebu Nuaym, Delâilü'n-nübüvve, c. 1, s. 239, İ bn Abdi Iberr, İstiâb, c. 2, s. 760-761, E bu'l -F erec İ b n C evzî, el- Vefâ, c. 1, s. 204-206, İ bn Esîr, Usdu'l -g âbe, c. 3, s. 7 9-80, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 1, s. 139-140, Zehebî, Siyeru a'lâmi'n-nübelâ, c. 1,s. 249-250, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 3, s. 99-100, Suyûtî, Hasâisü'l-kübrâ, c. 1, s. 336-337, Halebî, İ nsânu'l-uyûn, c. 2, s. 69-70.
[221] Ahm ed b. Hanbel, Müsned, c. 2, s. 243, Buhârî, Sahih, c. 5, s. 123, Müslim, Sahih, c. 4, s. 1957, İbn Abdilberr, İstiâb, c. 758, Zehebî, Siyeru a'lâmi'n-nübelâ, c. 1, s. 249, İbn Hacer, el-İsâbe, c. 2, s. 225.
[222] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 2, s. 24, İbn Sa'd, Tabakât, c. 4, s. 239, Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 259, Ebu Nuaym, Delâilü'n-nübüvve, c. 1, s. 239-240, Ebu'l-Ferec İbn Cevzî,el-Vefâ,c. 1 ,s. 206, İbn Esîr.Usdu'l-gâbe.c. 3, s.80, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 3, s. 100, Suyûtî, Hasâisü'l-kübrâ, c. 1, s. 337.
[223] İbn Sa'd, Tabakât, c. 4, s. 239, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 1, s. 140 M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 2/147-152.
[224] Taberî, Tarih, c. 2, s. 231, İbn Esîr, Kâmil, c . 2, s. 93.
[225] Beyhakî, Delâilü'n-nübüvve, c. 2, s. 284, Ebu'l-Fidâ, el-Bidaye ve'n-nihâye, c. 3, s. 65. M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 2/152-153.
[226] Vahidi, Esbâbü'n-nüzûl, s. 306-307, Fahru'r-Râzî, Tefsir, c. 32, s. 132, Kurtubî, Tefsir, c. 20, s. 222, Hâzin, Tefsir, c. 4, s.417.
[227] İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 4, s. 133, Ebu'l-Ferecİbn Cevzî, el-Vefa, c. 1, s. 655, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 288,Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 5, s. 307.
[229] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre,c.2, s. 34, Vahidi, Esbâbü'n-nüzûl, s. 307, Fahru'r-Râzî, c. 32, s. 132, Hâzin, c. 4, s. 417.
[230] İbn İshak, İbn Hişam, c. 2, s. 34, Vahidi, s. 307, Fahru'r-Râzî, c. 32, s. 132.
[231] İbn İshak, İbn Hisam, c. 2, s. 34, Vahidî, s. 307, Hâzin, c. 4, s. 417.
[232] İbn İshak, İbn Hişam, c. 2, s. 34, İbn Sa'd, c. 1, s. 133, Belâzurî, c. 1, s. 405, Vâhidî, s. 307, Ebu'l-Fenec, c. 2, s. 655, İbn Seyyid, c. 2, s. 288, Hâzin, c. 4, s. 417.
[233] İbn Sa'd, c. 1, s. 133, İbn Abdilberr, İstiâb, c. 1, s. 50, c. 4, s. 1818-19, İbn Asalar, Târih, c. 1, s. 293, Ebu'l-Ferec, c. 2, s.655, İbn Esîr, Usdu'l-gâbe, c. 1 , s. 23, İbn Seyyid, c. 2, s. 288,
[238] İbn Esîr, Nihâye, c. 4, s. 208. M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 2/153-154.
[239] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 2, s. 63, Taberî, Târih, c. 2, s. 231, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 3, s. 138.
[240] Ebu Nuaym, Delâilü'n-nübüvve, c. 1, s. 282, Beyhakî, Delâilü'n-nübüvve, c. 2, s. 422, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye, c. 3, s. 142.
[241] İbn İshak, İbn Hişam, c. 2, s. 63-64, İbn Sa'd, Tabakât, c. 1, s. 216, Yâkubî, Târih, c. 2, s. 36, Taberî, Târîh, c. 2, s. 231.
[242] İbnSa'd, Tabakât, c. 1, s. 216, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 322, Ebu Nuaym, c. 1, s. 292, Diyarbekrî, Hamis, c.1,s. 306, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 2, s. 153.
[243] Zübeyr b.Bekkâr, Cem hene, c. 1, s. 367-368, Buhârî, Sahih, c. 2, s. 1 97, c. 3, s. 15.
[244] İbn Habib, Kitâbu'l-muhabber, s. 267, Yakut, Mu'cemu'l-büldân, c. 4, s. 142, İbn Hacer, Fethu'l-Bârî, c. 3, s. 473.
[245] İbn Habib, Kitâbu'l-muhabber, s. 267, Yakut, Mu'cemu'l-büldân, c. 4, s. 142.
[261] İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 1, s. 216-217, Ebu Nuaym , Delâilü'n-nübüvve, c. 1 , s. 292, İbn Kayyım, Zâdü'l-mead, c. 2,s. 56, E bu'l -F i dâ, el -Bidâye ve'n-nihâye, c. 3, s. 146, Diyarbekrî, Hamîs, c. 1, s. 306.
[262] İbn Sa'd, c. 1, s. 216, 217, Ebu Nuaym , c. 1, s. 292, İbn Haldun, Târîh, c. 2, ks.2, s. 11, Diyarbekrî, c. 1,s.3O6.
[263] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 2, s. 63-64, İbn Sa'd, Tabakât, c. 1,s.216, Yâkubî, Târîh, c. 2, s. 36, Taberî, Târih, c. 2, s.231, Ebu Nuaym , D elâ ilü 'n-n übü we, c. 1, s. 282, Süheylî, Ra vdu'l -ünüf, c. 4, s. 59, E bu'l-Ferec İbn Cevzî, el-Vefâ, c. 1, s. 216, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 93, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c.1, s. 152-53, Zehebî, Târîhu'l-islâm, s. 282, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c.3, s. 138.
[264] İbn İshak, İbn Hişam , Sîre, c. 2, s. 63-64, İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 1 , s. 216, Taberî, Târih, c. 2, s. 231, Beyhakî,Delâilü'n-nübüvve, c. 2, s. 185, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 94, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-Nihâye, c. 3, s. 439.
