VAHYİN GELİŞİ Peygamberimiz Muhammed (a.s.)a Vahiy ve Peygamberlik Gelmeden Birkaç Yıl Önce Cereyan Eden Hadiselerden Bazıları 1) Peygamberimiz Muhammed (a.s.)a vahiy ve peygamberlik gelmeden iki yıl kadar önce,[1] Şamlı Yahudi âlimlerinden İbn Heyyiban, Şam'dan Medine'ye gelip yerleşti ve çok geçmeden de Medine'de ölüm döşeğine düştü. Öleceğini anlayınca, Medineli Yahudilere: "Ey Yahudi cemaatı! Yemesi, içmesi bol bir yerden, beni bu yoksulluk ve açlık yurduna getiren şeyin ne olduğunu sanırsınız?" dedi. Yahudiler "Sen, daha iyi bilirsin!" dediler. İbn Heyyiban: "Ben, bu memlekete, ancak, gelme zamanı çok yaklaşmış bulunan ve buraya hicret edecek olan O Peygamberi gözlemek üzere gelmişimdir! Onun, yakında peygamber olarak gönderilmesini ve benim de ona tâbi olmamı umduğum kendisinin gelme zamanı çok yakındır. Ey Yahudi cemaatı! Ona tâbi olmakta hiç kimse sizi geçmesin! Çünkü, o, kendisine karşı koyanların kanlarını dökmek, çocuklarını, kadınlarını esir etmek selahiyetiyle gönderilecektir. Siz, bu hususta ondan korunamazsınız!" dedi ve sonra, öldü.[2] Peygamberimiz Muhammed (a.s.), kırk yaşına gelmeden önce,[3] otuzsekiz yaşında iken,[4] ışık, nur görür,[5] sesler işitir,[6] endişelenir dururdu.[7] Yüce Allah, Muhammed (a.s.)ın kerametini açıklamayı irade buyurduğu sıralarda idi ki, Muhammed (a.s.), evinden çıkar, Mekke evlerinden uzaklaşır, vadilerin kuytu köşelerine doğru dalar giderken, hiçbir ağaç veya taşa rastlamazdı ki: "Esselâmü aleyke yâ Rasûlallah!=Selam olsun sana, ey Allah'ın Resûlü!" diyerek kendisini selamlamamış olsun! Peygamberimiz (a.s.); hemen etrafına, sağına soluna, arkasına dönüp bakınır, fakat ağaç ve taştan başka birşey görmezdi.[8] Bu da, Peygamberimiz (a.s.)ın peygamberlikle görevlendirilmesinden iki yıl önce idi.[9] Ashabdan Cabir b. Semure'nin rivayetine göre, Peygamberimiz (a.s.): "Mekke'de bir taş tanırım ki, ben peygamber olarak gönderilmeden önce, bana selam verdi. Onu hâlâ tanıyorum!" buyurmuştur. [10] Sanıldığına göre, bu taş Hacerül-Esved idi.[11] Bunun, Hacerü'l-Esved'den başka bir taş olup Mekke'de Zükaku'l-Hacer diye tanınan sokakta bulunduğu[12] ve "Peygamberimiz (a.s.)ı selamladı!" diye halk tarafından ziyaret ve üzerine eller sürülerek tasdik ve teberrük edildiği de bildirilmektedir.[13]
Hz. Muhammed (a.s.)ın Şekil ve Şemâili Hz. Ali; Peygamberimiz Hz. Muhammed (a.s.) Efendimizin şekil ve şemailini şöyle tarif eder: "Peygamber (a.s.); ne öyle uzun boylu, ne de kısa idi. Uzuna yakın orta boylu idi. Kendisinin el ve ayak parmaklan kalınca; başı, vücut yapısıyla dengeli biçimde, büyükçe idi. Omuzlan, dizleri ve bilekleri, kemikli idi. Göğsünde, göbeğine kadar çizgi halinde uzanan ince kıllar vardı. Karnında ve göğsünde, bundan başka kıl yoktu. Peygamber (a.s.) yürürken ayaklarını sürümez, adımlarını canlı ve uzun atar, sanki yüksekten iner gibi, önüne doğru eğilirdi. Kendisinin saçı, ne kıvırcık, ne de düzdü. Sakalı, sıktı. Yüzü, az değirmi olup, yusyuvarlak değildi. Boynu, uzun, gümüş gibi pâk, ve parlaktı. Teni, kırmızı ile karışık aktı. Yüzünün teri, inci gibi idi. Miskten daha güzel kokardı. Gözleri, büyükçe idi. Gözbebeklerinin siyahı, pek siyahtı. Gözlerinin beyazında biraz kırmızılık vardı. Vücudu, ne zayıf, ne de şişmandı. Bakmak istediği tarafa, bütün vücudu ile dönerek bakardı. İki küreğinin arası, enli idi. Omuz küreklerinin arasında peygamberlik hâtemi vardı. Peygamber (a.s.)ı birdenbire görenler, onun manevî vakar ve heybetinden sarsılırlar, kendisini yakından tanıyınca da ona en derin sevgi ve saygı ile bağlanırlardı. Onun yüce haslet ve meziyetlerini anlatmak isteyen kimse 'Ben, ne ondan önce, ne de sonra, onun bir benzerini daha gördüm!1 demekten kendini alamazdı."[14] Hz. Hatice'nin öz ve Peygamberimiz (a.s.)ın üvey oğlu Hind b. Ebi Hâle'nin ve diğer saha-bilerin bildirdiklerine göre: "Her ululuk, Resûlullah (a.s.)da toplanmıştı. Onun yüzü, ayın ondördü gibi parlardı. O, uzuna yakın orta boylu idi, kısa boylu değildi. Kendisinin saçı, ne dümdüzdü, ne de kıvırcıktı. Saçı, kendiliğinden ikiye aynlıp yanlarına dökülürse, oldukları gibi bırakırdı. Birleştiklerinde de onları ayırmaz, oldukları gibi bırakırdı. Saçını uzattığı zaman, onlar kulaklarının memesini aşardı. Teni, kırmızıyla karışık, ak ve güzeldi. Alnı, açık ve genişti. Kaşları, uzun ve kavisli idi. Kaşlarının uçları ince, araları çok yakındı, fakat çatık değildi. İki kaşının arasında bir damar vardı ki, kızgınlık zamanında kabanr, görünürdü. Yüzünün iki kaş arasında başladığı yer yüksekçe, burnunun ucu da ince idi. Yüzündeki ölçülülük ve denklik, dikkat edenlerin gözünden kaçmazdı. Burnunda, ayrı bir parlaklık da vardı. Sakalı, sıktı. Peygamberimiz (a.s.)ın yanaklan düzdü, yumru değildi. Ağzı, tabiî büyüklükte idi. Dişleri, inci taneleri gibi idi. Bütün uzuvlan düzgündü. Vücudu sıkı etli idi. Karnı ve göğsü bir seviye idi, çıkık değildi. Göğsü ve iki küreğinin arası genişti. İri yapılı ve iri kemikli idi. Soyunduğu zaman, vücudundan nur saçıl irdi. Vücudu kıllı değildi. Yalnız omuz başlarında, pazularında biraz kıllar vardı. Bilek kemikleri uzun, el ayalan genişti. El ve ayak parmaklan, kalınca ve uzunca idi. Ayaklarının altı, düz değil, çukurca idi. Ayakları, hafif etli idi. Ayaklarının üzerine su döküldüğü zaman, etrafa yayılırdı. Yürürken, ayaklarını yerden canlıca kaldırır, iki yanına salınmaz, adımlarını geniş atar, vakar ve sükûnetle, rahatça yürürdü. Etrafına gelişigüzel bakınmazdı. Yeryüzüne bakışı, semaya bakışından çoktu. Yeryüzüne bakışı da, gözucuyla idi. Yürürken, sahabilerinin gerisinde yürürdü. Birisiyle karşılaştığı zaman, önce kendisi selam verirdi.[15] Resûlullah (a.s.)ın yüzü ve sesi çok güzeldi.[16] Yüzünde sanki güneş çağlardı! [17] Resûlullah (a.s.), yüzce insanların en güzeli ve tence en parlağı idi.[18] Peygamberimiz (a.s.)ın teri de, en güzel kokulardan daha güzel kokardı.[19] Peygamberimiz (a.s.)ın eli, serinlikçe kardan daha serin, kokuca da miskten daha güzeldi."[20] Ümmü Ma'bed'e göre: "Peygamberimiz (a.s.)ın gözünün akı pek ak, siyahı da pek siyahtı ve Kudretten sürmeli idi. Sustuğu zaman kendisinde bir vakar ve ağırbaşlılık, konuştuğu zaman da güler yüzlülük görünür; sözleri, sanki dizilmiş birer inci gibi, ağzından tatlı tatlı dökülürdü. Sözü açık ve hak ile bâtıl arasını ayırıcı olup, ne acizlik sayılacak derecede az, ne de boş ve gereksiz sayılacak derecede çoktu. Uzaktan bakılınca, kendisi, insanların en heybetlisi idi. Yakınına gelince, herkesten daha tatlı ve çekici idi. Kendisi, ekşi ve asık suratlı değil, güleçti."[21] Hz. Muhammed (a.s.)a Peygamberlik Vahyinin Ne Zaman ve Nasıl Gelmeye Başladığı Hz. Muhammed (a.s), kırk yaşında bulunduğu[22] ve Yüce Allah onun kerametini açıklamayı ve kullarına onunla rahmet etmeyi dilediği zaman,[23] kendisine ilk vahiy ve peygamberlik başlangıcı, uykuda sadık rüyalar görmekle olmuştur. Hz. Muhammed (a.s.) hiçbir rüya görmezdi ki, sabahın aydınlığı gibi açıkça çıkmasın![24] Peygamberimiz (a.s.), Yüce Allah'ın dilediği kadar müddet,[25] altı ay, bu hal üzere kaldı.[26] Yüce Allah, bu altı ay içinde, peygamberine önce uykuda, sonra da uyanık iken vahyetti.[27] Sonra, kendisine halvet, yalnızlık sevdirildi.[28] Yüce Allah, böylece ona yalnızlığa çekilmeyi sevdirdi de,[29] kendisine halvetten, yalnız başına kalmaktan daha sevgili birşey olmadı .[30] Peygamberimiz (a.s.) bazı işleri için evlerden uzaklaşır, Mekke'nin dağ aralarındaki ıssız yerlerine, vadilerin içlerine doğru dalar giderdi.[31]Onun bu haline bakan Kureyşliler: "Muhammed, Rabbine âşık olmuş!" derlerdi.[32] Peygamberimiz (a.s.); her yıl Ramazan ayında, Hira (Nur) dağında* bir ay iti kafa girer, Kureyşlilerin yapageldikleri gibi, yanına gelen yoksullara yemek de yedirirdi.[33] Kendisinin; itikattan çıktığı zaman, evine gelmeden önce ilk işi Kabe'yi yedi kere veya Allah'ın dilediği kadar tavaf etmek olur, sonra evine dönerdi.[34] Peygamberimiz (a.s.)ın Hira'ya Hz. Hatice ile gittiği de olurdu.[35] Peygamberimiz (a.s.); kavminin sürü sürü putlara tapıp durduklarını gördükçe, onlardan uzaklaşmayı, halvet ve uzlete çekilmeyi özler,[36]Hira dağına gider,[37] halvet ederdi.[38] Peygamberimiz (a.s.), daha oniki yaşlarında iken bile; Rahip Bahîra'nın kendisine Lât ve Uzzâ putlan adına yemin vermek istemesi üzerine, ona: "Lat ve Uzzâ adına yemin vererek bana birşey sorma! Vallahi, ben onlardan nefret ettiğim kadar, hiçbir şeyden nefret etmem!" demiştir.[39] Peygamberimiz (a.s.), Hira dağında kaldığı müteaddit günlerin gecelerinde tehannüsle meşgul olurdu.[40] Sahih-i Buharî şârihi Bedrüddin Aynî, "'Peygamber (a.s.)ın tehannüsü, taabbüdü ne şekilde idi?1 diye sorulacak olursa, 'Bu, düşünmek ve ibret almaktan ibaretti. Ulu atası İbrahim (a.s.)ın ibret alması gibi' diye cevap veririm" der.[41] Hira dağında itikâfa giren kimsede üç ibadet toplanırdı: Halvet, Taabbüd, Beytullah'a bakış.[42] Peygamberimiz (a.s.)ın taabbüdü, peygamber olma arzusundan ileri gelmiyordu. Zaten peygamberlik istemekle veya çalışmakla elde edilecek birşey olmayıp,[43] Yüce Allah onu kullarından seçip dilediğine veregelmiştir.[44] Kendisine vahiy ve peygamberlik gelmeden önce, Peygamberimiz (a.s.) "Kitab nedir? İman nedir?" bilmezdi ki, bu hususta herhangi bir emeli, bir arzusu bulunsun.[45] Peygamberimiz (a.s.), Hira dağına giderken, azığını da yanında götürürdü. Azığı tükenince Hz. Hatice'nin yanına döner, bir o kadar zaman için daha azık alır, giderdi.[46] Peygamberimiz (a.s.)ın azığı süt ile et,[47] ya da zeytinyağı ile çörek (kuru ekmek, peksimet) olup, orada gündüzleriyle birlikte üç gece, yedi gece ve hatta bazan bir ay kalır, taabbüdle meşgul olurdu.[48] Peygamberimiz (a.s.); halvette, yalnız başına bulunduğu sıralarda ışıklar görür, sesler işitir; bunların, cinle, kehânetle ilgili olduklarını sanarak korkar durur, Hz. Hatice'ye: "Ey Hatice! Ben bir ışık görüyor, bir ses işitiyorum. Ben, bir kâhin olacağım diye korkuyorum. Vallahi, ben, şu putlardan* ve kâhinlerden nefret ettiğim kadar, hiçbir şeyden nefret etmem!" der, Hz. Hatice de: "Ey amcamın oğlu! Öyle söyleme! Allah seni hiçbir zaman öyle yapmaz" diyerek teselli edendi.[49] İbn İshak'ın Ebu Meysene Amr b. Şurahbil'den rivayetine göre de: Resûlullah (a.s.), zevcesi Hz. Hatice'ye: "Ben halvette, yalnız başıma bulunduğum zaman, bir ses işittim. Bunun, benim için tehlikeli bir hadise olabileceğinden korktum" dedi. Hz. Hatice: "Allah korusun! Yüce Allah'ın sana öyle kötü birşey yapması ihtimali yoktur. Vallahi, sen emaneti eda edersin. Akrabana iyilik yaparsın. Sözü, doğru söylersin!" dedi. Sonra, Hz. Ebu Bekir geldi.[50] Hz. Ebu Bekir, çocukluk çağından beri, Peygamberimiz (a.s.)ın arkadaşı ve dostu idi.[51] Hz. Ebu Bekir geldiği sırada, Peygamberimiz (a.s.) evde değildi. Hz. Hatice; Peygamberimiz (a.s.)ın söylediklerini ona anlatıp: "Ey Atik! Muhammed'i yanına alıp da Varakaya kadar gitsene?" dedi. Peygamberimiz (a.s.) gelince, Hz. Ebu Bekir onun elinden tutup: "Haydi, bizimle birlikte Varaka b. Nevfel'e gidiver!" dedi. Peygamberimiz (a.s.): "Başıma geleni sana kim haber verdi?" diye sordu. Hz. Ebu Bekir: "Hatice!" dedi. Bunun üzerine, gidip hadiseyi Varaka'ya anlattılar. Peygamberimiz (a.s.): "Halvette, yalnız başıma bulunduğum sırada, arkamdan: 'Ey Muhammed! Ey Muhammedi' diye seslenildiğini işittim.[52] Sesi işittim, fakat hiçbir şey göremedim" dedi. Varaka b. Nevfel: "Bunda, senin için bir sakınca yoktur!" dedi.[53] Peygamberimiz (a.s.): "Sesi işitince, korkarak oradan uzaklaşıyor, başka yerlere doğru gidiyorum" dedi. Varaka: "Öyle yapma! Seslenen geldiği zaman, sana söyleyeceği şeyi dinleyinceye kadar, orada sebat edip dur! Sonra da, dinlediğin şeyleri gel bana haber ver" dedi .[54] Yine, yalnız başına bulunduğu sırada, Peygamberimiz (a.s.)a "Yâ Muhammed!" diye seslenilmiş ve: "Bismillâhirrahmânirrahîm. Elhamdülillahi Rabbil'âlemîn. Errahmanirrahîm. Mâliki yevmiddîn. İyyâke na'büdü ve iyyâke nestaîn. İhdinassıratalmüstakîm. Sıratallezîne en'amte aleyhim. Gayril-mağdûbi aleyhim veleddallîn' de; 'Lâ ilahe illallah' de!" buyurulmuştur. [55] Alkame b. Kays'tan rivayet olunduğuna göre, peygamberlere verilen şeyler kalpleri yatışıncaya kadar önce kendilerine uyku halinde verilir, sonra da uyanık iken, vahiy olarak indirilirdi.[56] Hz. Âişe'nin bildirdiği gibi, Peygamberimiz (a.s.)a da ilk vahiy ve peygamberlik başlangıcı, uykuda sadık, görüldüğü gibi apaçık çıkan rüyalar görmekle olmuştur.[57] Peygamberlik; çok büyük ve ağır bir vazife olduğundan, Peygamberimiz (a.s.)ın da bu ağır vazifeye alıştırılması, hazırlanması ve bunun kendisine kolaylaştırılması için, vahiy[58] meleği Cebrail (a.s.), Peygamberimiz (a.s.)a uyanık iken gelmeye başlamadan önce, rüyada gelmeye başlamıştır.[59] Zaten, vahiy, peygamberlere uyanık iken geldiği gibi, Sâffât sûresinin 102. âyetine göre, rüyada da gelirdi.[60] Peygamberlerin rüyası vahiydir.[61] Peygamberlerin gözleri uyur, kalpleri uyumaz.[62] Peygamberimiz (a.s.), Hz. Âişe'ye: "Ey Âişe! Benim gözlerim uyur, kalbim uyumaz" buyurmuştur.[63]