[265] İbn Sa'd, Tabakât, c. 1,s.1, s. 216, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c . 3, s. 492, Beyhakî, Delâil, c. 2, s. 186, Ebu'l-Fidâ, c.3, s. 138.
[266] İbn İshak, İbn Hişam , c. 2, s. 64, Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 492, Taberî, Târîh, c. 2, s. 232, Ebu'l-F erec İbn Cevzî, el-Vefâ,c.1, s. 21 5, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 1, s. 135, Zehebî, Târîhu'l-islâm, s. 285, Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 138.
[267] İbn İshak, İbn Hişam, c. 2, s. 67, Ahmed b. Hanbel, 3, s. 492, İbn Esîr, c. 2, s. 94, İbn Haldun, Târîh, c. 2, s. ks. 2, s. 11 .
[268] İbn İshak, İbn Hişam, c. 2, s. 64, Taberî, c. 2, s. 232, Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 138, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 2, s. 154.
[269] İbn İshak, İ bn Hişam, c. 2, s. 64, Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 492, Taberî, c. 2, s. 232, İbn Kayyım, Zâdü'l-m ead, c. 2, s. 56,Zehebî, s. 285, Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 138, Halebî, c. 2, s. 154.
[270] İbn İshak, İbn Hişam, c. 2, s. 64, İbn Sa'd, c. 1,s. 216, Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 492, Taberî, c. 2, s. 232, İbn Kayyım,c. 2, s. 56, Zehebî, s. 285, Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 138-139, Heysemî, Mecmau'i-ievâid, c. 6, s. 46.
[271] Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 322, Belâzurî, Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 237, Süheylî, Ravdu'l-ünüf, c. 4, s. 59, E bu'l-Ferec, c. 1 ,s. 216, İbn Kayyım , c. 2, s. 56, Zehebî, s. 285, Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 138, Heysemî, Mecmau'z-zevâid, c. 6, s. 46, İbn Haldun, c. 2, ks.2, s. 11.
[272] Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 322, Yâkubî, Târih, c. 2, s. 36, Ebu'l-F erec, c. 1, s. 21 6. İbn Kayyım, c. 2, s. 56, Zehebî, s. 285,Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 138, Heysemî, Mecmau'z-zevâid, c. 6, s. 46.
[273] İbn İshak, İbn Hişam, c. 2, s. 64, İbn Sa'd, c. 1, s. 216, Belâzurî, c. 1, s. 237, Yâkubî, c. 2, s. 36, Taberî, c. 2, s. 232, Ebu'l-Ferec, c. 1 , s. 216, İbn Kayyım, c. 2, s. 56, Zehebî, s. 285, Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 138.
[274] İbn Sa'd, c. 1, s. 21 6, Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 322. Ebu Nuaym, Delâilü'n-nübüvve, c. 1, s. 292, Beyhakî, Delâil, c. 2,s. 442, İbn Kayyım, c. 2, s. 56, Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 1 59, Heysemî, Mecmau'z-zevâid, c. 6, s. 46.
[275] Ebu Nuaym, Delâil, c.1, s. 292, E bu'l-Ferec, c. 1.S.216, İbn Seyyid, c. 1, s. 152, Zehebî, s. 282, Halebî, c. 2, s. 153.
[276] İbn Sa'd, . c1, s. 216, İbn Kayyım, c. 2, s. 56, Diyarbekrî, c. 1, s. 306.
[277] Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 322, Beyhakî, c. 2, s. 442, Zehebî, s. 282, Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 159, Heysemî, c. 6, s. 46.
[278] İbn Sa'd, c. 1, s. 216, Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 322, Beyhakî, c. 2, s. 442, İbn Kayyım, c. 2, s. 56, Zehebî, s. 282, Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 159, Heysemî, c. 6, s. 46, Diyarbekrî, c. 1, s. 306.
[280] Yâku bf, Târîh, c. 2, s. 36, Ze hebf, Tâ rfhu 'l-islâm, s. 282, E bu'l -Fi dâ, el-Bi dâye ve'n-nih âye, c. 3, s. 140, Diyarbekrf, Hamîs, c.1, s. 306.
[281] İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 1,s.216, İbn Kayyım, Zâdü'l-mead, c. 2, s. 56.
[282] Zehebî, s. 282, Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 1 40, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 2, s. 158.
[283] Ahmed b. Hanbel, M üsned, c. 3, s. 322, Hâkim, Müstedrek, c. 2, s. 6624, Beyhakî, Delâilü'n-nübüvve, c. 2, s. 442, Zehebî,s. 298, Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 159, Heysemî, Mecmau'z-zevâid, c . 6, s.46.
[284] Ebu Nuaym, Delâilü'n-nübüvve, c. 1 ,s.282, Beyhakî, Delâilü'n-nübüvve, c. 2, s. 422, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye,c. 3, s. 142-1 43, Zürkânî, Mevâhibu'l-ledünniye Şerhi, c. 1, s. 309-310.
[285] Ebu Nuaym, c. 1, s. 285, Beyhakî, c. 2, s. 424, Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 143.
[286] Ebu Nuaym, c. 1, s. 285, Beyhakî, c. 2, s. 424, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 1,s. 153, Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 143, Halebî, c.2,s. 156.
[287] Ebu Nuaym, Delâilü'n-nübüvve, c. 1, s. 285, Beyhakî, Delâilü'n-nübüvve, c. 2, s. 424, İbn Esîr, Usdu'l-gâbe, c. 5, s. 251 ,İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 1, s. 153, E bu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 3, s. 143, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 2, s. 156.
[288] Ebu Nuaym, c.1, s. 285, Beyhakî, c. 2, s. 424, İbn Seyyid, c. 1, s. 153, Ebu'l-Fidâ, c. 3, s.143, Halebî, c. 2, s. 156.
[289] Ebu Nuaym, Delâilü'n-nübüvve, c. 1, s. 285-288, Beyhakî, Delâilü'n-nübüvve, c. 2, s. 424426, İbn Esîr, Usdu'l-gâbe, c.5, s. 250-251, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 1, s. 153-155, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 3, s. 143-144, Halebî, İ nsânu'l-uyûn,c. 2, s. 156-1 57.
[290] Ahmed b. Hanbel, Müsned,c. 3, s. 492, Hâkim, Müstedrek, c.1, s. 15, Beyhakî, Delâil,c. 2,s. 185, Zehebî, Târîhu'l-islâm ,s. 151, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 3, s. 41, Heysemî, Mecmau'z-zevâid, c. 6, s. 22.
[291] Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 492, Hâkim, c. 1,s. 15, Beyhakî, c. 2, s. 185, İbn Abdilberr, İstiâb, c. 3, s. 492, Hâkim, c. 1,s.15, Beyhakî, c. 2, s. 185, İbn Abdilberr, İ stiâb, c. 2, s. 492, Zehebî, s. 151, Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 41, Heysem f, c. 6, s. 22.
[293] Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 492, Hâkim, c. 1, s. 15, Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 41, Heysemî, c. 6, s. 22.
[294] Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 492, Heysemî, c. 6, s. 22.
[295] Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 492, Hâkim, c. 1, s. 15.
[296] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 492, Hâkim, Müstedrek, c. 1, s. 15, Beyhakî, Delâilü'n-nübüvve, c. 2, s. 185, İbn Abdilberr, İstiâb, c. 2, s. 492493, Zehebî, Târîhu'l-islâm, s. 285, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 3, s. 41, Heysemî, Mecmau'z-zevâid, c. 6, s. 22.
[297] Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 492, Hâkim, c. 1, s. 15, Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 41, Heysemî, c. 6, s. 22.
[298] Beyhakî, Delâil, c. 2, s. 185, Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 41 .
[299] Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 492, Beyhakî, c. 2, s. 185, Zehebî, Târîhu'l-islâm, s. 151, Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 41, Heysemî,Mecmau'z-zevâid, c. 6, s. 22.
[300] Be yhak f, D el âil ü'n-nübüvve, c. 2, s. 185.
[301] Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 492, Beyhakî, c. 2, s. 185, Zehebî, s. 151 , Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 41.
[302] Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 492, Hâkim, Müstedrek, c. 1 , s. 15, Beyhakî, c. 2, s.1 85, İbn Abdilberr, c. 2, s. 483, Ebu'l-Fidâ,c. 3, s. 41 , Heysemî, c. 6, s. 22.
[303] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 492, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 3, s. 41 .
[304] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 2, s. 64-65, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 492493, Taberî, Târih, c. 2, s. 231-232,Zehebî, Tâ rihu' l-islâm, s. 285, E bu'l -Fidâ, c. 3, s. 1 38-1 39, Halebî, İ n sânu' l-uyûn, c. 2, s. 15 4.
[305] Dârekutnî, Sünen, c. 3, s. 44-45, Ebu'l-Ferec İbn Cevzî, el-Vefâ, c. 1, s. 182, İbn Esîr, Usdu'l-gâbe, c. 3, s. 71, AJâüddinAli, Kenzu'l-ummâl, c. 12, s. 49, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 2, s. 153-154.
[306] Beyhakî, Delâilü'n-nübüvve, c. 2, s. 185, Zehebî, Târîhu'l-islâm, s. 151, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 3, s. 41 ,Heysemî, Mecmau'z-zevâid, c. 6, s. 21.
[307] İbn Esîr, Usdu'l-gâbe, c. 5, s. 130, Heysemî, Mecmau'z-zevâid, c. 6, s. 21, Alâüddin Ali, Kenzu'l-ummâl, c. 12, s. 450.
[308] Heysemî, Mecmau'z-zevâid, c. 6, s. 21, Alâüddin Ali, Kenzu'l-ummâl, c. 12, s. 450.
[309] İbn Esîr, Usdu'l-gâbe, c. 5, s. 130, Heysemî, Mecmau'z-zevâid, c. 6, s. 21, Alâüddin Ali, Kenzu'l-ummâl, c. 12, s. 450.
[311] Heysemî, Mecmau'z-zevâid, c. 6, s. 21, Alâüddin Ali, Kenzu'l-ummâl, c. 12, s. 450.
[312] İbn Esîr, Usdu'l-gâbe. c. 5, s. 130, Heysemî, Mecma, c. 6, s. 21, Alâüddin Ali, Kenzu'l-ummâl, c. 12, s. 450.
[313] Heysemî, Mecmau'z-zevâid, c. 6, s. 21, Alâüddin Ali, Kenzu'l-ummâl, c. 12, s. 450.
[314] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 2, s. 65, Taberî, Târîh, c. 2, s. 232, Ebu Nuaym, Delâilü'n-nübüvve, c. 1, s. 297, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 93.
[315] E bu Nuaym, Delâilü'n-nübüvve, c. 1, s. 297.
[316] İbn İshak, İ bn Hişam, c. 2, s. 65, Taberî, c. 2, s. 232, E bu Nuaym , c. 1, s. 297, İbn Esîr, c. 2, s. 93, Zehebî, Târîhu'l-islâm , s. 285, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 3, s. 139.
[317] Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 3, s. 140.
[319] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 2, s. 65, Taberî, Târîh, c.2,s. 232, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 93, Zehebî, Târîhu'l-islâm, s. 285, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 3, s. 139.
[323] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 2, s. 65, Taberî, Târîh, c.2,s. 232, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 93, Zehebî, Târîhu'l-islâm, s.285, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 3, s. 139, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 2, s. 154.
[324] İbn İshak, İbn Hişam, c. 2, s. 65, Belâzurî, Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 238, Taberî, c. 2, s. 232, İbn Esîr, c. 2, s. 93, Zehebî,s. 285, Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 139, Halebî, c. 2, s. 154.
[326] İbn İshak, İbn Hişam ,c. 2, s. 65-66, Taberî, c. 2, s. 232, İbn Esîr, c. 2, s. 93, Zehebî, s. 285, E bu'l-Fidâ, c. 3, s. 139, Halebî,c.2,s.155.
[327] İbn İshak, İbn Hişam , c. 2, s. 66, Taberî, c. 232, E bu Nuaym, c. 1, s. 289, İbn Esîr, c. 2, s. 93, Zehebî, s. 285, E bu'l-Fidâ,c.3,s.140.
[328] Ebu Nuaym, Delâil, c.1, s. 289, Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 140.
[329] İbn İshak, İbn Hişam, c. 2, s. 66, Taberî, c. 2, s. 232, İbn Esîr, c. 2, s. 93.
[330] Ebu Nuaym, c.1, s. 297, Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 1 41.
[331] İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 93, Zehebî, s. 285, Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 1 39.