Nebilik ve Resullük Nübüvvet akıl sahibi kulların üzerlerindeki dünya ve âhiret işleri hakkında, Allah ile kulları arasında yapılan elçilik demektir.[64] Nebi; kendisine, melek tarafından vahiy veya kalbine ilham olunan, ya da sâlih rüya ile uyarılan zât demektir. Resûl ise, resûl olması haysiyetiyle, nübüvvet vahyinin üstünde özel bir vahiy ile üstün kılınmış olan ve kendisine Cebrail (a.s.)ın Yüce Allah tarafından özel olarak indirilmiş Kitab ile vahyetmiş olduğu;[65] Allah'ın, hükümlerini halka tebliğ etmek üzere gönderdiği kâmil insan demektir.[66] Bunun için, "Her resûl nebidir, fakat her nebi resûl değildir" denilmiştir.[67] Nebilik ve resûllük Allah vergisi olup, bunu Yüce Allah'ın kullarından dilediğine ve lâyık olanına verdiği de, Kur'ân-ı Kerîm'de açıklanmıştır.[68]
Peygamberlerin Sıfat ve Faziletlerinden Bazıları 1) Bütün peygamberler (salât ve selam olsun onlara), ancak erkekler arasından seçilip gönderilmişlerdir.[69] 2) Bütün peygamberler babaları ve dinleri bir kardeştirler.[70] 3) Küçük,[71] büyük günahlardan, küfürden uzaktırlar.[72] Ancak, onların bazısından zelle, makamlarına göre kusur sayılabilecek bazı davranış ve sürçmeler vuku bulabilir.[73] 4) Peygamberler, en emîn.[74] 5) Allah'ın emir ve nehiylerini, insanlara hiç eksiltmeden, arttırmadan ulaştıran,[75] 6) Elçilik vazifesini yaparken, Allah'tan başka hiç kimseden korkmayan,[76] 7) En doğru sözlü, en doğru özlü.[77] 8) Kısa akıllılıktan ve[78] 9) Yanılgıdan uzak, 10) İnsanların bilmedikleri, bilemeyecekleri şeyleri-Allah'tan telakki eyledikleri vahiy ile bilen, bildiren,[79] 11) İnsanlara Allah'ın âyetlerini okuyan, Kitab ve Hikmeti öğreten, onları maddî ve manevî kirlerden temizleyen,[80] 12) İnsanları doğru yola öğütleyen, onların esirgenmelerini dileyen,[81] 13) Mükâfatlarını dünyada insanlardan değil, âhirette Rabbü'l-âlemîn'den alacaklarını açıklayan Allah elçileridir.[82] 14) Peygamberlerin Yüce Allah'ın izniyle mucizeler göstermeleri hak ve gerçektir ve göstermişlerdir de.[83] Peygamberimiz (a.s.)a ise, devamlı mucize olarak Kur'ân-ı Kerîm vahyedilmek suretiyle verilmiş olduğundan, kendisi Kıyamet günü peygamberlerin en çok ümmetlisi olacaktır.[84]
Peygamberlerin Sayısı, İlki ve Sonuncusu Hadis-i şerifte bildirildiğine göre; peygamberlerin sayısı yüzyirmi dört bin olup,[85] bunlardan üçyüz onbeşi resûl idi.[86] Peygamberlerin ilki Âdem (a.s.), sonuncusu da Peygamberimiz Muhammed (a.s.)dır.[87] Peygamberimiz (a.s.) hem nebi, hem resûl idi.[88]
Peygamberliğinin Hz. Muhammed (a.s.)a Bildirilişi Peygamberimiz (a.s.)in Yüce Allah tarafından peygamber olarak gönderileceği ve ilahî rahmetin kullara onunla ihsan olunacağı gün gelmişti. Peygamberimiz (a.s.); Ramazan ayının 15. Cumartesi ve 16. Pazar gecelerinde[89] Hira mağarasında uyuduğu sırada, rüyasında vahiy meleği Cebrail (a.s.), atlastan bir kap içinde bir Kitabla gelip Peygamberimiz (a.s.)a: "Oku!" dedi. Peygamberimiz (a.s.): "Ben, okuma bilmem!" dedi. Cebrail (a.s.), Peygamberimiz (a.s.)ı, nefesi kesilinceye kadar sıktı ki, Peygamberimiz kendisini ölecek sandı. Bundan sonra, Cebrail (a.s.) bırakıp, Peygamberimize: "Oku!" dedi. Peygamberimiz (a.s.): "Ben, okuma bilmem!" dedi. Cebrail (a.s.), Peygamberimiz (a.s.)ı tekrar nefesi kesilinceye kadar sıktı. Peygamberimiz (a.s.), kendisini ölecek sandı. Sonra, Cebrail (a.s.) bırakıp, Peygamberimize yine: "Oku!" dedi. Peygamberimiz (a.s.), Cebrail (a.s.)ın sıkmasından kurtulmak için: "Neyi okuyayım!" diye sorduğu zaman, Cebrail (a.s.), Alâk sûresinin başındaki beş âyeti okudu. Cebrail (a.s.) ayrılıp gittiği ve Peygamberimiz (a.s.) uykudan uyandığı zaman, o âyetler sanki bir kitap olarak kalbine yazılmış gibi idi. Peygamberimiz (a.s.) mağaradan ayrılıp Hira dağının ortasına geldiği zaman, gökten bir ses işitti ki: "Yâ Muhammedi Sen, Allah'ın Resûlüsün! Ben, Cebrail'im!" diyordu. Peygamberimiz (a.s.), başını kaldırıp bakınca, Cebrail (a.s.)ı, ayaklarını göğün ufkuna basmış bir insan suretinde gördü! "Yâ Muhammedi Sen, Allah'ın Resûlüsün! Ben, Cebrail'im!" diyordu. Peygamberimiz (a.s.) duraklamış, ona bakakalırı işti. Ne bir adım ilerleyebiliyor, ne de gerileyebiliyordu. Cebrail (a.s.)ı görmemek için, yüzünü göğün ufuklarından ne tarafa çevirip baksa, hep onu öylece görüyordu![90] Cebrail (a.s.)ın sesi, Peygamberimiz (a.s.)a gâh gökten, gâh ağaçtan, gâh dağdan., geliyordu.[91]
Hz. Hatice'nin Peygamberimizi Aratması, Teselli ve Tebşir Etmesi Hz. Hatice'nin aratmaya gönderdiği adamları Mekke'nin yukarısına kadar Peygamberimiz (a.s.)ı aradılarsa da, bulamayarak geri döndüler. Peygamberimiz (a.s.) ise, hâlâ, olduğu yerde dikilip duruyordu. Nihayet, Cebrail (a.s.) ayrılıp gidince, Peygamberimiz (a.s.) hemen evine döndü.[92] Hz. Hatice Peygamberimiz (a.s.)a yemek yapıp göndermiş; gönderdiği adamlar Peygamberimiz (a.s.)ı Hira mağarasında bulamamışlardı. Bunun üzerine, amcalarının ve dayılarının evlerine de adam gönderip arattırın işti. Oralarda da bulamayınca, çok kaygılanmıştı.[93] Peygamberimiz (a.s.) eve geldiği zaman, Hz. Hatice: "Ey Ebu'l-Kasım! Nerede idin? Vallahi, seni aramak için adamlar saldım. Onlar seni Mekke'nin yukarılarına kadar aradıkları halde, bulamayıp geri döndüler!" dedi. Peygamberimiz (a.s.), bütün gördükleri şeyleri ona birer birer anlattı. Rüyada gördüğü, kendisine çok ağır gelen hadiseyi anlattığı zaman, Hz. Hatice: "Sana müjdeler olsun![94] Yüce Allah, sana hayırdan başka bir şey yapmaz![95] Ey amcamın oğlu! Sebat et! Hatice'nin varlığı Kudret Elinde bulunan Allah'a yemin ederim ki, ben senin bu ümmetin peygamberi olacağını umuyorum!" dedi. Hemen kalktı. Elbisesini derleyip toparladıktan sonra, Varaka b. Nevfel'e kadar gitti.[96] Varaka b. Nevfel; Hz. Hatice'nin amcasının oğlu idi. Kendisi, Cahiliye devrinde Hıristiyanlığa girmişti; Arapça yazı yazmayı bilir, İncil'den bir şeyler yazar dururdu. Çok yaşlanmış ve gözleri de görmez olmuştu.[97] Tevrat ve İncil ehli olan Yahudi ve Hıristiyanlardan birçok şeyler dinlemişti. Hz. Hatice; Peygamberimiz (a.s.)ın görüp işitip de kendisine haber vermiş olduğu şeyleri Varaka'ya haber verince, Varaka: "Kuddûs! Kuddûs! [Pâkve kusursuz! Pâk ve kusursuz!] Varaka'nın varlığı Kudret Elinde Bulunana yemin ederim ki: Ey Hatice, bana doğru söyledinse, ona gelen Nâmûs-u Ekber'dir ki, o Musa'ya da gelmişti[98] O (Muhammed (a.s.)), muhakkak, bu ümmetin peygamberidir. Kendisine söyle: Sebat etsin!" dedi. Hz. Hatice, dönüp Varaka b. Nevfel'in söylediklerini Peygamberimiz (a.s.)a haber verdi.[99]
Varaka b. Nevfel'in Peygamberimiz (a.s.)ın Başına Neler Geleceğini Haber Verişi Varaka b. Nevfel; Kabe'yi tavaf ederken, Peygamberimiz (a.s.) a rastlayıp: "Ey kardeşimin oğlu! Gördüğün, işittiğin şeyleri bana haber ver bakayım!" dedi. Peygamberimiz (a.s.) haber verince, Varaka: "Varlığım Kudret Elinde Bulunana yemin ederim ki; sen, muhakkak, bu ümmetin peygamberisin! Sana gelen Nâmûs-u Ekber, senden önce Musa'ya da gelmiş olandır. Muhakkak, sen kavmin tarafından yalanlanacaksın! Sana işkence de yapılacaktır! Sen, yurdundan da çıkarılacaksın! Seninle çarpışılacak da! Andolsun ki, eğer ben o günlere erişirsem, Allah'ın dinine-Kendisinin bildiği yardımlarla-yardımda bulunacağım!" dedikten sonra, Peygamberimiz (a.s.)in yanına varıp başının tepesinden öptü. Peygamberimiz (a.s.) da, ayrılıp evine gitti .[100]
Hz. Hatice'nin Cebrail (a.s.) Hakkında Addas'tan Bilgi Alışı Hz. Hatice; Utbe b. Rebia'nın kölesi Addas'a gitti. Addas, Hıristiyandı. Ninova halkındandı.[101] Ona: "Allah aşkına! Sende, Cebrail hakkında, bana verebileceğin bir bilgi var mı?" diye sordu.[102] Addas: "Kuddûs! Kuddûs! [Pâk ve kusursuz! Pâk ve kusursuz!] Halkı putlara tapan şu belde halkına Cebrail anılır mı hiç?" dedi.[103] Hz. Hatice: "Sen, onun hakkında bildiğini bana haber ver!" dedi.[104] Addas: "Cebrail, Allah'ın Nâmûs-u Ekber'idir.[105] O, Allah ile peygamberleri arasında, Allah'ın emîni, elçisidir. Musa ve İsa (a.s.)ların sahibidir. [106] O, peygamberden başkasına gelmez!" dedi.[107]
Hz. Hatice'nin Cebrail Hakkındaki Bir Denemesi Varaka b. Nevfel, Hz. Hatice'ye: "Cebrail; Allah ile peygamberler arasında, Allah'ın emînidir. Sen, Muhammed'i, görmüş olduğu şeyleri gördüğü yere kadar götür. Kendisine gelen şey gelince, başını saçını aç! Eğer o Allah tarafından ise, Muhammed gördüğü şeyi göremez!" dedi. Hz. Hatice öyle yaptı. [108] Peygamberimiz (a.s.)a: "Ey amcamın oğlu! Şu sana gelen sahibin (Melek) geldiği zaman, bana haber verebilir misin?" diye sordu. Peygamberimiz (a.s.): "Evet! Haber verebilirim!" buyurdu. Hz. Hatice: "Öyle ise, o sana gelince bana haber ver!" dedi. Peygamberimiz (a.s.): "Ey Hatice! İşte, Cebrail yanıma geldi" buyurdu. Hz. Hatice: "Kalk, gel de ey amcamın oğlu! Sol dizimin üzerine otur!" dedi. Peygamberimiz (a.s.) oturunca, Hz. Hatice: "Onu görüyor musun?" diye sordu. Peygamberimiz (a.s.): "Evet! Görüyorum!" buyurdu. Hz. Hatice: "Kalk da sağ dizimin üzerine otur!" dedi. Peygamberimiz (a.s.), kalkıp onun sağ dizinin üzerine oturdu. Hz. Hatice: "Onu yine görüyor musun?" diye sordu. Peygamberimiz (a.s.): "Evet! Görüyorum!" buyurdu. Hz. Hatice: "Kalk da, kucağıma otur!" dedi. Peygamberimiz (a.s.), kalkıp onun kucağına oturdu. Hz. Hatice: "Onu hâlâ görüyor musun?" diye sordu. Peygamberimiz (a.s.): "Evet! Görüyorum!" buyurdu. Hz. Hatice, başından başörtüsünü açtı ve: "Yine onu görüyor musun?" diye sordu. Peygamberimiz (a.s.): "Hayır! Görmüyorum!" buyurdu. Bunun üzerine, Hz. Hatice: "Ey amcamın oğlu! Sebat et! Müjdeler olsun ki, vallahi, bu sana gelen melektir; şeytan değildir!" dedi.[109]