[332] İbn İshak, İbn Hişam, c. 2, s. 66, Taberî, c. 2, s. 232, Zehebî, s. 285, Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 139.
[333] Ebu Nuaym, Delâilü'n-nübüvve, c. 1, s. 297, Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 141.
[334] İ bn İ shak, İ bn H işam, Sîre, c. 2, s. 66, Taberî, Tâ rıh, c. 2, s. 232, Zeheb f, Tâ rfhu' l-islâm, s. 285-286, Ebu'l-Fidâ, el-Bi dâye ve'n-nihâye, c. 3, s. 139-140.
[335] Ebu Nuaym, Delâil, c. 1, s. 297, E bu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 3, s. 141.
[336] Ebu Nuaym, c.1, s. 297, İbn Esîr, Usdu'l-gâbe, c. 7, s. 179, Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 141, İbn Hacer, el-İsâbe, c. 4, s. 353.
[337] Ebu Nuaym, Delâil, c. 1, s. 297, E bu'l-Fidâ, c. 3, s. 141.
[338] Ebu Nuaym, Delâilü'n-nübüvve, c. 1, s. 297, İbn Esîr, Usdu'l-gâbe, c. 7, s. 179, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye c. 3, s.141, İbn Hacer, el-İsâbe, c. 4, s. 353.
[339] Ebu Nuaym, Delâil, c. 1, s. 297, E bu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 3, s. 141.
[340] Ebu Nuaym, c.1, s. 297, İbn Esîr, c. 7, s. 179, Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 141, İbn Hacer, c. 4, s. 353.
[341] Ebu Nuaym, c.1, s. 297, Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 1 41.
[342] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 2, s. 66, Taberî, Târîh, c. 2, s. 232, Ebu Nuaym, c. 1,s.297, Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 140.
[343] İbn İshak, İbn Hişam , c. 2, s. 66, Taberî, c. 2, s. 232, Ebu Nuaym, c.1 ,s.297, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 93, Ebu'l-Fidâ, c.3,s. 1 40, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 2, s. 154.
[344] İbn İshak, İbn Hişam, c. 2, s. 66, Taberî, c. 2, s. 232, Ebu Nuaym, c. 1, s. 297, İbn Esîr, c.2, s. 93, Ebu'l-Fidâ, c. 3, s.140.
[356] İbn Sa'd, Tabakât, c. 8, s. 57, İbn Hacer, el-İsâbe, c. 4, s. 282.
[357] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 6, s. 211 , Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 3, s. 132.
[358] Ahmed b. Hanbel, c.1, s. 318-319, Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 132-133, Heysemî, Mecmau'z-zevâid, c. 4, s. 270.
[359] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c.1 ,s.319, Buhârî, Sahih, c.6, s. 120, Müslim, Sahih, c. 4, s. 1958, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 3, s. 133, Heysemî, Meanau'z-zevâid, c. 4, s. 270.
[360] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1, s. 319, Buhârî, Sahîh, c. 6, s. 120, Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 133, Heysemî, Meanau'z-zevâid,c. 4, s. 270-271.
[361] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1, s. 319, Buhârî, Sahîh, c. 6, s. 120, Müslim, Sahîh, c. 4, s. 1959, Heysemî, Mecmau'z-zevâid, c. 4, s. 271.
[362] İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 8, s. 53. M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 2/177-180.
[363] İbn İshak, Kitâbu'l-mübtedâ ve'l-meb'as, c. 5, s. 255, Taberî, Tefsir, c. 7, s. 312, Vâhidî, Esbâbü'n-nüzûl, s. 150.
[364] Taberî, Tefsir, c. 15, s. 108, Suyûtî, Dürru'l-mensur, c. 4, s. 190.
[365] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1, s. 242, Hâkim, Müstedrek, c. 2, s. 314, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 3, s. 53,Suyûtî, D ürru'l-mensur, c. 4, s. 190.
[366] Taberî, Tefsir, c. 7, s. 312, H ale bf, İ nsânu'l -u yûn, c. 1, s. 497
[368] İ bn İ shak, Kitâbu'l-mübtedâ ve'l-meb'as, c. 5, s. 255, Ahmed b. Hanbel, c. 1, s. 242, Taberî, Tefsir, c. 7, s. 31 2, Hâkim ,Müstedrek, c. 2, s. 314, Vâhidî, Esbâbü'n-nüzûl, s. 150, Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 52, Suyûtî, c. 4, s. 190, Halebî, c. 1, s. 496.
[369] İbn İshak, c. 5, s. 255, Ahmed b. Hanbel, c. 1, s. 242, Taberî, c. 7, s. 312, c. 1 5, s. 108, Hâkim, c. 2, s. 314, Vâhidî, s.150, Beyhakî, Delâilü'n-nübüvve, c. 2, s. 272 Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 52, Suyûtî, c. 4, s. 190.
[371] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1, s. 242, Hâkim, Müstedrek, c. 2, s. 314, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 3, s. 52,Heysemî, Mecmau'i-ievâid, c. 7, s. 50, Suyûtî, Dürru'l-mensûr, c. 4, s. 190, Halebî, İnşânu'l-uyûn, c. 1, s. 497.
[373] Ahmed b. Hanbel, c.1, s. 242, Hâkim, c. 2, s. 314, Vâhidî, Esbâbü'n-nüzûl, s. 150, Beyhakî, Delâilü'n-nübüvve, c. 2, s.272, Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 52, Suyûtî, c. 4, s. 190, Halebî, c. 1, s. 497.
[379] Taberî, Tefsir, c. 15, s. 108, Hâkim , c. 2, s. 362, Fahru'r-Râzî, Tefsir, c. 20, s. 234, Ebu'l-Fidâ, Tefsir, c.3, s. 47, Hâzin,Tefsir, c. 3, s. 169, Suyûtî, c. 4, s. 190.
[380] Taberî. c. 7. s. 312. Vâhidî. Esbâbü'n-nüzûl. s. 150. M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 2/180-182.
[381] "Allah'ın yanında başka bir ilah daha tanıyan o alaycılara karşı, muhakkak, Biz sana yeteriz! (Onların hakkından, İbn İshak, İtan Hişam, Sîre, c. 2, s. 36.