Cebrail (a.s.)ın Peygamberimiz (a.s.)a Uyanıkken Gelişi Ramazan ayının 17'sinde, Pazartesi günü, Hira mağarasında, [110] seher vakti, [111] uyanık bulunduğu sırada. [112] Peygamberimiz (a.s.)a Hakkın emri geldi. [113] Vahiy meleği Cebrail (a.s.) bir insan suretine girmiş,[114] en güzel bir surete bürünmüş, en güzel kokular sürünmüş olduğu halde göründü.[115] Cebrail (a.s.)ın üzerinde sırmalı atlastan elbise vardı.[116] Peygamberimiz (a.s.)a: "İkra! [Oku!]" dedi. Peygamberimiz (a.s.): "Ben, okuma bilmem!" dedi. O zaman, melek Peygamberimiz (a.s.)ı tutup, takati kesilinceye kadar sıktı. Sonra, bırakıp: "Oku!" dedi. Peygamberimiz (a.s.): "Ben, okuma bilmem!" dedi. Yine, melek, Peygamberimiz (a.s.)ı tutup, ikinci kez, takati kesilinceye kadar sıktı. Sonra, bıraktı ve: "Oku!" dedi. Peygamberimiz (a.s.): "Ben, okuma bilmem!" dedi. Sonra, melek, Peygamberimiz (a.s.)ı tutup üçüncü kez sıktı. Sonra da, bırakıp: "Oku! Herşeyi yaratan Rabbinin ismiyle ki, O insanı bir alâktan (asılıp tutunan, ilişen birşeyden) yarattı. Oku! Ki, senin Rabbin, kalemle yazı yazmayı öğreten, insana bilmediğini bildiren, bol kerem ve ikram Sahibidir" (Alâk: 1-5) dedi.[117] Cebrail (a.s.): "Yâ Muhammedi Yüce Allah, sana selam söylüyor ve senin için 'Sen, Benim, bütün cinlere ve insanlara resûlümsün! Onları 'Lâ ilahe illallah = Al I a h 'tan başka ilâh yok1 kelime-i tevhidine davet et!1 buyuruyor dedi.[118] Peygamberimiz (a.s.) da, bir hadis-i şeriflerinde: "Benden önce, her peygamber münhasıran kendi kavmine gönderiliyordu. Ben ise, bütün beyazlara ve karalara (insanlara ve cinlere) gönderildim" buyurmuşlardır.[119] Peygamberimiz (a.s.); Yüce Allah tarafından Cebrail (a.s.)ın getirip tebliğ ettiği peygamberlik vazifesiyle evine dönerken, hiçbir ağaç ve taşa rastlamadı ki, kendisini selamlamasının [120] Yüreği titreyerek eve gelince, Hz. Hatice'ye: "Beni sarıp örtünüz! Beni sarıp örtünüz!" buyurdu. Korkusu, titremesi geçinceye kadar, vücudunu sarıp örttüler. [121] Hz. Hatice'ye: "Uykuda, rüyada görüp de sana söylemiş, anlatmış olduğum şeyi, Rabbim bana Cebrail'i göndererek açıkladı" buyurup, Yüce Allah tarafından gelenleri ve Cebrail (a.s.)dan işittiklerini haber verdi.[122] "Doğrusu, kendim hakkında, korktum!" buyurdu. Hz. Hatice: "Öyle söyleme! Vallahi, Allah seni hiçbir zaman utandırmaz, üzüntüye düşürmez. Çünkü, sen akrabanı görür gözetirsin! İşini görmekten âciz olanların yükünü taşırsın! Yoksula verir, hiç kimsenin kazandıramayacağını kazandırırsın! Misafiri ağırlarsın! Hak yolunda karşılaştıkları musibet ve felaket hadiselerinde, halka yardımcı olursun[123] Sözü doğru söylersin![124] Emaneti yerine verirsin[125] Güzel huylusun da!" dedi.[126] Sonra da, Peygamberimiz (a.s.)ı, yanına alıp amcasının oğlu Varaka b. Nevfel'e götürdü. Ona: "Ey amcamın oğlu! Dinle, bak! Kardeşinin oğlu ne söylüyor?" dedi. Varaka b. Nevfel: "Ne gördün kardeşimin oğlu?" diye sordu. Peygamberimiz (a.s.) gördüklerini, işittiklerini haber verince, Varaka: "Senin bu gördüğün, Allah tarafından, Musa (a.s.)a indirilmiş olan Nâmûs-u Ekber (Cebrail)'dir! Âh! Keşke kavminin seni (yurdundan) çıkaracakları zaman, ben sağ ve genç, dinç olsaydım!" dedi. Peygamberimiz (a.s.): "Demek, onlar beni çıkaracaklar ha?!" deyince, Varaka b. Nevfel: "Evet! Çıkaracaklardır! Çünkü, senin gibi birşey getirmiş bir kimse yoktur ki, düşmanlığa ve işkenceye uğramasın! Eğer ben senin davet günlerine erişirsem, sana son derecede yardım ederim!" dedi. Kendisi, çok geçmeden de vefat etti.[127]
İslamda İlk Abdest ve İlk Namaz Peygamberimiz (a.s.)a vahyin açıktan geldiği günde, Cebrail (a.s.) Peygamberimiz (a.s.)a abdest almayı ve namaz kılmayı da öğretti.[128] Mekke'nin yukarı tarafında[129] vadinin bir köşesinde ökçesini yene vurdu. Oradan bir su kaynadı. Cebrail (a.s.), ondan abdest aldı. Peygamberimiz (a.s.), Cebrail (a.s.)ın abdest alışına bakıyor,[130] Cebrail (a.s.) da namaz için nasıl abdest alınıp temizlenileceğini ona göstermek istiyordu: [131] Dirseklerine kadar, ellerini yıkadı. Ağzını su ile çalkaladı. Burnuna su çekti. Sonra, yüzünü yıkadı. Başını ve kulaklarının arkasını, ıslak eliyle mesnetti. Topuklarına kadar, ayaklarını yi kadı. [132] Abdest bittikten sonra, avucuna su aldı ,[133] edeb yerine su serpti.[134] Peygamberimiz (a.s.) da, Cebrail (a.s.)dan gördüğü gibi abdest aldı.[135] Bundan sonra, Cebrail (a.s.); namazın nasıl kılınacağını Peygamberimiz (a.s.)a göstermek için,[136] kalkıp onunla birlikte iki rekat namaz kıldı ve bu namazda yüzünün üzerine dört secde yaptı. [137] Yüce Allah; Peygamberimiz (a.s.)ın gözünü, yüzünü güldürmüş, Allahtan beklediği, gönlünün hoşlandığı ibadet emri gelmiş bulunuyordu.[138] Derin bir inanç ve sevinç içinde eve döndü. Yüce Allah'ın kendisine olan üstün ikramını Hz. Hatice'ye haber verdi.[139] Hemen elinden tutup, onu suyun yanına götürdü.[140] Namaz için nasıl abdest alınıp temizlenileceğini göstermek üzere, Cebrail (a.s.)ın kendisine gösterdiği gibi abdest aldı. Hz. Hatice de Peygamberimiz (a.s.)ın gösterdiği gibi abdest aldıktan sonra, Peygamberimiz (a.s.), Cebrail (a.s.)ın kendisine kıldırmış olduğu gibi, ona namaz kıldırdı .[141] Peygamberimiz (a.s.), kendisine peygamberlik geldiği Pazartesi gününde ilk namazı kılmıştı. Hz. Hatice de, aynı günde, günün sonuna doğru, ilk defa aynı namazı kılmak mutluluğuna ermişti.[142]
Vahiy ve Vahiy Tarzları Lügatte sür'atli işaret, kitabet, risalet, ilham ve gizli kelam gibi çeşitli mânâlara gelen[143] vahy; Yüce Allah'ın, dilediğini, peygamberlerine, dilediği tarzlarla bildirmesidir.[144] Yüce Allah; daha önceki peygamberlere vahyettiği gibi, Peygamberimiz Hz. Muhammed (a.s.)a da vahyetmiştir. Bu gerçek, Kur'ân-ı Kerîm'de şöyle açıklanır: "Biz, Nuh'a, ondan sonraki peygamberlere variyetliğimiz ve İbrahim'e, İsmail'e, İshak'a, Yakub'a, Yakub'un torunlarına, İsa'ya, Eyyub'a, Yûnus'a, Harun'a ve Süleyman'a vahyeylediğimiz ve Davud'a Zebur'u verdiğimiz gibi, şüphesiz, sana da vahyettik. Öyle peygamberler (gönderdik ki), onların kıssalarını, önceden, sana bildirdik. Yine, öyle peygamberler (gönderdik ki), sana onların kıssalarını bildirmedik. Allah, Musa'ya da, hitap ile konuştu."[145] Vahiy, Peygamberimiz (a.s.)a müteaddit tarzlarda gelmiştir. 1) Vahiy tarzlarından birisi, uykuda görülen ve görüldüğü gibi apaçık çıkan rüya tarzı dır. [146] Peygamberimiz Hz. Muhammed (a.s.)ın peygamberliği, vahyin bu tarzı ile başlamıştır. [147] Zaten, vahiy peygamberlere uyanık iken geldiği gibi, uyurken rüyada da gelirdi .[148]Peygamberlerin rüyaları, vahiydir. [149] Nitekim, İbrahim (a.s.)a, İsmail (a.s.) hakkındaki ilahî emr, rüyasında verilmişti.[150] Çünkü, peygamberlerin gözleri uyuşa da, kalbleri uyumaz.[151] Peygamberimiz (a.s.): "Bana: 'Yâ Muhammedi Gözlerin, uyusun! Kulağın, işitsin! Kalbin, ezberlesin!' denildi. Benim gözlerim uyudu. Kalbim ezberledi! Kulağım işitti.[152] Ey Âişe! Benim gözlerim uyur, kalbim uyumaz!" buyurmuştur. [153] Uyuyanın uykusunda bazı şeyler görmesine rüya ve hulm (düş) denir.[154] Fakat, rüyada görülen şeyler, daha çok hayır ve güzel şeyler üzerine olur. Hulmda ise, görülen şeyler, daha çok çirkin şeyler üzerine olur.[155] Peygamberimiz (a.s.), rüya ve hulm hakkında şöyle buyurmuşlardır "Salih rüya Allah'tan, hulm ise şeytandandır."[156] "Zamanın sonu yaklaşınca, Müslümanların rüyası hemen hemen yanlış çıkmayacaktır. Sizin en doğru rüya göreniniz, en doğru söyleyeninizdir! Rüya, üç çeşittir: Yüce Allah tarafından, (kuluna) müjde olan salih rüya, Şeytan tarafından, korku, üzüntü veren rüya, Kişinin kendi nefsinden, kendisine telkin mahiyetinde vâki olan* rüya!"[157] Şeytan; Âdem oğullarına karşı beslediği şiddetli düşmanlık sebebiyle, her zaman onlara sataşır, her yönden tuzaklar kurar, her yolla onların işlerini bozmak ister. Gördükleri rüyalarını da, ya içlerine yanlışlar karıştırmak, ya da onlardan gaflete düşürmek suretiyle, onları belirsiz ve yararsız hale getirir.[158] Peygamberimiz (a.s.): "Risalet de, nübüvvet de sona ermiştir! Benden sonra (gelecek) ne resûl vardır, ne de nebi!" buyurunca, bu ashaba çok ağır geldi.[159] Bunun üzerine, Peygamberimiz (a.s.): "Peygamberlikten, birşey kalmamıştır; [160] ama, mübeşşirat** vardır!" buyurdu. "Yâ Rasûlallah! Mübeşşirat, nedir?" diye sordular.[161] Peygamberimiz (a.s.): "Müslüman kimsenin rüyasıdır,[162] salih rüyadır![163] Salih rüya, peygamberlik işinin parçalarından bir parçadır. [164] Salih kişinin gördüğü rüya,[165] peygamberlik işinin kırkaltı parçasından bir parçadır!" buyurdu.[166] Salih rüyanın peygamberlik işinin kırkaltı parçasından bir parça oluşu; Peygamberimiz (a.s.)ın peygamberlik süresinin, onüç yıl Mekke'de, on yıl da Medine'de olmak üzere, yirmiüç yıl olup, bunun ilk altı aylık kısmının sadık ve salih rüyalar görmekle geçmiş bulunduğuna ve bunun da yirmiüç yılın kırkaltıda birini teşkil ettiğine göredir.[167] 2) Vahiy tarzlarından ikincisi, vahyedilecek kelamın,[168] melek görünmeksizin,[169] Peygamberimiz (a.s.)ın kalbine ilka olunmasıdır.[170] Yüce Allah; Cebrail (a.s.)da, ilahî hitaba mutahap ve ilahî emri tebliğe memur olduğu hakkında zarurî bir ilim yarattığı gibi, Peygamberimiz (a.s.)ın kalbinde de zarurî bir ilim yaratırdı da, Peygamberimiz (a.s.) kalbine ilka olunan şeyin mücerred bir ilhamdan ibaret olmayıp Cebrail (a.s.)ın Allah'tan getirdiği bir vahiy olduğunu kesin olarak bilirdi.[171] Peygamberimiz (a.s.)ın: "Hiç şüphesiz, Ruhu'l-Kudüs (Cebrail (a.s.)) kalbime şunu ilka ve vahy etti ki, hiçbir nefisi [172] eceli dolmadıkça,[173] rızkını tamam olarak almadıkça ölmez! Öyle ise, Allah'tan sakınınız da, onu güzel ve meşru yollardan arayınız.[174] Helal olanı alınız, haram olanı bırakınız![175] Rızık gecikirse, onu Allah'a mâsiyetle elde etmeye kalkışmayınız! Çünkü, Allah katındaki şeye, Allah'a itaattan başkası ile nail olunamaz!"[176] hadis-i şeriflerinde olduğu gibi.[177] 3) Vahiy tarzlarından birisi de, vahiy meleğinin insan suretine girerek, vahyedilecek şeyi,[178] bir insanın bir insana tevdi edişi gibi vahyedişidir.[179] Haris b. Hişam: "Yâ Rasûlallah![180] Sana vahiy nasıl gelir?" diye sormuştu. Peygamberimiz (a.s.); ona verdiği cevapta, vahyin bu tarzını şöyle cevaplamıştır: "Bazı kere, melek, benim için insan suretine girer, benimle konuşur, ben de onun söylediklerini iyice bellerim.[181] Bu, bana vahyin en kolay gelenidir.[182] Cebrail (a.s.)ı gördüm. Gördüklerimden, ona en çok benzeyeni, Dıhye'dir!" buyurmuştur. [183] Cebrail (a.s.), Peygamberimiz (a.s.)a, çok kere Dıhye'nin suretinde gelirdi.[184] Vahyin bu tarzında, Ashab-ı Kiramın Cebrail (a.s.)ı gördükleri de olurdu.[185] Hz. Âişe der ki: "Dıhyetü'l-Kelbî'nin sakalı, başı ve yüzü, Cebrail'e benzerdi.[186] Ben şu odamda oturduğum sırada,[187] Resûlullah (a.s.), birden sıçrayıp dışarı çıktı. Bakınca, yanında bir adam bulunduğunu gördüm ki, kadana atının üzerinde duruyor, başına beyaz sarık sarmış, sarığının bir ucunu iki omuzunun arasına sarkıtmıştı. Resûlullah (a.s.) ise, elini onun kadanasının yelesinin bittiği yere koymuştu.[188] Resûlullah (a.s.) içeri girince: [189] 'Yâ Rasûlallah! Birdenbire sıçradın, beni korkuttun![190] Sana gizli birşey fısıldadığını gördüğüm kişi, kimdi?' dedim. Resûlullah (a.s.): 'Sen onu gördün mü?' diye sordu. 'Evet! Gördüm' dedim.[191] 'Sen onu kime benzettin?' diye sordu. 'Dıhyetü'l-Kelbîye benzettim! [192] Sen iki elini onun atının yelesinin bittiği yere koymuş olduğun halde, kendisiyle konuştuğumu gördüm!' dedim.[193] 'Sen, çok hayır görmüşsün! [194] O, Cebrail'dir!' buyurdu.[195] Çok geçmeden, 'EyÂişe![196] Cebrail sana selam veriyor' buyurdu. Ben de: 'Ve (a.s.)ü ve rahmetullahi ve berekâtüh! Allah, o konuğu da, sahibini de hayırla mükâfatlandırsın! Ne güzel sahip! Ne güzel konuk!' dedim."[197] Abdullah b. Abbas da der ki: "Babam Abbas'la birlikte, Resûlullah (a.s.)ın yanında idim. Resûlullah (a.s.)ın yanında da, bir adam bulunuyor ve onunla fisıldaşıyordu. Resûlullah (a.s.) babamdan yüz çevirmiş gibi idi (Onunla pek ilgilenmiyordu). Resûlullah (a.s.)ın yanından, dışarı çıktık. Babam, bana: 'Oğulcuğum! Amcanın oğlunun, benden yüz çevirir gibi olduğuna dikkat etmedin mi?' dedi. Ben: 'Babacığım! O, yanında bulunan bir adamla fisıldaşıyordu' dedim. Bunun üzerine, hemen Resûlullah (a.s.)ın yanına döndük. Babam: 'Yâ Rasûlallah! Abdullah'a şöyle şöyle söylemiştim. O da, senin yanında bulunan bir adamla fısıl-daşdığını bana haber verdi. Senin yanında bir kimse var mıydı?' dedi. Resûlullah (a.s.), bana: 'Ey Abdullah! Sen onu gördün mü?' diye sordu. Ben: 'Evet! Gördüm' dedim. Resûlullah (a.s.): 'İşte o, Cebrail idi. Seninle ilgilenmekten, beni o meşgul etti!' buyurdu."[198] Cebrail (a.s.)ın, ashaba dinlerini öğretmek üzere, tanımadıkları bir beşer suretine girerek Peygamberimiz (a.s.)ın yanına gelişini de, Hz. Ömer şöyle anlatır: "Resûlullah (a.s.)la ashabından yanındaki bir cemaatla birlikte [199] Mescid'de oturduğumuz sırada, [200] güzel yüzlü, [201] başının saçı kulak yumuşaklarına kadar uzamış, [202] güzel saçlı, [203] saçına güzel koku sürünmüş,[204] üzerindeki[205] elbisesi bembeyaz,[206] saçı simsiyah,[207] genç ve güzel,[208] üzerinde yolculuk eseri görülmeyen, bununla birlikte içimizden hiçbirinin tanımadığı bir adam[209]çıkageldi.[210] Orada bulunan cemaat, birbirlerine bakıştılar.