[385] İbn İshak, İbn Hişam, c.2, s. 50-51, Taberî, Tefsir, c. 14, s. 69-70 Ebu Nuaym, Delâilü'n-nübüvvie, c. 1, s. 268, Kurtubî,Tefsir, c. 10, s. 62, Meseff, Medârik, c. 2, s. 279, Beyzâvf, Tefsir, c. 1, s. 547, Ebussuud, Tefsir, c. 5, s. 92.
[386] İbn İshak, İbn Hişam , Sîre, c. 2, s. 51, Taberî, Tefsir, c. 14, s. 70, Kurtubî, Tefsir, c. 10, s. 62, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 3, s. 106.
[388] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 2, s. 51-52, Taberî, c. 14, s. 70-72, Ebu Nuaym, Delâilü'n-nübüvve, c. 1, s. 268, Beyhakî,D el â il ü'n-nübü we, c. 2, s. 316-318, K urtu bf, Tefsir, c. 10, s. 62, İ bn Seyyid, U yûnu 'l-eser, c. 1, s. 11 3, Zehebî, T ârfhu'l -i si âm, s. 224-225, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 3, s. 105-106. M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 2/182-185.
[389] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1, s. 368, Buhârî, Sahih, c. 6, s. 81, Tirmizî, Sünen, c. 5, s. 444, Belâzurî, Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 126, Taberî, Tefsir, c. 30, s. 254.
[392] Ahmed b. Hanbel, c. 1 , s. 368, Buhârî, c. 6, s. 81, Tirmizî, c. 5, s. 444, Belâzurî, c. 1, s. 126, Taberî, Tefsir, c. 30, s. 254.
[393] Ahmed b. Hanbel, c. 1, s. 368, Buhârî, c. 6, s. 81, Ebu'l-Fidâ, Tefsir, c. 4, s. 529, Hâzin, Tefsir, c. 4, s. 394
[394] Ahmed b. Hanbel, c. 1, s. 248, 368, Buhârî, c. 6, s. 81, Tirmizî, c. 5, s. 444, Belâzurî, c. 1, s. 125, Taberî, c. 30, s. 254, Kurtubî, Tefsir, c. 20, s. 124, Hâzin, c. 4, s. 394, Ebu'l-Fidâ, c. 4, s. 529, Ebussuud, c. 9, s. 179.
[395] Ahmed b. Hanbel, c. 1, s. 248, 368, Buhârî, c. 6, s. 81, 89, Tirmizî, c. 5, s. 444, Belâzurî, c. 1, s. 126, Taberî, c. 30, s. 257, Ebu'l-Fidâ, c. 4, s. 529.
[396] Belâzurî, Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 126, Bedruddin Ayni, Umdetu’l-Kari c. 19, s. 308, İbn Hacer, Fethu’l-Bari, c. 8 s. 557.
[397] Ahmed b. Hanbel, c.1, s. 368, Tirmizî, c. 5, s. 444, Belâzurî, c. 1, s. 126.
[398] Ahmed b. Hanbel, c. 1, s. 248, 368, Buhârî, c. 6, s. 81 , 89, Tirmizî, c. 5, s. 444, Belâzurî, c. 1, s. 126, Taberî, c. 30, s. 257, Ebu'l-Fidâ, c. 4, s. 529, Bedrüddin Aynî, c. 19, s. 308, Hâzin, c. 4, s. 1 94.
[399] Tirmizî, c. 5, s. 444, Beyhakî, Delâilü'n-nübüvve, c. 2, s. 1 92, Zehebî, Târîhu'Nslâm, s. 151-152, Ebu'l-Fidâ, Tefsir, c. 4, s. 529, Hâzin, c. 4, s. 394.
[401] Tirmizî, c. 5, s. 444, Belâzurî, c. 1, s. 1 266, Ebu'l-Fidâ, c. 4, s. 529, Hâzin, c. 4, s. 394.
[402] Belâzurî, c. 1, s. 126, Taberî, c. 30, s. 256, Beyhakî, c. 2, s. 192, Zehebî, s. 154, Ebu'l-Fidâ, t 4, s. 529.
[403] Ahmed b. Hanbel, c. 1, s. 368, Tirmizî, c. 5, s. 444, Belâzurî, c. 1, s. 126, Beyhakî, c. 2, s. 192, Zehebî, s. 154, Ebu'l-Fidâ, c. 4, s. 529, Hâzin, c. 4, s. 394.
[404] Tirmizî, c. 5, s. 444, Taberî, c. 30, s. 256, Ebu'l-Fidâ, c. 4, s. 529, Hâzin, c. 4, s. 394.
[405] Ahmed b. Hanbel, c. 1, s. 368, Tirmizî, c. 5, s. 444, Belâzurî, c. 1, s. 126, Taberî, c. 30, s. 256, Beyhakî, c. 2, s. 192, Zehebî, s. 154, Ebu'l-Fidâ, c. 4, s. 529, Hâzin, c. 44, s. 394.
[408] Ahmed b. Hanbel, c. 1, s. 368, Tirmizî, c. 5, s. 444, Belâzurî, c. 1, s. 126, Taberî, c. 30, s. 256, Beyhakî, c. 2, s. 192, Kurtubî, c. 20, s. 127, Zehebî, s. 154, Ebu'l-Fidâ, c. 4, s. 259, Hâzin, c. 4, s. 394.
[409] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1, s. 256, Belâzurî, Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 126, Taberî, Tefsir, c. 30, s. 256, Beyhakî, Delâilü'n-nübüvve, c. 2, s. 192, Kurtubî, Tefsir, c. 20, s. 127.
[410] Ahm ed b. Hanbel, c. 1, s. 256, Belâzurî, c. 1, s. 1 26, Taberî, c. 30, s. 256, Kurtubî, c. 20, s. 127, Ebu'l-Fidâ, c. 4, s. 529, Hâzin, t 4, s. 394.
[411] Ahmed b. Hanbel, c. 1, s. 256, Tirmizî, c. 5, s. 444, Taberî, c. 30, s. 256, Beyhakî, c. 2, s. 192, Zehebî, s. 154, Ebu'l-Fidâ, c. 4, s. 529, Hâzin, c. 4, s. 394.
[412] Ahmed b. Hanbel, c. 1, s. 256, Tirmizî, c. 5, s. 444, Taberî, c. 30, s. 256, Ebu Nuaym, Delâilü'n-nübüvve, c. 1, s. 208, Beyhakî, c. 2, s. 189, Zehebî, s. 151-152, Ebu'l-Fidâ, c. 4, s. 529, Bedrüddin Aynî, Umdetu'l-Kârî, c. 19, s. 308.
[414] Müslim, Sahîh, c. 4, s. 2154, Taberî, Tefsir, c. 30, s. 256, Ebu Nuaym, Delâil, c. 1, s. 208, Beyhakî, Delâil, c. 2, s.189, Zehebî, s. 151-152, Ebu'l-Fidâ, c. 4, s. 529, Bedrüddin Aynî, c. 19, s. 308.
[415] Müslim, c. 4, s. 2154, Taberî, c. 30, s. 256, Ebu Nuaym, c. 1, s. 208, Beyhakî, c. 2, s. 189, Süheylî, Ravdu'l-ünüf, c. 3, s. 154, Ebu'l-Fidâ, c. 4, s. 529, Hâzin, c. 4, s. 394.
[416] Beyhakî, Delâilü'n-nübüvve, c. 2, s. 2, s. 191, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 1, s. 1 02, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 3, s. 43, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 1, s. 463464. M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 2/185-187.
[417] İbrı Hazm, Cemhere, c. 2, s. 387, Süheylî, Ravıdu'l-ünüf, c. 3, s. 387.
[418] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 2, s. 29-30, Belâzurî, Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 128-129, Ebu Nuaym, Delâilü'n-Nübüvve, c. 1 , s. 210-212, Beyhakî, Delâilü'n-nübüvve, c. 2, s. 193-194, Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 45, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 1, s. 506-507.
[419] İbn İshak, İbn Hişam, c. 2, s. 30, Ebu Nuaym, Delâil, c. 1, s. 212, Beyhakî, Delâil, c. 2, s. 1 93-1 94, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 1, s. 112, Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 45.
[420] Belâzurî, Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 129. M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 2/188-190.
[421] Buhârî,Sahih,c.5ı s. 238, Müslim, Sahih, c. 4, s. 2153, Kurtubî, Tefsir, c. 11, s. 145.
[422] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 1, s. 383, İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 3, s. 164, Bu hân , Sahih, c. 5, s. 238, Müslim, Sahih, c. 4, s. 2153, Belâzurî, Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 176, Taberî, Tefsir, c. 16, s. 120, Vâhidî, Esbâbü'n-nüzûl, s. 204, Kurtubî, Tefsir, c. 11, s. 145, Ebu'l-Fidâ, Tefsir, c. 3, s. 135.
[424] Taberî, Tefsir, c. 16, s. 120, Ebu'l-Fidâ, Tefsir, c. 3, s. 135.
[425] İbn İshak, İbn Hişam, Sire.c.1 ,s. 383, İbn Sa'd, Tabakât, c. 3, s. 164, Buhârî.c. 5, s. 238,Müslim, c.4,s. 2153, Belâzurî, c. 1, s. 176, Taberî, c. 16, s. 120, Vâhidî, s. 204, Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 135.
[426] İbn Sa'd, Tabakât, c. 3, s. 164, Buhârî, c. 5, s. 237-238, Müslim, c. 4, s. 2153, Tirmizî, Sünen, c. 5, s. 318, Belâzurî, c. 1, s. 177, Taberî, c. 16, s. 120, Vâhidî, s. 204, Fahm'r-Râzî, Tefsir, c. 22, s. 249, Kurtubî, c. 11, s. 145-146, Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 135, Ebussuud, Tefsir, c. 5, s. 279.
[427] İ bn Sa'd, Tabakât, c. 3, s. 164, Buhârî, c. 5, s. 237, Müslim , c. 4, s. 2153, Tirmizî, c. 5, s. 318, Belâzurî, c. 1, s. 177, Taberî, c.16, s. 1 21, Fahru'r-Râzî, c. 22, s. 249, Kurtubî, c. 11, s. 146, Ebussuud, c. 5, s. 279.
[428] Taberî, c. 16, s. 121, Vâhidî, s. 205, Fahru'r-Râzî, c. 22, s. 249, Kurtubî, c. 11, s. 145-146, Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 135.
[430] Buhârî, Sahih, c. 5, s. 237, 238, Taberî, Tefsir, c. 16, s. 1 21, Vâhidî, Esbâbü'n-nüzûl, s. 204, Zemahşerî, Keşşaf, c. 2, s. 523, Fahru'r-Râzî, Tefsir, c. 22, s. 249.
[431] Buhârî, c. 5, s. 238, Müslim, Sahih, c. 4, s. 2153, Belâzurî, Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 1 77, Vâhidî, s. 204, Kurtubî, Tefsir, c. 11, s. 145.
[432] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 1, s. 383, İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 3, s. 164, Buhârî, c. 5, s. 237, Belâzurî, c. 1, s. 177,Vâhidî, s. 204, Kurtubî, c. 11 , s. 145.
[433] Taberî, c. 16, s. 121, Vâhidî, s. 205, Kurtubî, c. 11, s. 146.
[434] İbn İshak, İbn Hişam, c. 1, s. 383, Kurtubî, c. 11, s. 146.
[436] İbn İ shak, İbn Hişam, c. 1, s. 383, İbn Sa'd, c. 3, s. 164, Buhârî, c. 5, s. 238, Müslim, c. 4, s. 2153, Belâzurî, c. 1, s. 177,Taberî, c. 16, s. 1 21, Vâhidî, s. 204-205, Kurtubî, c. 11, s. 145, Ebu'l-Fidâ, Tefsir, c. 3, s. 136.
[437] Meryem: 77-80. M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 2/190-192.
[438] İbn İshak, İtan Hişam , Sîre, c. 2, s. 67, Yâkubî, Tarih, c. 2, s. 37, Taberî, Târih, c. 2, s. 233, Beyhakî, Delâilü'n-Nübüvve, c. 2, s. 419, İbn Hazm, Cevâmiu's-Sîre, s. 69, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 94, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 1 , s. 155, Zehebî, Târîhu'l-islâm, s. 287, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 3, s. 147, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 2, s. 160.
[439] Beyhakî, Delâil, c. 2, s. 419, Zehebî, s. 287.
[440] İbn İshak, İbn Hişam, c. 2, s. 67, Taberî, c. 2, s. 233, İbn Esîr, c. 2, s. 94, Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 147.
[441] İbn İshak, İbn Hişam, c. 2, s. 67-68, Taberî, c. 2, s. 233, Beyhakî, c. 2, s. 419, İbn Esîr, c. 2, s. 94, Zehebî, s. 287, Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 147, Halebî, c. 2, s. 160.