[211] Adam: 'Esselâmü aleykeyâ Rasûlallah!' diyerek Resûlullah (a.s.)a ve 'Esselâmü aleyküm!' diyerek bizlere selam verdi. Resûlullah (a.s.) onun selâmına karşılık verdi. Biz de, onunla birlikte, karşılık verdik.[212] Adam: 'Yâ Rasûlallah! Ben, sana geldim' dedi. Resûlullah (a.s.): 'Evet!' buyurdu.[213] Adam, Resûlullah (a.s.)ın yanına kadar varıp oturdu.[214] 'Bana biraz yaklaş yâ Rasûlallah!' dedi. Resûlullah (a.s.) biraz yaklaştı. Adam, tekrar: 'Yâ Rasûlallah! Biraz daha yaklaş!' dedi. Resûlullah (a.s.) biraz daha yaklaştı. [215] Adam: 'Yâ Rasûlallah! Biraz daha yaklaş!' dedi. Resûlullah (a.s.); diz kapaklan onun dizkapaklarına değecek kadar yaklaştı. [216] Sonra, adam, ona (Resûlullah (a.s.)a) saygı olmak üzere, ayağa kalkıp oturdu. [217] Adam; iki dizini Resûlullah (a.s.)ın iki dizine bitiştirip dayadı,[218] ellerini kendi dizlerinin üzerine koydu.[219] 'Yâ Rasûlallah![220] Yâ Muhammed![221] Bana imandan haber ver. İman, nedir?' diye sordu. Resûlullah (a.s.): 'İman; Allah'a, Allah'ın meleklerine, Allah'ın Kitablarına, Allah'ın resûllerine, âhiret gününe, bir de, hayır ve şer, kadere inanmandır!' buyurdu.[222] Adam: 'Ben böyle yaparsam iman etmiş olur muyum?' diye sordu. Resûlullah (a.s.): 'Evet!' buyurdu.[223] Adam: 'Doğru söyledin!' dedi.[224] Adamın 'Doğru söyledin' diyerek biliyormuşcasına Resûlullah (a.s.)ı tasdik edişine;[225] 'Hem soruyor, hem de onu tasdik ediyor?!' diye şaştık. Adam, bundan sonra: 'Yâ Muhammed! Bana İslâm'dan haber ver![226] Nedir o?' diye sordu. Resûlullah (a.s.): 'İslâm; Allah'tan başka ilah olmadığına ve Muhammed'in Resûlullah olduğuna şehadet etmen, namazı kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna gücün yeterse Beytullah'a haccetmen,[227] cünüplükten gusledip yıkanmandır!' buyurdu.[228] Adam: 'Ben böyle yaparsam Müslüman olur muyum?' diye sordu. Resûlullah (a.s.): 'Evet!' buyurdu.[229] Adam, yine: 'Doğru söyledin!' dedi.[230] Biz, yine, adamın 'Doğru söyledin!' deyişine;[231] hem soruyor, hem de onu tasdik ediyor diye, haline şaştık.[232] Adam böyle her defasında 'Doğru söyledin!' 'Doğru söyledin!' dedikçe, cemaat: 'Biz Resûlullah (a.s.)a bu adamdan daha fazla saygı gösterenini görmedik! Sanki Resûlullah (a.s.)ı tanıyor!' demekte idiler.[233] Bundan sonra, adam: 'Yâ Rasûlallah![234] Sen bana ihsandan haber ver![235] Yâ Muhammed![236] Yâ Rasûlallah![237] İhsan nedir?' diye sordu.[238] Resûlullah (a.s.): 'İhsan;[239] Allah'a, O'nu görüyor gibi, ibadet etmendir. Sen O'nu görmesen de, iyi bil ki, O seni görür!' buyurdu.[240] Adam: 'Ben böyle yaptığım zaman muhsin (ibadeti ihsan derecesinde yapan) olur muyum?' diye sordu. Resûlullah (a.s.): 'Evet!' buyurdu.[241] Adam, yine: 'Doğru söyledin!' dedi.[242] Adam böyle her defasında 'Doğru söyledin!' 'Doğru söyledin!' dedikçe, biz de, 'Doğrusu, Resûlullaha bundan daha çok saygı gösterenini görmedik!' diyorduk. Adam: 'Yâ Rasûlallah![243] Bana Saat'ten (Kıyametten) haber ver![244] O ne zaman kopacak?' diye sordu.[245] Resûlullah (a.s.): 'Kıyamet hakkında, kendisine soru sorulan, sorandan daha bilgili değildir!' buyurdu.[246] Adam: 'Doğru söyledin!' dedi. Resûlullah (a.s.): 'Kıyametin vakti, Allah'tan başka kimsenin bilmediği beş şeyden biridir!' buyurdu.[247] Adam: 'Öyle ise, bana onun emare ve alâmetlerinden haber ver![248] Kıyametin alâmetleri nedir?[249] Bana onlardan haber ver?' dedi. [250] Resûlullah (a.s.): 'Cariyenin kendi efendisini doğurduğunu; yalınayak, çıplak, yoksul davar çobanlarının (zenginleşip) yüksek bina kurmakta birbirleriyle yarıştıklarını ve övünmeye kalkıştıklarını görmendir' buyurdu.[251] Adam: 'Doğru söyledin!' dedi. Sonra da, dönüp gitti.[252] Resûlullah (a.s.): 'Adamı bana geri çeviriniz!' buyurdu.[253] Hemen kalkıp adamın ardına düştük. Ne kendisinin nereye yönelip gittiğini anlayabildik, ne de izini tozunu görebildik! Bunu Peygamber (a.s.)a anlattık.[254] Resûlullah (a.s.): 'Ey İbn Hattab![255] Ey Ömer![256] Sen bana o sorulan soranın kim olduğunu biliyor musun?1 diye sordu.[257] 'Allah ve Resûlü bilir!' dedim.[258] Bunun üzerine, Resûlullah (a.s.): 'O, Cebrail idi. Size dininizi öğretmek için gelmişti!1 buyurdu."[259] 4) Vahiy tarzlarından birisi de, vahyin dehşet saçan bir çan, çıngırak uğultusu gibi uğuldayarak gelişidir.[260] Haris b. Hişam'ın: "Yâ Rasûlallah![261] Sana vahiy nasıl gelir?" sorusuna Peygamberimiz (a.s.)ın verdikleri cevapta, vahyin bu tarzı şöyle açıklanmıştır: "Vahiy bazan bana çıngırak sesi gibi (müthiş bir madenî ses uğultusu ve alarm ile) gelir ki, vahyin bana en ağır geleni de budur! Vahiy hali benden kalkınca, meleğin bana söylemiş olduğunu iyice bellemiş bulunurum" buyurmuştur.[262] Sanıldığına göre; işitilen bu şiddetli ses ya vahiy meleğinin kendi sesi, ya da, kanatlarının uğultusu idi.[263] Bunun hikmeti de, vahyi telakki ve hıfz için, Peygamberimiz (a.s.)ın kalbini toparlamak ve hazırlamak,[264] kulaklarının ve kalbinin vahiy meleğinin sesinden başkasıyla meşgul olmasına meydan bırakmamak içindi.[265] Abdullah b. Amr b.Âs: "Yâ Rasûlallah! Vahyin gelişini sezer misin?" diye sorduğu zaman, Peygamberimiz (a.s.): "Evet! Sesi işitir ve susarım. Bana hiçbir sefer bu tarzda vahyolunmamıştır ki, ruhumun alınıyor olduğunu sanmış olmayayım!" buyurmuştur. [266] Yüce Allah bir emri vahyetmek, vahiy suretiyle dile getirmek istediği zaman, Allah'ın emrinin korkusundan, gökleri, son derece şiddetli bir titreme alır.[267] Göklerin halkı olan meleklerde, İlahî Kelamı, düz ve sert bir kayaya çarpan demir zincir(in çıkardığı korkunç ses) gibi işitince,[268] Allah'ın Kelamı karşısında duydukları derin haşyetten dolayı kanatlarını çırparlar,[269] baygın düşüp secdeye kapanırlar! Ayılıp secdeden başını ilk kaldıran, Cebrail (a.s.) olur. Yüce Allah ona, vahiylerinden, dilediğini söyler.[270] Cebrail (a.s.) yanlarına gelinceye kadar, öteki melekler öylece baygın halde kalırlar. Cebrail (a.s.), bütün göklerdeki meleklere uğrar.[271] Her göğe uğradıkça,[272] kalblerinden korku kaldırılan[273] o gök halkı olan[274] melekler ona: "Ey Cebrail![275] Rabbimiz[276] ne buyurdu?" diye sorarlar. Cebrail de: "Hakkı buyurdu.[277] En Yüce, en büyük olan O'dur!" der. Meleklerin hepsi de, Cebrail (a.s.)ın söylediği gibi söylerler.[278] Birbirlerine de: "Rabbimiz ne buyurdu?" diye sorarlar ve: "Hakkı buyurdu. En yüce ve en büyük olan O'dur!" derler.[279] Yüce Allah, vahyi nereye ulaştırmasını emir buyurmuşsa,[280] Cebrail (a.s.), gökten yere kadar, gökten göğe geçe geçe,[281] götürüp oraya ulaştırır.[282] Zerkeşî'ye göre; vahyin bu tarzında, vahyin Peygamberimiz (a.s.)ca telakkisi, iki yolla idi. Onlardan birisi, Peygamberimiz (a.s.)ın beşeriyet sıfat ve suretinden soyunup sıyrılıp, melekiyet sıfat ve suretine bürünerek vahyi Cebrail (a.s.)dan alması; Diğeri de, Peygamberimiz (a.s.) vahyi alıncaya kadar, meleğin melekiyet sıfat ve suretinden soyunup beşeriyet sıfat ve suretine girmesi idi ki, birincisi, iki halden en güç ve en zor olanı idi.[283] Ashab-ı Kiramdan bazılarının görüp anlattıklarına göre; vahyin inişi sırasında Peygamberimiz (a.s.)a ağır bir sıkıntı basar; Yüzü, gül gibi olur;[284] Gözlerini kapar;[285] Başını önüne eğerdi. Yanındakiler de, başlarını önlerine eğerlerdi.[286] Peygamberimiz (a.s.), o hallerinde, çabuk çabuk nefis alırdı.[287] En soğuk günde bile, alnından inci taneleri gibi terler dökülürdü.[288] Vahiy hali sona erinceye kadar, yanındakilerden hiçbiri, başlarını kaldırıp Peygamberimiz (a.s.)ın yüzüne bakmaya kadir olamazlardı. [289] Vahiy kâtiplerinden Zeyd b. Sabit'in bildirdiğine göre; Peygamberimiz (a.s.)a gelen vahyin ağırlığı veya hafifliği, inen vahyin ağırlığı veya hafifliğiyle mütenasip bulunurdu.[290] Yani, inen vahiy va'd ve tebşir mahiyetinde ise, Cebrail (a.s.) beşer suretinde gelir, hitap ve telakki Peygamberimiz (a.s.)a bir güçlük vermezdi. İnen vahiy azap ve korkutmaya taalluk ettiği zaman, dehşet saçan bir çan, çıngırak uğultusu ile gelirdi.[291] Peygamberimiz (a.s.) deve üzerinde bulunduğu sırada da vahiy geldiği olur; devenin inen vahyin ağırlığına dayanamadığı,[292]bacaklarının iki yana ayrıldığı, büküldüğü, kırılacak gibi olduğu, bazan da çöktüğü görülürdü.[293] Nitekim, Peygamberimiz (a.s.) Adba adlı devesinin üzerinde bulunduğu sırada Mâide sûresi inmeye başlayınca, vahyin ağırlığından, Adba'nın bacakları az kalsın kınlıverecekti![294] Zeyd b. Sabit der ki: "Resûlullah (a.s.)ın yanında oturuyordum. Derken, vahiy durgunluğu gelip, Resûlullah (a.s.) baygınlaştı. Kendisinin dizi, benim dizimin üzerine düştü. Vallahi, Resûlullah (a.s.)ın dizinden daha ağır basan birşey bulmamışımdır. Sonra, üzerinden vahiy hali sıyrılınca: 'Yaz ey Zeyd!' buyurdu. Hemen, bir kürek kemiğinin üzerine, yazdım. Resûlullah (a.s.)ı, vahiy durgunluğu ve baygınlığı tekrar bürüdü. Resûlullah (a.s.)ın dizi, benim dizimin üzerine düştü. Dizinin ağırlığını, öncekinden daha ağır buldum.[295] Neredeyse, dizim ezilecek sandım.[296] 'Ayağımın üzerinde artık yürüyemem!' dedim.[297] Bir ve tek olan Yüce Allah'ın indirip de kemiğin üzerine eklemiş olduğum o istisna fıkrasına;[298]-varlığım Kudret Elinde bulunan Allah'a yemin ederim ki-[299] hâlâ bakıyor, onu görüyor gibiyimdir!"[300] Hz. Ömer de, "Resûlullah (a.s.)a vahiy indirilirken, başucundan, arı uğultusuna benzeyen bir ses işitildiğini" söylemiştir.[301] 5) Vahiy tarzlarından birisi de, vahiy meleği Cebrail (a.s.)ın, Yüce Allah tarafından yaratıldığı aslî şekil ve suretinde, [302] inci ve yakut saçılan[303] altıyüz kanadıyla görünerek.[304] Yüce Allah'ın dilediğini, Peygamberimiz (a.s.)a vahyedişidir.[305] Bu da, iki kere vuku bulmuş;[306] Peygamberimiz (a.s.), Cebrail (a.s.)ı, yaratılmış olduğu aslî heyet ve suretinde, altıyüz kanadı ile,[307] iki kere,[308] ufku kaplayan,[309] her bir kanadından renk renk inciler, yakutlar saçılır[310] ve vücudunun büyüklüğü[311] yerle gök arasını doldurur bir halde görmüştür.[312] 6) Vahiy tarzlarından birisi de; Yüce Allah'ın, İsrâ ve Miraç gecesinde olduğu gibi.[313] göklerin üstünde,[314] perde arkasından, Peygamberimiz (a.s.)a-uyanık iken-hitapta bulunması, ya da- hadis-i şerifte açıklandığı üzere-uyurken, arada vahiy meleği bulunmaksızın Peygamberimiz (a.s.)la konuşmasıdır.[315] Peygamberimiz (a.s.) bu hususu şöyle açıklamışlardır: "Rabbim, bana uykuda en güzel surette geldi."[316] "Rabbimi, en güzel surette gördüm![317] Bana: 'Yâ Muhammedi Mele-i Âlâ (Mukarreb Melekler), birbirleriyle ne hakkında konuşur, soruşurlar; bilir misin?' diye sordu.[318] 'Hayır! Bilmiyorum yâ Rab!' dedim. Elini, iki küreğimin arasına koydu. Rabbimin Elinin serinliğini, memelerimin arasında duydum.! [319] Herşeyin ilmi benim için tecelli etti. [320] Gökte ve yerde olan şeyleri öğrendim. [321] Rabbim: 'Yâ Muhammedi Mele-i Âlâ (Mukarreb Melekler), birbirleriyle ne hakkında konuşur, soruşurlar; bilir misin?' diye tekrar sordu.[322] 'Evet! Bilirim[323] yâ Rab![324] Keffaretler hakkında konuşurlar!' dedim. 'Nedir onlar?1 diye sordu.[325] 'Dereceler, kefaretler, camiye ve cemaatlara yürüyerek gidiş,[326] namazlardan sonra namazları bekleyiş,[327] iyiliklere doğru adım atış...' dedim.[328] 'Doğru söyledin yâ Muhammed![329] Kim böyle yaparsa, temiz olarak yaşar, temiz olarak ölür, günahtan temizlenir, anasından doğduğu gibi olur![330] Yâ Muhammedi Namaz kıldığın zaman: 'Ey Allah'ım! Bana hayırlı işler işletmeni, Kötülükleri bıraktırmanı, Yoksulları sevdirmeni, Beni yarlıgamanı, Bana acımanı, Benim tevbemi kabul etmeni, Kullarını ibtilâya uğratmak istediğin zaman da, beni fitne ve ibtilaya uğramamış olarak huzuruna almanı, Selamı yaymak, Yem ek yedirmek, Herkes uyurken geceleyin kalkıp namaz kılmak derecelerini bana nasip etmeni Senden dilerim!' de!' buyurdu."[331] 7) Vahiy tarzlarından birisi de, Yüce Allah'ın, Peygamberimiz (a.s.)ı hiçbir kulun hiçbir zaman erişemediği Yakınlık Makamına, ilahî kabul ve ikrama nail kılması;[332] arada vahiy meleği bulunmaksızın, kendisine doğrudan doğruya hitap buyurmuş olmasıdır.[333] Ki, bu da, Miraç gecesinde olduğu gibi, uyanık iken vahiy buyurulacak şeyi er ya perde arkasından ya da doğrudan doğruya, yüz yüze olarak vahiy buyurulmak sûretiyle[334] vuku bulmuştur. Abdullah b. Abbastan sahih bir senedle[335] rivayet edildiğine göre; bu mülakatta, Peygamberimiz (a.s.), Rabbini görmüştür![336] Yine ondan sahih bir senedle rivayet edilen hadiste de; İbrahim (a.s.)ın hainliğine, Musa (a.s.)ın kelîmliğine, Muhammed (a.s.)ın Rabbini gördüğüne, şaşırmayacağını söylemiştir.[337] Peygamberimiz (a.s.) da, bir hadis-i şeriflerinde, bu hususta açıklamalarda bulunmuşlardır: "Göklerin ve yerin işlerinden bana emrolunan şeylerden boşaldığım zaman: 'Yâ Rab! Benden önce, kendisine ikramda bulunmadığın hiçbir peygamber yoktur.[338] Yâ Rab! İbrahim'i halil, Musa'yı da kelîm edindin.[339] Davud için dağları, Süleyman için rüzgâr ve şeytanları musahhar kıldın! İsa için de ölüleri dirilttin!1 dedim. 'Benim için, ne yaptın?' diye sordum. Yüce Allah: 'Sana, bunların hepsinden daha üstününü vermedim mi? Senin ismini Kendi ismimle birlikte anmadıkça, Kendi ismimi anmadım!1 buyurdu."[340] "Ve refa'nâ leke zikrek=Senin namını yükselttik"[341] âyetindeki nam yüksekliği; kelime-i tevhid ve kelime-i şehâdette,[342] ezanda, Kur'ân-ı Kerîm'de[343] Peygamberimiz (a.s.)ın isminin de Yüce Allah'ın ismiyle birlikte anılmasıdır diye tefsir edilmiştir.[344] Mekke'nin fethinde, Bilal-ı Habeşî Kabe'nin üzerine çıkıp Mekke'de ilk ezanı okurken "Eşhedü enne Muhammeden resûlullah!" şehadetini işiten Ebu Cehil'in kızı Cüveyriye de: "Hayatıma yemin ederim ki;[345] Allah Muhammed'in namını yükseltti.[346] Allah seni şereflendirdi ve senin namını yükseltti![347] Senin adın, şanın yükseldi!" demekten kendini alamamıştır.[348]