[442] İbn İshak, İbn Hişam, c. 2, s. 68, Yâkubî, c. 2, s. 37, Beyhakî, c. 2, s. 419, Zehebî, s. 287, Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 147, Halebî, c. 2, s. 160.
[443] İbn İshak, İbn Hişam, c. 2, s. 69, Belâzurî, c. 1, s. 238, Taberî, t 2, s. 233, Beyhakî, t 2, s. 419, İbn Esîr, c. 2, s. 94-95, Zehebî, s. 287, Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 147, Halebî, c. 2, s. 160.
[444] İbn Hazm, Cevâmiu's-are, s. 69, İbn Kayyım, Zâdü'l-mead, c. 2, s. 56, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 1, s. 155,
[445] İbn İshak, İbn Hişam, c. 2, s. 69, Yâkubî, c. 2, s. 37, Taberî, c. 2, s. 233, Beyhakî, c. 2, s. 419, İbn Esîr, c. 2, s. 95, Zehebî, s. 287, Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 147, Halebî, c. 2,5.160.
[446] İbn İshak, İbn Hişam, c. 2, s. 69, Yâkubî, c. 2, s. 37, Taberî, c. 2, s. 233, Beyhakî, c. 2, s. 419, İbn E sır, c. 2, s. 95, Zehebî, s. 287, Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 147, Halebî, c. 2, s. 160.
[447] İbn İshak, İbn Hişam, c. 2, s.68, Taberî, c. 2, s. 233, Beyhakî, c. 2, s. 419, Zehebî, s. 287, Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 147, Halebî, c. 2, s. 160.
[448] İbn İshak, İbn Hişam, c. 2, s. 68, Belâzurî, c. 1, s. 238, Yâkubî, c. 2, s. 37, Taberî, c. 2, s. 233, Beyhakî, c. 2, s. 419, Zehebî, s. 287, Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 147, Halebî, c. 2, s. 160.
[449] İbn İshak, İbn Hişam , Sîre, c. 2, s. 68, Belâzurî, E nsâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 238, Taberî, Târih, c. 2, s. 233, Beyhakî, Delâilü'n-nübüvvE, c. 2, s. 419, Zehebî, Târıhu'l-isJâm, s. 287, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 3, s. 147, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 2, s. 160.
[451] İbn İshak, İbn Hişam , c. 2, s. 68, Taberî, c. 2, s. 233, Beyhakî, c. 2, s. 419, Zehebî, s. 287, Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 1 47, Halebî, c.2,s.160.
[452] Belâzurî, Ensâb, c. 1, s. 238, Yâkubî, c. 2, s. 37.
[453] İbn İshak, İbn Hişam, c.2, s.68 Belâzurî, c. 1 , s. 238, Taberî, c. 2, s. 233, Beyhakî, c. 2, s. 419, Zehebî, s. 287, Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 147, Halebî, c. 2, s. 160.
[454] İbn İshak, İbn Hişam, c. 2, s. 69, Yâkubî, c. 2, s. 37, Taberî, c. 2, s. 233, Beyhakî, c. 2, s. 419, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 95, Zehebî, s. 287, Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 147, Halebî, c. 2, s. 160.
[455] İbn İshak, İbn Hişam, c. 2, s. 69, Taberî, c. 2, s. 233, Beyhakî, c. 2, s. 419, İbn Esîr, c.2, s. 95, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 1,s.155, Zehebî, s. 287, Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 1 47, Halebî, c. 2, s. 160
[456] M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 2/192-194.
[457] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 2, s. 69, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 5, s. 427, Taberî, Târîh, c. 2, s. 233, Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 1 81, Beyhakî, Delâilü'n-nübüvve, c. 2, s. İbn Esîr, Usdu'l-gâbe, c. 1, s. 1 86, Zehebî, Târîhu'l-islâm, s. 288, Ebu'l- Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 3, s. 148, Heysemî, Mecmau'z-zevâid, c. 6. s. 36.
[458] İbn Haim, Cevâmiu's-Sîre, s. 69, İbn Kayyım, Zâdü'l-mead, c. 2, s. 56, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 1, s. 155, İbn Haldun,Târîh, c. 2, ks, 2, s. 11, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 2, s. 161.
[459] İbn İshak, İbn Hisam, c. 2, s. 69, Taberî, c. 2, s. 233, Hâkim, c. 3, s. 181 .Beyhakî, c. 2, s. 420, İbn Haim, s. 69, İbn Esîr, c. 1, s. 186, İbn Kayyım, c. 2, s. 56, İbn Seyyid, c. 1, s. 155, Zehebî, s. 288, Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 1 48, İbn Haldun, c. 2, ks. 2, s. 11.
[460] İbn İshak, İbn Hişam, c. 2, s. 69, Ahmed b. Hanbel, c. 5, s. 427, Taberî, c. 2, s. 233, Hâkim, c.3, s. 181, Beyhakî, c. 2, s. 420, İbn Esîr, c. 1, s. 186, Zehebî, s. 288, Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 148, Heysemî, c. 6, s. 36, Halebî, c. 2, s. 161.
[461] İbn Hazm, s. 69, İbn Kayyım, c. 2, s. 56, İbn Seyyid, c.1, s. 155, İbn Haldun, c. 2, ks, 2, s. 11.
[462] İbn İshak, İbn Hişam, c. 2, s. 69, Ahmed b. Hanbel, c. 5, s. 427, Taberî, c. 2, s. 233, Hâkim, c.3, s. 181, Beyhakî, c. 2, s. 420, İbn Hazm, s. 69, İbn Esîr, c. 1, s. 186, İbn Kayyım, c. 2, s. 56, Zehebî, s. 288, İbn Seyyid, c. 1, s. 155, Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 148, İbn Haldun, c. 2, ks. 2, s. 11, Halebî, c. 2, s. 1 61.
[463] Belâzurî, Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 238. M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 2/194-195.
[464] Ebu'l-Ferec İbn Cevzî, el-Vefâ, c. 1, s. 216, Diyarbekrî, Târîhu'l-hamîs, c. 1, s. 306.
[465] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 2, s. 70, Taberî, Târih, c. 2, s. 234, Ebu Nuaym , Delâilü'n-nübüvve, c. 1, s. 298, Beyhakî,Delâilü'n-nübüvve, c. 2, s. 433, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 1, s. 156, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 3, s. 148, Kastalâni, Mevâhibu'l-ledünniye, c. 1, s. 76.
[466] İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 1, s. 217, Ebu Nuaym , Delâil, c. 1, s. 299.
[467] İbn İshak, İbn Hişam , c. 2, s. 71 -72, İbn Sa'd, Tabakât, c. 1 , s. 219, Taberî, c. 2, s. 234, E bu Nuaym , c. 1, s. 299, Beyhakî, Delâil, c. 2, s. 433, İbnHaim, Cevâmiu's-Sîre, s. 69-70, Ebu'l-Ferec İbn Cevzî, el-Vefâ, c. 1, s. 217, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 96, İbn Kayyım, Zâdü1 l-mead, c. 2, s. 56, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 1, s. 156, Zehebî, Târîhu'l-islâm , s. 290, Ebu'l-Fidâ,c.3, s.149, İbn Haldun, c. 2, kş. 2, s. 11. Kastalâni, Mevâhibu'l-ledünniye, c. 1, s. 76, Diyarbekrî, c. 1, s. 306.
[468] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 2, s. 70-73, Taberî, Târih, c. 2, s. 234, Ebu Nuaym, Delâilü'n-nübüvve, c. 1, s. 298-299,Beyhakî, Delâilü'n-nübüvve, c. 2, s. 433434, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 1, s. 156, Zehebî, Târîhu'l-islâm, s. 290, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 3, s. 148-149, Kastalâni, Mevâhibu'l-ledünniye, c. 1, s. 76, Diyarbekrî, Hamis, c. 1, s. 306, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 2, s. 159.
[469] İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 1, s. 218, Kastalâni, Mevâhib, c. 1, s. 76, Diyarbekrî, c. 1, s. 306.
[473] İbn Sa'd, c. 1 , s. 218, Ebu Nuaym, Delâilü'n-nübüvve, c. 1, s. 299, Heysemî, Mecmau'i-ievâid, c. 6, s. 40, Kastalâni,Mevâhibu'l-ledünniye, c. 1, s. 76, Diyarbekrî, Hamis, c. 1, s. 306.
[474] Ebu Nuaym, Delâil, c. 1, s. 299, Heysemî, Mecma, c. 6, s. 40.
[475] İbn Sa'd, c. 1, s. 218-219, Ebu Nuaym, c. 1, s. 299, Heysemî, c. 6, s. 40, Kastalâni, c. 1 , s. 76, Diyarbekrî, c. 1, s. 306.
[476] Ebu Nuaym, c. 1, s. 299, Zehebî, Târıhu'l-islâm, s. 290, Heysemî, c. 6, s. 40, Diyarbekrî, c. 1, s. 306.
[477] İbn Sa'd, c. 1, s. 219, Kastalâni, c. 1, s. 76, Diyarbekrî, c. 1, s. 306.
[478] İbn Sa'd, c. 1, s. 219, Ebu Nuaym, c. 1, s. 299, Zehebî, s. 290, Heysemî, c. 6, s. 40.
[479] Ebu Nuaym, c. 1, s. 299, Zehebî, s. 290, Heysemî, c. 6, s. 40.
[480] İbn Haldun, Târih, c. 2, ks. 2, s. 11, Kastalâni, c. 1, s. 76, Diyarbekrî, c. 1, s. 306.
[481] İbn Sa'd, c. 1 , s. 219, Ebu Nuaym, c. 1, s. 299, Zehebî, s. 290, Heysemî, c. 6, s. 40. Kastalâni, c. 1, s. 76, Diyarbekrî, c. 1, s. 306.
[482] Ebu Nuaym, c. 1, s. 299, Zehebî, s. 290, Heysemî, c. 6, s. 40.
[484] Kastalâni, Mevâhibu'l-ledünniye, c. 1, s. 76.
[485] Yâkubî, c. 2, s. 38, İbn Haldun, c. 2, ks. 2, s. 11.
[486] İbn Sa'd, c. 1 , s. 219, Ebu Nuaym, c. 1, s. 299, Zehebî, s. 290, Heysemî, c. 6, s. 40, Kastalâni, c. 1,s.76, Diyarbekrî, c. 1, s. 306.
[487] Ebu Nuaym, c. 1, s. 299, Heysemî, c. 6, s. 40.
[488] İbn İshak, İbn Hişam, c. 2, s. 71 , Taberî, Târih, c. 2, s. 234, Ebu Nuaym, c. 1, s. 299, Beyhakî, Delâilü'n-nübüvve, c. 2, s.434, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 1, s. 1 56. E bu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 3, s. 149.
[489] İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 1, s. 219, Yâkubî, Târih, c. 2, s. 38, Ebu Nuaym, Delâilü'n-nübüvve, c. 1 , s. 299, Beyhakî,Delâilü'n-nübüvve, c. 2, s. 435, Ebu'l-Ferec İbn Cevzî, el-Vefâ, c. 1, s. 217, Zehebî, Târîhu'l-islâm, s. 290, Heysemî, Mecmau'z-zevâid, c. 6, s. 40.
[490] İbn Sa'd, Tabakât, c. 1, s. 219, Yâkubî, c. 2, s. 38, Taberî, Târih, c. 2, s. 234-235, Ebu Nuaym, c. 1, s. 299, Beyhakî, c. 2, s. 435, İbn Hazm , Cevâmiu's-Sîre, s. 71 , İbn Haldun, Târih, c. 2, ks. 2, s. 12.
[491] Ebu Nuaym, Delâil, c. 1, s. 299, İbn Hazm, s. 71, İbn Kayyım, Zâdü'l-mead, c. 2, s. 56.
[492] İbn Sa'd, Tabakât, c. 1, s. 21 9, Yâkubî, c. 2, s. 38, Ebu Nuaym, c. 1 , s. 299, Beyhakî, c. 2, s. 435, İbn Hazm, s. 71, İbn Kayyım, c. 2, s. 56, İbn Haldun, c. 2, ks. 2, s. 12.
[493] M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 2/195-199.
[494] İbn Sa'd, Tabakât, c. 3, s. 593, Ibn Abdilberr, Istiâb, c. 2, s. 466, Ibn Esîr, Usdu'l-gâbe, c. 2, s. 169, Zehebî, Siyeru A'lâmi'n-nübelâ.c.1. s. 219-220. İbn Hacer. el-İsâbe. c. 1.S.482
[495] M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 2/199.