Peygamberimiz Hz. Muhammed (a.s.)ın Tebligat ve İcraatının Kaynağının İlahî Vahiy Oluşu Peygamberimiz Hz. Muhammed (a.s.)in tebligat ve icraatının kaynağı ilahî vahiy idi Bu gerçek, Kur'ân-ı Kerîm'de şöyle açıklanmıştır: "İşte, Biz (ey Resûlüm!), sana da böylece Emrimizden bir Ruh (Kur'ân) variyettik. Halbuki, (vahiyden önce) sen, 'Kitab nedir? İman nedir?1 bilmezdin. Fakat, Biz, onu (Kur'ân'ı) bir nur yaptık. Bununla, kullarımızdan kimi dilersek ona hidayet veririz. Şüphe yok ki, sen muhakkak doğru bir yolun rehberliğini yapıyorsun!"[349]
İbrahim ve İsmail (a.s.)ların Peygamberimiz (a.s.) Hakkındaki Dilekleri veDileklerinin Kabul Olunuşu İbrahim (a.s.)la oğlu İsmail (a.s.)ın, Kabe'nin duvarlarını örüp yükseltirlerken, Yüce Allah'a: "Ey Rabbimiz! Bizden sâdır olan şu hizmeti kabul buyur! Şüphe yok ki, herşeyi işiten, herşeyi bilen Sensin Sen! Ey Rabbimiz! Bizi, Sana teslimiyette sabit kıl! Soyumuzdan da, yalnız Sana boyun eğen Müslüman bir cemaat yetiştir! Ey Rabbimiz! Onların içinden de, kendilerine Senin âyetlerini okuyacak, onlara Kitabı ve hikmeti öğretecek, onları iyice temizleyecek bir peygamber de gönder..." diyerek dua ettikleri[350] ve Hz. Muhammed (a.s.)ın peygamber olarak gönderilmesiyle bu dualarının kabul buyurulduğu da: "İçinizde, kendinizden bir peygamber gönderdik ki, size âyetlerimizi okuyor, sizi tertemiz yapıyor, size Kitabı ve hikmeti öğretiyor, bilmediğiniz şeyleri size bildiriyor;"[351] '(Ey Resûlüm!) Allah, sana Kitabı ve hikmeti indirdi. Daha önce bilmediklerini de sana öğretti. Allah'ın senin üzerindeki lütuf ve inayeti çok büyüktür"[352] mealli âyetlerle açıklanmıştır. Bu âyetlerde anılan Kitabın Kur'ân-ı Kerîm olduğu ve Peygamberimiz (a.s.)ın da onu ümmetine bıraktığı, tarihî bir vakıa ve gerçektir.[353]
Kur'an-ı Kerîm, Kur'an-ı Kerîm'in İnişi, Ezberlenişi ve Yazılışı Kur'ân-ı Kerîm'in isimlerinden olan "Kur'ân" sözü, aslında masdar olup kıraat etmek, okumak demektir.[354] Kur'ân-ı Kerîm, âlemlerin Rabbi olan Yüce Allah tarafından,[355] insanları karanlıklardan aydınlığa, Allah'ın doğru yoluna çıkarmak için[356] son peygamber[357] Hz. Muhammed (a.s.)ın kalbine, Cebrail (a.s.)ın aracılığıyla,[358] hiç unutmamak, hafızasından silinmemek üzere[359] vahyedilmek.[360] okunmak suretiyle[361] azar azar indirilen;[362] hiç kimsenin bir benzerini daha vücuda getiremeyeceği;[363] Allah katında çok şerefli, kadri yüce; tertemiz sahifelerde kıymetli, sevgili, takva sahibi katiplerin elleriyle yazılı;[364] nesilden nesile tevatürle nakil olunagelen; doğruluğunda hiç şek ve şüphe bulunmayan Allah Kelamı di r.[365] Kur'ân-ı Kerîm Peygamberimiz (a.s.)a, Ramazan ayında,[366] Kadir gecesinde inmeye başlamış,[367] yirmi üç yılda tamamlanmıştır.[368] İbn Abbas'ın bildirdiğine göre; Peygamberimiz (a.s.), kendisine Cebrail (a.s.) tarafından indirilen âyetleri ezberlemek, unutmamak için acele eder, dudaklarını Cebrail'in okuyuşuna uydurarak kımıldatır dururdu.[369] Bunun üzerine, Yüce Allah, indirdiği âyetlerde şöyle buyurdu: "(Ey Resûlüm!) Onu (Kur'ân'ı Cebrail sana okuyup bitirmeden) ezberlemek için, dilini onunla (Kurbânla) depretme! Onu, (göğsünde) toplamak (ezberletmek), okutmak Bize düşer. O halde, Biz, onu sana (Cebrail'in dili ile) okuduğumuzda, sen onun okunuşuna sadece uy! (susup kulak ver, dinle!) Sonra onu okuman, Bize aittir (okumanı Biz tekeffül ederiz)."[370] "Bundan böyle, Biz sana Kur'ân'ı okutacağız da, sen onu unutmayacaksın."[371] İşte bundan sonra, ne zaman Cebrail (a.s.) gelir, vahiy getirirse, Peygamberimiz (a.s.) susar, onu dinler; Cebrail (a.s.) dönüp gidince, onun okumuş olduğu âyetleri, o nasıl okumuş idiyse öylece, ezberinden okurdu.[372] Kur'ân-ı Kerîm'in Arapça olarak indirildiği de, Kur'ân-ı Kerîm'de açıklanmıştır.[373] Kur'ân-ı Kerîm'in ilk hafızı, Peygamberimiz (a.s.)clı.[374] Cebrail (a.s.) her yıl Ramazan ayında, her gece gelir, Ramazan'ın sonuna kadar Kur'ân-ı Kerîm'i Peygamberimiz (a.s.)la mukabele eder; yani o okur, Peygamberimiz (a.s.) dinler, Peygamberimiz (a.s.) okur, Cebrail (a.s.) dinlerdi. Peygamberimiz (a.s.)ın vefat ettiği yılda ise, bu mukabele iki kere yapı İm işti. [375] Yüce Allah Müslümanlara namazda Kur'ân'dan kolaylarına geleni okumalarını emir buyurduğu[376] ve Peygamberimiz (a.s.) da, Kur'ân'sız (kıraatsız) namaz olamayacağını haber verdiği için;[377] erkek kadın her Müslümanın, en az, namazlarında okuyacakları kadar sûre veya âyetler ezberlemeleri gerekiyor, bununla yetinmeyip Kur'ân-ı Kerîm'in tümünü ezberlemeye koyulanlar da oluyordu. Peygamberimiz (a.s.), kendisine Kur'ân-ı Kerîm âyetleri nazil oldukça, vahiy katiplerinden birini çağırır, ona "Yaz!" buyurup yazdırır, onun hangi sûreye ve sûrenin neresine konulacağını da bildirir,[378] bu da kendisine Cebrail (a.s.) tarafından bildirilmiş bulunurdu. Nitekim, Peygamberimiz (a.s.): "Bana Cebrail ((a.s.)) geldi. Şu 'İnnallâhe ye'muru bi'l-adli ve'l-ihsâni ve îtâi zi'l-kurbâ ve yenhâ ani'l-fahşâi ve'l-münkeri ve'l-bağyi yaizuküm lealleküm tezekkerûn' âyetini [Nahl: 90], şu sûrenin [Nahl sûresinin] şurasına [89. âyetin altına] koymamı bana emretti" buyurmuştur.[379] Zeyd b. Sabit der ki: "Vahyi Resûlullah (a.s.)ın huzurunda yazardım. Bitirdiğim zaman, bana: 'Yazdığını, oku!' buyururdu. Eğer onda yazılmayan birşey kalmışsa ekletir, fazla birşey olursa çıkarttırırdı ."[380] Nisa sûresinin 95. âyeti nazil olunca da: "Bana Zeyd'i çağırınız. Levhayı, diviti ve kürek kemiğini, veya kürek kemiğini ve diviti getirsin!" buyurmuş,[381] Zeyd gelince de, ona: "Ey Zeyd!"[382] buyurarak[383] yazdıracağı âyeti yazdırmış,[384] bu âyete ait olup o anda nazil olan "zarar görenler dışında" istisnasını da ona ekletmiştir. Zeyd b. Sabit der ki: "Bir ve tek olan Yüce Allah'ın indirip de kemiğin üzerine eklemiş olduğum o istisnaya,[385] varlığım Kudret Elinde bulunan Allah'a yemin ederim ki, [386] hâlâ bakıyor, onu görüyor gibiyimdir!"[387] Kur'ân-ı Kerîm, böylece, başından sonuna kadar, Peygamberimiz (a.s.)ın huzurunda, hurma dallan, düz, yassı taşlar, kürek kemikleri ve yazı yazmaya elverişli daha başka şeyler üzerine yazılmış bulunuyordu.[388] Kur'ân-ı Kerîm'in vahyi Peygamberimiz (a.s.)ın vefatına yakın bir zamana kadar devam ettiği için,[389] Kur'ân-ı Kerîm'in yazılı sahifeleri mushaf haline getirilmemişti. Kur'ân-ı Kerîm sûrelerden, sûreler de âyetlerden teşekkül etmiştir. Kur'ân-ı Kerîm'in iki kapağı arasında yüz on dört sûre olup,[390] Berâe (Tevbe) sûresinden başka, bütün sûrelerin başında Besmele vardır. Yani, her sûre diğerinden Besmele ile ayrı İmi ştır.[391] Sûre; lügatta, yüksek derece ve mertebeye, büyük bir şehri kuşatan sûra benzetilerek, Kur'ân-ı Kerîm'in de en az üç âyetten müteşekkil, hususi bir isim taşıyan müstakil bölümlerinden her birine de sûre denilmiştir.[392] Sûre sözü, Kur'ân-ı Kerîm'in müteaddit âyet ve sûrelerinde geçer.[393] Kur'ân-ı Kerîm'in en uzun sûresi Bakara, en kısa sûresi de Kevser sûresidir.[394] Âyet; lügatta açık alâmet, nişane, bellik demektir. Din teriminde ise; Kur'ân-ı Kerîm'in bir hükme delâlet eden ve birbirlerinden birer fasıla ile ayrılmış bulunan uzun veya kısa cümlelerinden her birine âyet denir.[395] Kur'ân-ı Kerîm'in âyetlerinin sayısında, sûre başlarındaki Besmeleyi o sûrenin âyetlerinden sayıp saymamak, âyetlerdeki durak yerlerinde görüş birliğine varamamak gibi sebeplerle, altı binden sonrasında ihtilaf edilmiştir. İbn Abbas'a göre, Kur'ân-ı Kerîm âyetlerinin toplamı altı bin altı yüz altmışaltıdır.[396] Şeyhülislam İbn Kemal de bunu benimsemiş ve: "Bilmek istersen eğer sen aded-i âyâtı: Cümlesi altıbin altı yüz altmış altı" demiştir.[397]
Kur'ân-ı Kerîm'in En Büyük ve En Devamlı Mucize Oluşu Peygamberimiz (a.s.): "Peygamberlerden hiçbir peygamber yoktur ki, ona, insanların iman etmek zorunda kaldığı mucizelerin bir benzeri verilmemiş olsun! Bana verilen mucize ise, Allah'ın bana vahyettiğidir, Kur'ân'dır! Bunun için, Kıyamet günü, Peygamberlerin en çok ümmetlisi ben olacağımı umarım!" buyurmuştur.[398] Her peygamberin, zamanına göre, peygamberlik dâvasını ispatlayacak bazı harikuladeleri, mucizeleri vardır; asanın yılana çevrilmesi gibi. Musa (a.s.)ın zamanında sihir yaygındı. Bunun için, Musa (a.s.) sihirden daha üstün ve baskın olan bir mucize getirip, muhataplarını iman etmek zorunda bırakti.[399] İsa (a.s.)ın zamanında tıp (doktorluk) yaygın ye üstündü. Bunun için, İsa (a.s.), doktorluktan daha üstün ve baskın olan bir mucize getirdi: Ölüyü diriltti. Muhammed (a.s.)ın zamanında ise, fesahat ve belagat yaygındı.[400] Bunun için, Peygamberimiz Muhammed (a.s.), kavmine, bir fesahat ve belagat mucizesi olan Kur'ân-ı Kerîm'i getirdi. Peygamberimiz Muhammed (a.s.)dan önceki peygamberlerin mucizeleri kendilerinin vefatlarıyla sona ermiş, onları, o zaman hâzır bulunanlardan başkaları da görmemişlerdir. Peygamberimiz Muhammed (a.s.)ın mucizesi olan Kur'ân-ı Kerîm ise, Kıyamet gününe kadar devam edecektir.[401] Önceki peygamberlere verilen mucizelerin benzerleri ya suretçe, ya da hakikatça, kendilerinden öncekilere de verilmiş bulunuyordu. Kur'ân Kerîm mucizesinin benzeri ise, daha önce hiçbir peygambere verilmemiştir.[402] Kur'ân Kerîm; yalnız fesahat ve belagat yönünden değil, her yönden de bir benzeri daha ortaya konulamayacak bir mucizedir. Yüce Allah, bu gerçeği Kur'ân-ı Kerîm'de şöyle açıklar: "(Ey Resûlüm!) de ki: Andolsun, insanlar ve cinler, şu Kitabın benzerini vücuda getirmek üzere biraraya toplansa ve birbirlerine yardımcı da olsalar, yine de onun benzerini getiremezler! Şanıma andolsun ki, Biz bu Kur'ân'da, insanlar için her mânâda nice türlüsünü açıklamışızdır. İnsanların pek çoğu ise, kâfirlikte ayak dirediler."[403] Ebu Ubeyd'in bildirdiğine göre; bir çöl Arabi, bir zâtı "Fasda1 bimâ tü'meru ve a'riz ani'l-müşrikîn=Şimdi, sen, sana emrolunanı açığa vur! Müşriklerden yüz çevir!" (Hicr: 94) âyetini okurken işitince, hemen secdeye kapanır ve: "Ben, onun fesahatindan dolayı secde ettim!" der. Başka birisi de: "Felemmestey'esû minhü halesû neciyyâ=Vaktâ ki, ondan umutlarını kestiler, fısıldaşarak bir yana çekildiler" (Yûsuf: 80) âyetini bir adamdan işitince: "Ben şehadet ederim ki; bu sözün benzerini bir yaratık söylemeye güç yetiremez!" demiştir. Bir cariyeden dinlediği kelamın fesahatına hayran olarak: "Allah aşkına, sen ne kadar da fesahatlısın!" demekten kendini alamayan Asmaîye, cariye: "Ve evhaynâ ilâ ümmi Mûsâ en erdnhife izâ hıfti aleyhi fe elkîhi fi'l-yemmi ve lâtehâff ve lâ tahzenî. İnnâ râddûhü ileyke ve câilûhü mine'l-mürserîn=Mûsâ'nın anasına: 'Onu, emzir. Sana onun hakkında bir tehlike gelince, kendisini denize bırak. Korkma. Kederlenme. Çünkü, Biz, onu yine sana geri döndüreceğiz. Hem onu peygamberlerden biri de yapacağız1 diye vahyettik1 (Kasas: 7) kavlinden sonra, şu benimki, bir fesahat mı sayılır?" demiştir. Gerçekten de, bu bir tek âyette; iki emir, iki nehiy, iki haber ve iki müjde birleştirilmiştir.[404] Peygamberimiz (a.s.)ın mucizesi sadece Kur'ân-ı Kerîm'den ibaret bulunmadığı ve daha birçok mucizeleri olduğu halde, hadis-i şeriflerinde yalnız Kur'ân-ı Kerîm'i anmakla yetinmeleri, onun mucizelerinin en büyüğü ve en yararlısı oluşundan; dine daveti, delil ve hücceti hâvi bulunuşundan; Kıyamet gününe kadar, hâzır ve gaip, herkesin ondan yararlanışındandır.[405] Kur'ân-ı Kerîm'e Kur"ân isminin verilişi; İlahî Kitablar arasında, Kitabların, belki bütün ilimlerin semerelerini içinde toplamış olduğu içindir. Nitekim, Yüce Allah: "Ve tafsile külli şey'in=Herşeyin tafsilidir;" (Yûsuf: 111), "Tibyânen li külli şey'in=Herseyin apaçık bir beyanıdır" (Nahl: 39) buyurmuştur.[406] Peygamberimiz (a.s.) da: "Bana, Tevrat yerine es-Sebi1 verildi. Zebur yerine, Miun verildi. İncil yerine, Mesâni verildi. Mufassallar da, fazla olarak verildi" buyurmuştur.[407] Kur'ân Kerîm'in sûreleri, âyetlerinin çokluğuna göre dörde ayrılır: 1)Tuvel, Miun, Mesani, Mufassal. Bakara, Âl-i İmrân, Nisa, Mâide, En'âm, A'râf ve Yûnus sûrelerine uzunluklarından dolayı "Seb'u't-tuvel=Yedi uzunlar" denir. Kur'ân-ı Kerîm'in yüzden fazla veya yüze yakın âyetli; Berâe (Tevbe), N ahi, Hûd, Yûsuf, Kehf, İsrâ, Enbiyâ, Tâhâ, Mü'minûn, Şuarâ ve Sâffât sûrelerine ise Miun (Yüz âyetliler) denir. Miun sûrelerinden sonra gelen ve yüzden az âyetli sûrelere Mesani denir.[408] Kur'ân Kerîm'in yüzden az âyetli Mesani sûrelerini sık sık takip eden ve aralan Besmele ile ayrılmış bulunan kısa sûrelerine Mufassal sûreler; ve bunların uzunlarına uzun Mufassallar, orta uzunlukta olanlarına orta Mufassallar, daha az âyetli olanlarına kısa Mufassallar denir.[409] Hakikat ehline göre; Kur'ân-ı Kerîm bütün hakikatları kendisinde toplayan ledün ilminin de icmali ve özetidir.[410] Hz. Ömer'in "ilimle dolu dağarcık!" diyerek takdir ettiği,[411] Ashab-ı Kiramdan Abdullah b. Mes'ud: "İlim isteyen, Kur'ân'ı incelesin! Çünkü, öncekilerin de, sonrakilerin de ilmi, onun içindedir!" demiştir.[412] Abdullah b. Mes'ud'un da "Kur'ân'ın ne güzel tercümanıdır!" diyerek takdir ettiği ve ilminin çokluğundan dolayı Bahr (deniz) diye anılan[413] ve Hz. Ömer tarafından da müşkil meselelerde çağırılıp görüşü alınan[414] Abdullah b. Abbas da: "Eğer bana ait deve dizbağları yitecek olsa, muhakkak, orada, Yüce Allah'ın Kitabında bulurum!" demiştir.[415]
Kur'an-ı Kerîm'in Mushaf Haline Getirilişi ve Nüshalarının Çoğaltılışı Peygamberimiz Hz. Muhammed (a.s.)ın vefatından sonra vuku bulan Yemâme savaşında Kur'ân-ı Kerîm hafızlarından bir haylisinin şehit düşmesi, Kur'ân-ı Kerîm sahifelerinin biraraya toplanmasına sebep olmuştur. Vahiy katiplerinden Zeyd b. Sabit der ki: "Yemâme'de, birçok hafız sahabinin şehit düşmeleri üzerine, Ebu Bekir, bana adam gönderdi. Kendisinin yanında Ömer de bulunuyordu. Ebu Bekir, bana dedi ki: 'Ömer, bana geldi: 'Yemâme vak'ası, Ashabdan birçoklarının ölümüne sebep oldu. Başka yerlerdeki savaşlarda da böyle şehit düşmesiyle, Kur'ân'dan birçok kısmının zayi olup gitmesinden korkuyorum. Kur'ân'ı toplamayı emretmeni uygun görüyorum1 dedi. Ömer'e: 'Resûlullah (a.s.)ın yapmadığı birşeyi ben nasıl yaparım?!' dedim. Ömer 'Vallahi, bu, büyük bir hayırdır!' dedi. Bana bu hususta o kadar ısrar etti ki, nihayet, ona Allah kalbimi açtı, yatıştırdı. Ömer'in görüşünü uygun gördüm. 'Sen genç ve akıllı bir adamsın. Sana bizim emniyet ve itimadımız vardır. Sen Resûlullah (a.s.)a vahiy yazardın. Binaenaleyh, Kur'ân'dan, gerek senin yanında, gerek başkaları yanında yazılı bulunanları araştır, topla, biraraya getir!' dedi. Vallahi, bana dağlardan bir dağı nakletme işini teklif etselerdi, Kur'ân'ı cem işinden daha ağır olmazdı. 'Peygamber (a.s.)ın yapmadığı birşeyi nasıl yaparsınız?!' dedim.[416] Ebu Bekir 'Vallahi, bu, büyük bir hayırdır!' dedi. Ebu Bekir'in ve Ömer'in kalbini yatıştıran Allah, ona benim de kalbimi açtı, yatıştırdı.[417] Bunun üzerine, Kur'ân'ı, yazılı bulunduğu yapraksız, kabuğu soyulmuş hurma dallarından, yassı, ince, beyaz taşlardan ve hafızların hıfzından araştırarak topladım. Hatta, ezberlerde bulunan Tevbe (Berâe) sûresinin âhirindeki 'Le kad câeküm rasûlün min enfusiküm azîzün aleyhi mâ anittüm harîsun aleyküm bi'l-mü'minîne raûfun rahîm1 âyetidir; Ebu Huzeyfetü'l-Ensârî'de buldum. Bunu, ondan başkasında yazılı olarak bulamadım. Kur'ân'ın bu suretle toplanan sahifeleri, vefatına kadar, Ebu Bekir'in yanında; sonra, hayatı boyunca Ömer'in yanında; ondan sonra da, Resûlullahın zevcelerinden Hafsa binti Ömer'in yanında kaldı."[418] Peygamberimiz (a.s.), ümmetine, Kur'ân-ı Kerîm'den, iki kapak arasındakinden başka birşey bırakmamış; Kur'ân-ı Kerîm'den olup da iki kapak arasına girmeyen birşey kalmamıştir.[419] Hz. Ebu Bekir, Kur'ân-ı Kerîm sahifelerini biraraya derletip toplattığı zaman: "Ona, bir isim veriniz!" dedi. Bazıları "İncil" ismini verdiler, beğenmediler. Bazıları "Sifr" ismini verdiler. Yahudiler kitaplarına Sifr dedikleri için, onu da beğenmediler. Abdullah b. Mes'ud: "Habeşlilere ait bir kitap görmüştüm ki, onlar onu Mushaf diye anıyorlardı" deyince, Mushaf ismini verdiler.[420] Hz. Ali: "Allah, Ebu Bekir'e rahmet etsin! Mushafı toplamak hususunda, insanların en büyük ecre nail olanı, o idi. Kur'ân-ı Kerîm'i iki kapak arasında toplayan ilk kişi, o idi" demiştir.[421] Kur'ân Kerîm'in, Hz. Osman devrinde nüshalarının çoğaltılışı da, şöyle olmuştur: Fütuhata katılan gaziler arasında kıraat ihtilafları çıkmış ve her biri kendi telaffuzunun doğruluğunda ısrar etmiş, bu hususta birbirlerini bilgisizlikle suçlayacak kadar ileri gitmişlerdi. Irak ordusu ile birlikte İrminiyye ve Azerbaycan fethinden sonra, Şam'a karşı yapılan savaşta bulunduğu sırada, Huzeyfe b. Yeman, Hz. Osman'a geldi. Huzeyfe b. Yeman'ı, ordu efradının Kur'ân-ı Kerîm okuyuşundaki ihtilafları, telaşa düşürmüştü. Hz. Osman'a: "Ey mü'minler emîn! Kitabları üzerinde, Yahudiler ve Nasranflergibi ihtilafa düşmeden, bu ümmete yetiş!" dedi. Bunun üzerine, Hz. Osman: "Mushaflara geçirmemiz için, Suhuf'u bize gönder! Sonra, sana iade ederiz!" diye, Hz. Hafsa'ya haber gönderdi. Zeyd b. Sabit'e, Abdullah b. Zübeyr'e, Saîd b.Âs'a, Abdurrahman b. Haris b. Hişam'a emretti. Bunlar da, o suhufu mushaflara geçirdiler. Hz. Osman, onlardan, Kureyşî olan üç âzâya: "Siz, Kur'ân'dan herhangi bir şeyde, Kur'ân'ın imlâsında Zeyd b. Sabitle ihtilaf ettiğiniz vakit, onu Kureyş'in dili ile yazınız. Çünkü, Kur'ân, ancak Kureyş'in dili ile inmiştir!" dedi. Onlar da, öyle yaptılar. Suhuf'u mushaflara geçirdikten sonra, Hz. Osman Suhuf'u Hz. Hafsa'ya iade etti. Yazdıklarından, her tarafa birer mushaf gönderdi. Bunlardan başkasını, sahife olsun, mushaf olsun, yakmalarını emretti.[422] Hz. Osman, Hz. Hafsa'daki Suhuf'tan dört mushaf istinsah ettirmişti. Onlardan birini, Küfeye, Birini, Basra'ya, Birini, Şam'a gönderdi. Birisini da, yanında alıkoydu. Çoğaltılan mushafların sayısının yedi olduğu, Mekke'ye, Yemen'e, Bahreyn'e de birer mushaf gönderildiği de rivayet edilir.[423] Bir kısım Kûfelilerden başka, her insan bu işin faziletini anladı ve takdir etti. Hz. Ali Kûfe'ye vardığı zaman, Kûfeli adamın biri Hz. Ali'nin yanına gelip mushaf istinsahı hususundaki hizmetinden dolayı Hz. Osman'ı ayıplamaya ve suçlamaya yeltenince, Hz. Ali ona bağırarak: "Sus! O, bu işi, bizim ileri gelenlerimizden bir cemaatla yaptı. Osman'ın üzerine almış olduğu vazifeyi ben üzerime almış olsaydım, muhakkak, ben de bu hususta onun yolunu tutardım![424] Allah, Osman'a rahmet etsin! Eğer idareyi ben üzerime almış olsaydım, muhakkak, mushaflar hakkında, onun yaptığını yapardım! Ey insanlar! Mushaflar ve fazla mushafların yakılması hususunda Osman'a sakın kin beslemeyiniz! Onun hakkında, hayırdan başka bir söz de söylemeyiniz! Vallahi, o, mushaflar hakkında yaptığı şeyi, ancak bizim ileri gelenlerimizden bir cemaat toplayarak yapmıştır!" dedi.[425] Gerçekten de, Hz. Osman, mushafları istinsah ettirmek istediği zaman, Kureyşîl erden ve Ensardan.-içlerinde Übeyy b. Ka'b ile Zeyd b. Sabit'in de bulunduğu-oniki kişilik bir danışma heyeti toplam işti .[426] Mushafları istinsaha memur edilenlerden: Saîd b. Âs, halkın, dili en fasîh ve düzgün olanı, Zeyd b. Sabit de, halkın, Kur'ân-ı Kerîm'in okunuş tarzlarını en iyi bileni idi.[427]
Kur'an-ı Kerîm'in Yüce Allah'ın Koruması Altında Bulunuşu Yüce Allah; Kur'ân-ı Kerîm'i korumayı üzerine aldığını, Kur'ân-ı Kerîm'de şöyle açıklar: "Zikr'i (Kur'ân'ı) Biz indirdik Biz! Onun koruyucuları da, şüphesiz ki, Biziz!"[428] Ona, ne önünden, ne de ardından, hiçbir bâtıl yanaşamaz, gelemez! O, bütün kâinatın hamd ettiği yegâne hüküm ve hikmet Sahibi Allah tarafından indirilmedir!"[429] "Doğrusu, O Kitab, çok şerefli bir Kur'ân'dır. Levh-ı Mahfuzdadır."[430] Yüce Allah; müşrik ve münkirlerin Kur1 ân-Kerîm hakkındaki görüşlerinin yersizliğini ve yanlışlığını da, şöyle açıklar: "O (Kur'ân) bir şair sözü değildir. Siz, ne az inanır adamlarsınız! O (Kur'ân), âlemlerin Rabbinden indirilmedir. Eğer (Peygamber, zannettiğiniz gibi) bazı şeyleri Bize karşı kendiliğinden uydurmuş olsaydı, muhakkak, onun sağ elini (kuvvet ve kudretini) alıverirdik! Sonra da, hiç şüphesiz, kendisinin kalb damarını koparırdık! O vakit, sizden hiçbiriniz buna mani de olamazdınız!"[431]
Peygamberimiz (a.s.)ın Getirip Tebliğ Ettiği Din ve Şeriat Peygamberimiz Hz. Muhammed (a.s.)ın Yüce Allahtan telakki edip insanlara ulaştırmakla görevlendirildiği din ve şeriat; ulu atası İbrahim (a.s.)ın dini,[432] Dinden Nûh, İbrahim, Musa ve İsa Aleyhi sselamlara tavsiye buyurulan ve ayrıca kendisine devahy-olunan şeriatbr.[433] Din; lügatta ceza, İslâm, ibadet, tâat, inkıyad, tevhid, millet, şeriat, vera ve takva, hesap., gibi türlü mânâlara gelir.[434] Şeriat dilinde din; peygamberin Allah tarafından getirip tebliğ ettiği şeyleri kabule akıl sahiplerini davet eden İlahî Kanundur.[435] Bu İlahî Kanuna, uyulduğu için, din denir.[436] Allah'ın açık ve geniş yolu olduğu.[437] kullar bağlansınlar diye konulan hükümlerden ibaret bulunduğu için de, şeriat denir.[438] Şeriata şeriat denilmesi; sıdk ve sadakatla bağlananın susuzluğunu gidereceği, günah kirlerinden de temizleyip arıtacağı içindir.[439] Dine millet denilmesi de, üzerinde toplanıldığı, yüründüğü içindir. Din, millet, aslında bir olup aralarındaki fark itibarîdir ve dinin Allah'a, milletin de peygambere nisbet edilmiş olmasından ibarettir.[440] Din; iman, İslâm ve bütün şeriatları kapsayan umumî bir isimdir.[441] İnsanlara ilahî nimet olan şeriatlar, milletler, açık, aydınlık yollar ve sünnetler, son peygamber Hz. Muhammed (a.s.)ın Yüce Allahtan telakki ve tebliğ ettiği İslâmiyetle en son ve mükemmel şeklini bulmuş; bu vakıa ve gerçek de, Mâide sûresinin üçüncü âyetinde açıklanmıştır.[442] Yani, İslâm dininin en son ve en mükemmel şeklini bütün insanlara ulaştırmak vazifesiyle gönderilen Hz. Muhammed (a.s.) hem kendisinden önceki peygamberlerin bu yoldaki tebliğlerine aykırı olarak sonradan insanlar tarafından yapılmış olan katmaları, değişiklikleri, dinle ilgisi bulunmayan şeyleri kaldırıp onları aslî şekillerine çevirmiş; hem de İslâm dininin kendisine bırakılan en önemli kısımlarının tebligatını yapmış; ve böylece, İslâm dinini, her bakımdan tamamlanmış olarak insanlık dünyasına sunmuş; bu vakıa, Yüce Allah tarafından: "...Bugün, sizin dininizi kemale erdirdim. Üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve size, din olarak İslâm'ı verip ondan razı oldum..." buyurularak açıklanmıştır. Allah katında din, İslâm dininden ibarettir.[443] İslâm dininden başka din arayanın dini kabul olunmayacaktır.[444] İnsanların ilk tuttukları, bağlandıkları tek ve genel din, İslâm dini idi. Gelmiş geçmiş bütün peygamberler, İslâm dininin esaslarını tebliğe çalışmış, bu dinde can vermiş, bu dinde can vermeyi özlemişlerdir. Âdem (a.s.)dan sonra, Ebu'l-beşer olan,[445] İkinci Âdem Baba diye tanınan Nûh (a.s.), Müslümandı.[446] Peygamberler atası İbrahim (a.s.) da, onun oğulları ve torunları da, Müslümandılar.[447] Musa (a.s.)ın; kavmi olan İsrail oğullarını ve Mısır Firavununu davet ettiği din de, İslâm dini idi. Bunu, hem Musa (a.s.), hem Firavunun iman ve ihtida eden sihirbazları ve hatta, hem de bizzat Firavun da,-denizde boğulacağını anlayınca, Musa ve Harun (a.s.)ların inandıkları Allah'a inandığını ve Müslüman olduğunu söyleyerek-ifade etimiştir.[448] Musa (a.s.)dan sonra İsrail oğullarına peygamber olarak gönderilen İsa (a.s.) hakkında, Yüce Allah'ın havarilere: "Bana ve peygamberime iman ediniz!" diye vahyettiği ve onların da: "İman ettik! Müslüman olduğumuza şahit ol!" dedikleri; İsa (a.s.) da, bu hususta İsrail oğullarından küfür ve inkâr taştığını hissedip: "Allah'a doğru giden yolda bana yardım edecekler kimdir?" deyince, yine havarilerin: "Biziz Allah'ın yardımcıları! Biz, Allah'a inandık. Sen de, ey İsa! Şahit ol ki: Biz, muhakkak, Müslümanlardanız!" diyerek Müslümanlıklarını açıkladıkları görülür.[449] Yine Kur'ân-ı Kerîm'de açıklandığına göre; Peygamberimiz Hz. Muhammed (a.s.)ın zamanındaki Hıristiyan rahiplerinden de, Kur'ân-ı Kerîm'e inanan ve kendilerine Kur'ân-ı Kerîm okunduğu zaman: "Buna inandık! Şüphe yok ki, bu, Rabbimizden gelen bir haktır! Gerçekten, biz, bundan önce de, İslâm'ı kabul etmiş kimselerdik!" diye ikrar ve şehadette bulunanlar olmuştur.[450]
İslam Dininin Tevhid Dini Oluşu İslâm dini, tevhid dinidir. Kur'ân-ı Kerîm'de ve hadis-i şeriflerde açıklandığı üzere, İslâm dininde herşeyden önce, Allah'a ve Allah'ın birliğine iman etmek farzdır.[451] İslâm dininin bu tevhid akidesi; Allah'ın birliğine, O'ndan başka ibadet edilecek mâbud bulunmadığına inanmak demektir ki, bu akide, Kur'ân-ı Kerîm'de ve hadis-i şeriflerde "Lâ ilahe illallah=Allah'tan başka ilah yoktur" kelime-i tevhidi ile en veciz bir şekilde ifade buyurulmuştur. Tevhid; Yüce Allah'ın Zâtını, z i hini erde tasavvur ve tahayyül edilen herşeyin dışında ve üstünde tutmak demektir. Bu da, üç şeyle: Yüce Allah'ın Rabliğini bilmekle, Yüce Allah'ın Vâhidliğini, birliğini ikrar etmekle, Yüce Allah'a, hiçbir şeyi eş, ortak tutmamakla olur.[452] Zaten, bütün Âdem oğullarının Rabbü'l-âlemînin Rabliğini tanımaları, asıldır. Tanımamaları veya O'na şerik koşmaları, arızîdir, sonradandır. Çünkü: "Yüce Allah Âdem (a.s.)ın zürriyetini zerreler halinde çıkarıp onları akıl sahibi yapmış, kendilerine: 'Ben, sizin Rabbiniz değil miyim?' diye hitap etmiş, onlar da: 'Evet! Rabbimizsin!' (A'râf: 172-173) demişler; bu ikrar, onlar için, ilk iman olmuştur. İşte, bunun içindir ki, bütün Âdem oğulları, daima bu selîm fıtrat üzene dünyaya getirilmişlerdir. Kim, bundan (bu ahidden) sonra küfür etmişse, muhakkak ki, o fıtrî imanını kendisi değiştirmiş; Kim de iman ve tasdikte bulunmuşsa, o da ilk ikrarı üzerinde sebat ve devam etmiştir."[453] A'râf sûresinin 172-173. âyetlerinde açıklanmış olduğu üzere, Âdem oğullarının, daha dünyaya gelmeden ikrarlarının alınışı gerekçesi olarak da: "Kıyamet günü, 'Bizim, bundan haberimiz yoktu!' yahut 'Daha önce, ancak atalarımız Allah'a şirk koşmuştu. Biz de, onların ardından gelen bir nesiliz. Şimdi, o bâtılı kuranların işlediği günahlar yüzünden bizi helak eder misin?!' dememeniz içindi" buyuruImustur.[454]
Âdem Oğullarının, Tevhid Akidesinden Putperestliğe Ne Zaman ve Nasıl Saptıkları Put ağaçtan veya altından veya gümüşten, insan şeklinde yapılmış olursa, ona Arapça sanem; Taştan yapılmış olursa, ona da vesen denilir.[455] Rivayete göre; Şis b. Âdem oğulları önceleri, gelir, Âdem (a.s.)ın Nevz veya Bevz dağındaki mağarada bulunan cesedini ziyaret eder, ona tazimde bulunurlar, kendisi için Allah'tan rahmet dileri erdi.[456] Kabil b.Âdem oğullarından bir adam: "Ey Kabil oğulları! Şis oğulları, Âdem'in cesedinin çevresinde dönüp dolaşarak ona tazimde bulunuyorlar. Sizin ise, böyle birşeyiniz yok!" dedi ve onlar için bir put yonttu. Tarihte ilk put yapan adam, bu oldu.[457] Kur'ân-ı Kerîm'de: 1- Vedd, 2- Süva, 3- Yağus, 4- Yauk, 5- Nesr adlan ile anılan putlar,[458] rivayete göre, Âdem (a.s.)ın oğulları[459] veya oğullarının oğulları idiler.[460] Bunlar, iyi amelli kişilerdi.[461] Halk, bunlara uyarlardı.[462] Süha'm Şis (a.s.)ın oğlu olduğu; Yağus, Yauk ve Nesr'in de Süva'ın oğulları oldukları da rivayet edilir.[463] Bunlar öldükleri zaman, adamları: "Keşke onların suretlerini bize bir yapan olsaydı da, kendilerini hatırladıkça bizi ibadete teşvik etmiş olurdu!"[464] dediler. Onlara, yakınları çok ağladılar. Kabil oğullarından bir adam: "Ey kavmim![465] Ben can vermeye güç yetiremem, ama size onların suretlerine göre beş tane heykel yapsam, yontsam olmaz mı?" dedi. Onlar da: "Olur!" dediler. Bunun üzerine, Kabil oğullarının heykel yapıcısı, onlar için, Vedd, Süva1, Yağus, Yauk ve Nesr'in suretlerine göre, beş tane heykel yonttu, dikti. Adlarına heykel dikilenlerin kardeşleri, amcaları ve amca oğulları, gelip bu heykellerin çevrelerinde koşarak dolaşırlar ve onlara tazimde bulunurlardı. O asır, böylece geçti. Yerd b. Mehlâil, b. Kaynan, b. Şis, b. Âdem zamanında da böyle yapıldı.[466] Bazı kimseler İslâmiyetten döndü.[467] İkinci asır gelince, bu heykellere ilk çağdakinden daha çok tazimde bulundular. Üçüncü asır gelince; "Bizden öncekilerin bu heykellere tazimleri, ancak Allah katında şefaat etmelerini umdukları içindi!" diyerek, onlara tapmaya başladılar ve küfürlerini artırdılar. Bunun üzerine, Yüce Allah, onlara İdris (a.s.)ı peygamber olarak gönderdi. İdris (a.s.) onları putlara tapmaktan men ve Yüce Allah'a ibadete davet etti.[468] Fakat, onlar İdris (a.s.)ı yalanladılar. Yüce Allah da, onu yüksek bir makama kaldırdı. Putperestlik, Nûh (a.s.)ın zamanına kadar, artmakta devam etti. Yüce Allah, İdris (a.s.)dan sonra, Nûh (a.s.)ı peygamber olarak gönderdi. Nûh (a.s.) da, kavmini Yüce Allah'a ibadete uzun zaman davet etti. Fakat, onlar Nûh (a.s.)a karşı koydular ve onu yalanladılar.[469] Nûh (a.s.), onlarla başa çıkamayınca, kendisini ve yanındaki mü'minleri onlardan kurtarması için, Yüce Allah'a dua etti.[470] Allah da, onları Tufan suyunda boğdu.[471] Tufan sulan; Nevz veya Bevz dağından beş heykel putu sürükleyip yere indirdi. Suların şiddetli akışları onları ülkeden ülkeye sürükledi. Nihayet, Cidde toprağına attı. Sonra, sular çekildi. Esen rüzgârlar, heykel putların üzerine toprak yığdı .[472] Putperestliğin Arabistan'da ne zaman ve nasıl yayıldığına gelince; Mekke İsmail (a.s.)ın oğullarına dar gelince başka ülkelerde bir yurt aramak üzere Mekke'den ayrılan herkes, Mekke Haremini tazim için, Harem taşlarından bir taşı muhakkak yanında taşır; ve her nereye gider, konarlarsa, onu yere koyarlar, Kabe'yi tavaf ettikleri gibi, onu da tavaf ederlerdi. Bu tutum, kendilerini, taşlardan, güzel gördükleri, hoşlandıkları herhangi bir taşa tapınmaya kadar götürdü.[473] Bu Cahiliye devrinde, adam sefere çıkacağı zaman yanında dört taş taşır, üçü ile tenceresine ocak çatar, dördüncüsüne tapardı .[474] Bu dinî şaşkınlık, şöyle de anlatılır: Bir kimse sefere çıkıp bir yerde konakladığı zaman dört taş alır, onlara göz gezdirip en yakışıklısını put edinir, ona tapar, kalan üçü ile de yemek tenceresi için ocak çatardı. Oradan göç edeceği zaman onu orada bırakır, başka bir konak yerinde konaklayınca da böyle yapardı .[475] Yakışıklı taş bulunmazsa, kumlardan yığılıp tepe haline gelen, üzerinde sağmal devenin sağıldığı kum tepesine de tapılırdı.[476] İsmail (a.s.)ın oğulları; hac ve umre için telbiye yapmak gibi, İbrahim (a.s.)dan kalma ibadetlere de-Allah'a şerik koşmak gibi bazı şeyler karıştırmakla birlikte-bağlı kalmakta devam ettiler.[477] Amr b. Luhay; Mekke'nin idaresini ele geçirdiği ve Cürhümîleri Mekke'den sürüp çıkardığı zaman, Kabe hizmetini de üzerine almıştı.[478] Amr b. Luhay'ın her sözü, Araplarca, itirazsız uyulur bir din hükmü olarak benimsenir, yerine getirilirdi. Kendisi, din namına birtakım bid'aüar ihdas etmiş, Kabe'nin etrafına putları o dikmiş, İbrahim (a.s.)ın dinini ilk defa o böylece bozup değiştirmişti.[479] Hübel putunu, Belka Meab yöresinden Mekke'ye getirip diken ve ona tapmalarını halka emreden, Amr b. Luhay'di .[480] İsaf ve Naile heykellerini putlaştıran, Kureyşîleri Uzzâya taptıran da, o idi.[481] Lât'ı[482] ve Menafi putlaştıran da o i di .[483] Nûh Tufanından kalma beş heykel putunu da, Cidde'ye gidip toprak altından çıkararak Mekke'ye o getirmiş, hacca gelen Arapları bu putlara tapmaya o davet ve teşvik etmiş ve davetine icabet edil-erek[484] Vedd putu, Vâdi'l-Kura'da Dûmetü'l-Cendel'e, Yauk Yemen'de Hayvan karyesine, Yağus Yemen Ekemesine, Nesr Sebe bölgesinde Belha' mevkiine, Süva' da Nahle'de Ruhat'a götürülüp yerieştir-ilmişti.[485] Araplar bu putlara tapmakla kalmamışlar, Devs kabileleri, Zülkeffeyn putuna; Haris oğulları, Züşşera putuna; Müzeyneler, Nühm putuna; Anezeler, Suayr putuna; Kudaalar, Lahmlar, Cüzamlar, Âmileler, Gatafan kabileleri, Ukaysır putuna; Havlanlar, Umyanus putuna; Beni Bekrlerle Kinaneler, Sa'd putuna;[486] Beni Kinane'lerden Malik ve Milkânlar, Sa'd putuna; Tayyi'ler, Füls putuna; Ezdlerin Tayyi' ve Kudaalardan komşuları olan kabileler, Bacer putuna; Beni Esedler, Ya'büb putuna; Has'am, Becile, Ezdi S erat ve Hevazinlerie bunlara akraba olan kabileler, Zülhalasa putuna; Kudaalardan Müleyh oğulları, cinlere[487] tapıyorlardı. Araplardan, meleklere tapanlar,[488] onların Allah'ın kızları olduğunu sananlar olduğu gibi;[489] Şi'râ yıldızına,[490] Güneşe tapanlar da vardı.[491] Yalnız Mekke'de, Kabe'nin çevresinde, tapılmak üzere dikilmiş, kurşunla berkitilmiş üçyüz altmış tane put bulunuyordu![492] Bunlar Arap kabilelerine ait olup, zaman zaman gelinir, ziyaret edilip kendilerine kurbanlar kesilirdi.[493] Mekke'de, umumî putlardan başka, her ailenin kendi evinde taptığı özel bir putu da vardı. Bir kimse, yola çıkmak istediği ve hayvanına bineceği zaman, puta el yüz sürer; bu, onun yola çıkmadan önce yapacağı ilk iş olurdu. Yolculuktan döndüğü zaman da, yine puta el yüz sürer; bu da, onun daha ailesini görmeden yaptığı ilk iş olurdu.[494] Ashab-ı Kiramdan Mikdad b. Esved'in de yeminle teyid ederek dediği gibi; "Peygamberler arasında, Peygamber (a.s.), şartları en ağır bir Fetret[495] ve Cahiliye devrinde peygamber gönderilmişti ki, insanlar o zaman putlara tapmaktan daha üstün birdin bulunabileceğini sanmıyorlardı."[496] Kan davaları, hatta en önemsiz hadiseler bile, aileleri, kabileleri birbirlerine düşürür, yıllarca birbirleriyle boğuştururdu.[497] Kabileler arasındaki kan davaları, son Ficar kavgasında olduğu gibi, belli bir yerde karşılaşıp birbirlerinin kanını akıtarak öç alınmak suretiyle halledilmeye çalışı lirdi .[498] Açlık ve geçindirememek bahanesi ile çocuklar öldürülürdü.[499] Adam, köpeğini besleyip büyütür, çocuğunu ise öldürürdü[500] Kız çocuğu doğurmak yüzkarası sayılır, kız çocukları diri diri toprağa gömülürdü! Biri bir kız çocuğunun doğumu ile müjdelendiği zaman, öfkesini sineye çekerek, hiddetinden yüzü kapkara kesilir; kendisine verilen, kötü saydığı müjdeden dolayı herkesten saklanır "Onu, ne yapayım? Hakarete katlanarak alıkoyayım mı? Yoksa, toprağa mı gömeyim?" diye şaşırır kalırdı .[501] Kız çocukları, ellerinden tutulup su kuyularına bırakılır, onların boğulup gitmeleri karşısında acımasız, duyarsız kalınırdı![502] Para kazanmak için cariyelerini fuhşa zorlayanlar;[503] Asaletli bir adamdan evlat sahibi olmak için(!), karılarını onunla yatıp kalkmaya teşvik eden şerefsiz erkekler bile vardı .[504] İçki düşkünlüğü aşırı derecelerde idi.[505] Kumar düşkünlüğü ise aile faciası halini almıştı: Adam servetini, hatta ailesini ortaya koyup kumar oynar, servetini ve ailesini kaybederdi.[506] Yabancı ve koruyucusuz kimseler için can, mal ve hatta namus güvenliği kalmamıştı. Yabancı satıcıların malları satın alınır, parasına ise dirsek çevirilirdi.[507] Hac veya umre yapmak üzere kızını yanına alarak Mekke'ye gelen yabancıların kızları ellerinden zorla alınıp kaçırılır, feryad ve istimdadlarına kulak aşılmazdı.[508] İşte, son peygamber Hz. Muhammed (a.s.)ın ilahî vahyi telakki ettiği peygamberlik vazifesiyle mükellef kılındığı zaman, Arap dünyasının dinî ve içtimaî durumu bu kadar bozuktu. Dış dünyanın durumu ise, bundan daha az bozuk değildi. Hz. Muhammed (a.s.); insanların elleriyle yaptıkları kötülükler yüzünden karaların, denizlerin bozulduğu[509] böyle bir ortamda; yeryüzünde tevhid bayrağını açan ilk Müslüman,[510] Peygamberler Peygamberi,[511] Son Peygamber[512] sıfatı ile, Mekke ve çevresinden başlayarak[513] insanları Yüce Allah'ın İslâm dinine, önce hikmet ve güzel öğütlerle davet etmek;[514] (Davetini kabul edenleri Cennet nimetleriyle) müjdelemek ve (davetinden yüz çevirenleri Cehennem azabıyla) korkutup uyarmak;[515] Sonra da, fitne ve fesat ortadan kalkıncaya, din tamamıyla Allah'ın oluncaya,[516] İslâm dini bütün dinlere üstün gelinceye,[517] insanlara "Lâ ilahe illallah=Allah'tan başka ilâh yoktur!"[518] "Muhammedürresûlullah=Muhammedı Allah'ın Resûlüdür!"[519] dedirtinceye kadar savaşmak...[520] gibi, çok ağırve ağır olduğu kadar da şerefli bir vazifeyi tek başına yüklenmiş bulunuyordu. Bundaki güçlüğü ve ağırlığı sadece düşünmek bile, insanı ürpertmeye ve titretmeye yeter![521]
İslamiyetin Mekke'de Gizlice Yayılışı İlk Mü'min ve Müslümanlar 1- Peygamberimiz Hz. Muhammed (a.s.), (kendi zamanında) Yüce Allah'a iman ve ibadetedenlerin ilki idi.Bu vakıa Kur'ân-ı Kerîm'de şöyle açıklanır: "De ki: 'Ben, Allah'a, ihlas edici olarak ibadet etmemle emrolundum. Bana, Müslümanların evveli olmam emir buyuruldu.'"[522] "De ki: 'Hiç şüphesiz, Rabbim beni dosdoğru biryola, dimdik ayakta duran bir dine, İbrahim'in hakka yönelik tevhid dinine iletmiştir. Ben, (bu ümmette) Müslüman olanların ilkiyim!'"[523] İlk sıralarda; Kureyş müşriklerinin ulu kişilerinden aşın inkarcı ve itirazcı olmayanları, yanlarından ve meclislerinden geçtikçe, Peygamberimiz (a.s.)a işaret ederek: "Abdulmuttalib oğullarının gökten söz eden oğlu bu!" derlerdi.[524] Kureyş müşrikleri, ilk sıralarda, Peygamberimiz (a.s.)ın Kabe Mescidinde namaz kılmasına da karışmamakta idiler.[525] Peygamberimiz (a.s.) gündüzün başlarında Kabe'ye gider, kuşluk namazı kılardı. Kureyş müşrikleri, bu namazdan da hoşnutsuzluk göstermezlerdi.[526] Bundan sonra, Peygamberimiz (a.s.) namaz kılacağı zaman, Hz. Ali ile Zeyd b. Harise, oturup Peygamberimiz (a.s.)ı beklerlerdi.[527] 2- Peygamberimiz (a.s.)dan sonra, Yüce Allah'a ve O'nun Resûlüne ilk inanan, Müslüman kadın, Peygamberimiz (a.s.)ın zevcesi Hz. Hatice idi. Hz. Hatice; Peygamberimiz (a.s.) "Uykuda gördüğüm ve sana anlatmış olduğum şeyi, Yüce Rabbim bana Cebrail (a.s.)ı göndererek açıkladı" buyurup Yüce Allah tarafından gelenleri ve Cebrail (a.s.)dan işittiklerini haber verdiği zaman, "Sana müjdeler olsun! Vallahi, Allah senin hakkında hayırdan başka birşey yapmaz! Sana Allahtan gelen, hak ve gerçektir..." diyerek[528] Allah'a, Allah'ın Resûlüne ve ona Allah'tan gelenlere ilk inanan[529] ve Peygamberimiz (a.s.)a peygamberlik geldiği Pazartesi gününün sonuna doğru, herkesten önce namaz kılmak,[530] Yüce Allah'ın selamına nail olmak şerefine eren,[531] Allah tarafından Cennette inciden bir köşkle müjdelenen mutlu Cennet Hatunu i di.[532] Peygamberimiz (a.s.), kavmi tarafından reddolunmak, yalanlanmak hakaretlerine uğratılmak gibi hiç sevmediği kaba ve katı davranışlarla karşılaşarak üzüntü içinde evine döndükçe, Yüce Allah, Resûlünün üzüntüsünü Hz. Hatice'nin teselli ve teskin edici sözleriyle hafifletir, sebatını sağlar, vazifesini kolaylaştırırdı.[533] Peygamberimiz (a.s.), hadis-i şeriflerinde: "Kendi zamanındaki kadınların hayırlısı, İmran'ın kızı Meryem'di. Bu ümmetin kadınlarının hayırlısı da Hatice'dir!"[534] "Cennet halkı kadınlarının üstünü, Huveylid'in kızı Hatice, Muhammed'in kızı Fatma, İmran'ın kızı Meryem, Müzâhım'ın kızı ve Firavunun zevcesi Âsiye'dir!" buyurmuşlardır.[535] 3-5. Hz. Hatice Müslüman olduğu zaman yanında bulunan kızları: Hz. Rukayye, Hz. Ümmü Külsûm, Hz. Fâtıma da Müslüman olmuş, Peygamberimiz (a.s.)a İslâmiyet üzerine bey'at etmiştir.[536] Allah hepsinden razı olsun! 6. Hz. Ali; Peygamberimiz (a.s.)la Hz. Hatice'nin namaz kıldıklarını görünce, "Nedir bu?" diye sordu. Peygamberimiz (a.s.): "Bu; Allah'ın, Kendisi için seçtiği,[537] peygamberlerini onunla göndermiş olduğu[538] dinidir! Ben seni bir ve tek olan Allah'a imana ve O'na ibadete; Ne yarar, ne de zarar veremeyecek olan Lât ve Uzzâyı inkâra davet ediyorum!" buyurdu. Hz. Ali: "Ben, bu dini bugüne kadar hiç işitmedim! Ben, babam Ebu Talib'e söylemedikçe, danışmadıkça bir iş yapamam!" dedi Peygamberimiz (a.s.); peygamberlik işinin, açıklanmasından önce yayılmasını istemediğinden: "Ey Ali! Sana söylediğimi yaparsan yap! Yapmayacak, Müslüman olmayacaksan, sana söylediğim bu işi gizli tut, açığa vurma!" buyurdu. Hz. Ali, o gece bekledi. Yüce Allah, onun kalbine İslâm sevgisini düşürdü. Sabahleyin, Peygamberimiz (a.s.)ın yanına vardı ve: "Yâ Muhammed! Senin dün bana söylediğin şey ne idi?" diye sordu. Peygamberimiz (a.s.): "'Lâ ilahe illallâhu vahdehû lâ şerîkeleh' diyerek, Kendisinden başka ilâh bulunmayan, bir olan, şerî-ki olmayan Allah'a şehadet getirecek; Lât ve Uzzâ'yı red ve inkâr edecek, Allah'a denk tutulan her çeşit putlardan uzak duracaksın!" buyurdu. Hz. Ali Peygamberimiz (a.s.)ın buyruğunu hemen yerine getirip Müslüman oldu. Allah ondan razı olsun! Babası Ebu Talib'den korkarak, Müslümanlığını bir müddet gizli tuttu, açığa vurmadı.[539] Hz. Ali, Müslüman olduğu zaman, on yaşında idi.[540] Hz. Ali derki: "Resûlullah (a.s.); Pazartesi günü peygamber gönderildi. Ben de, Salı günü Müslüman oldum ."[541] "Ben, Resûlullah (a.s.)la birlikte namaz kılan ilk adamım !"[542] "Mekke'de, Peygamber (a.s.)la birlikte Mekke'nin bazı taraflarına gitmiştik. Dağların ve ağaçların arasından geçip giderken, karşısına çıkan hiçbir dağ, hiçbir ağaç yoktu ki, Peygamber (a.s.)a: 'Esselâmü aleyke yâ Rasûlallah=Selam olsun sana ey Allah'ın Resûlü!' diyerek selam vermesin!"[543] Namaz vakti gelince, Peygamberimiz (a.s.) Mekke vadilerine doğru çıkıp gider; Hz. Ali de, babası Ebu Talib'den, bütün amcalarından ve halktan gizli olarak, Peygamberimiz (a.s.)la birlikte gider, namazlarını oralarda kılarlar, akşamleyin de dönerlerdi. Allah'ın dilediği zamana kadar, böyle devam ettiler.[544] Bir gün, Hz. Ali'nin annesi Fatma Hatun, kocası Ebu Talib'e: "Ali'nin, Muhammed'in yanına devam ettiğini görüyorum. Senin başına, Muhammed tarafından, oğlun hakkında, güç yetiremeyeceğin bir iş gelmesinden korkuyorum!" dedi. Ebu Talib: "Demek, oğlum bana bunun için mi görünmüyor?" dedi ve hemen Peygamberimiz (a.s.)la Hz. Ali'nin ardına düştü. Onlara Ebu Dübb vadisinde veya başka bir vadide,[545] Batn-ı Nahle'de,[546] namaz kıldıkları sırada rastladı Biraz baktıktan sonra, Peygamberimiz (a.s.)a: Ey kardeşimin oğlu! Senin edindiğini gördüğüm bu din ne dindir?" diye sordu. Peygamberimiz (a.s.): "Ey amca! Bu Allah'ın dinidir![547] Allah'ın meleklerinin dinidir! Allah'ın peygamberlerinin dinidir! Babamız İbrahim'in dinidir ki, Allah beni peygamber olarak bütün kullara bununla gönderdi! Ey amca! Öğütleyeceğim, doğru yola kılavuzlayacağım kimselerden, buna en çok sen lâyıksın! Bu yoldaki davetimi kabul etmeye ve bu hususta bana yardımcı olmaya da sen herkesten daha lâyıksın!" buyurdu.[548] Onu tevhide, Allah'ın birliğine inanmaya ve putlara tapmaktan vazgeçmeye davet etti.[549] Ebu Talib: "Vallahi, yaptığınız veya söylediğiniz şeylerde bir sakınca yoktur.[550] Ey kardeşimin oğlu! Ben atalarımın dininden ve ona bağlı kalmaktan ayrılmaya güç yetiremeyeceğim! Fakat, sen gönderildiğin şey üzerinde dur! Vallahi, ben sağ oldukça, yapmak istediğini tamamlayıncaya kadar, sana hoşlanmayacağın birşey erişmeyecektir!" dedi.[551] Hz. Ali'ye de, hoşlanmayacağı birşey söylemedi. "Ey oğulcuğum! Üzerinde bulunduğun bu din nedir?" diye sordu. Hz. Ali: "Babacığım! Ben, Allah'a, Allah'ın Resûlüne iman ve onun Allah tarafından getirdiklerini de kabul ve tasdik ettim. Ona tâbi oldum ve kendisiyle birlikte namaz kıldım!" dedi. Ebu Talib: "O, seni ancak hayır ve iyiliğe davet eder. Sen, onun yolunu tutmakta devam et![552] Oğulcuğum! Amcanın oğlunun girdiği şeye senin de girmen yaraşır!" dedi. Ebu Talib'in sözleri, Peygamberimiz (a.s.)ı sevindirdi. Ebu Talib, dönüp eve gelince, zevcesi Fâtıma Hatun: "Oğlun nerede?" diye sordu. Ebu Talib: "Ne yapacaksın ona?" dedi. Fâtıma Hatun: "Azadlı kadın kölem, Ecyad'da onu Muhammed'le birlikte namaz kılarken gördüğünü bana haber verdi. Sen oğlunun dinini değiştirmesini uygun görüyor musun?!" diyerek çıkışınca, Ebu Talib ona: "Sus! Sen onu bu işte kendi haline bırak! Amcasının oğluna arka ve yardımcı olmak, elbette herkesten çok ona düşer! Eğer nefsim Abdulmuttalib'in dinini bırakmak hususunda bana boyun eğmiş olsaydı,[553] eğer Kureyş kadınlarının kınamalarından korkmasaydım,[554] ben de muhakkak Muhammed'e tâbi olurdum! Çünkü, o Halîm'dir, Emîn'dir, Tahindir!" dedi. Fâtıma Hatun da sustu.[555] Ufeyfü'l-Kindî der ki: "Ben ticaret adamı idim. Abbas b. Abdulmuttalib de ticaret adamı idi.[556] Abbas, Yemen'e gelir, ıtır satın alıp hac mevsiminde satardı. Kendisi dostumdu. Cahiliye devrinde Mekke'ye gitmiş, Abbas b. Abdulmuttalib'in evine inmiştim. Aile halkıma, Mekke elbisesi ve ıtırından satın almak istiyordum.[557] Abbas'ın yanında oturuyor, güneş gökte yükseldiği zaman, Kabe'ye bakıp duruyordum. O sırada, olgunluk çağına ermiş bir genç Kabe'nin yanına vardı, başını göğe kaldırıp baktı. Sonra da, ayakta, Kabe'ye yöneldi. Sonra, bir çocuk gelip onun (biraz gerisinde) sağına (doğru) durdu. Çok geçmeden, bir kadın gelerek onların arkalarına durdu. Sonra, olgun genç eğilip rükûa varınca, çocuk da, kadın da rükû ettiler. Olgun genç rükûdan başını kaldırıp doğruldu. Çocuk da, kadın da, rükûdan başlarını kaldırıp doğruldular. Olgun genç secdeye gitti. Çocuk da, kadın da secdeye gittiler. 'Ey Abbas! Ben, büyük bir iş, şaşılacak bir hadise görüyorum!?' dedim. Abbas: 'Evet! Büyük bir iştir!' dedi ve bana: 'Bu olgun genç kimdir, biliyor musun?' diye sordu. 'Hayır! Bilmiyorum' dedim. Abbas: 'Bu, Muhammed b. Abdullah b. Abdulmuttalib'dir, kardeşimin oğludur' dedi ve bana: 'Onun yanındaki şu çocuk kimdir, biliyor musun?' diye sordu. 'Hayır! Bilmiyorum! dedim. 'Ali b. Ebi Talib b. Abdulmuttalib'dir kardeşimin oğludur dedi. 'Şu kadının kim olduğunu biliyor musun?' diye sordu. Ona: 'Hayır! Bilmiyorum!' dedim. 'O da, Hatice bint Huveylid'dir ve şu kardeşimin oğlunun zevcesidir. Kardeşimin oğlu, bize, senin şu gördüğün ve onların da sâlik bulunduğu bu dini kendisine göklerin ve yerin Rabbi olan Rabbinin emrettiğini söylemektedir. Vallahi, ben bütün yeryüzünde bu dinde şu üçünden başka bir kimse bulunduğunu bilmiyorum!' dedi.[558] Ah! Ne olurdu, o zaman itinan edeydim de, ikinci erkek mü'min ben olaydım! Onların dördüncüleri olmayı, ne kadar arzu ederdim!"[559] Yüce Allah; Hz. Ali'den de, Ufeyfü'l-Kindî'den de, Hz. Abbastan da razı olsun! 7- Zeyd b. Harise, sekiz yaşında,[560] kısa boylu, karayağız, yayvan burunlu bir çocukken;[561] annesi Sûdâ ile birlikte ziyaretlerine gittikleri Beni Maanlerin yurdunda Beni Kayn b. Cisr atlılarının baskınına uğrayıp esir edilmiş, Ukâz panayırında köle olarak satılırken, Hakîm b. Hizam tarafından halası Hz. Hatice için dört yüz dirheme satın alınmıştı.[562] Hz. Hatice onu Peygamberimiz (a.s.)a bağışlayınca, Peygamberimiz (a.s.) tarafından hemen azad edilmiş,[563] daha sonra da evlat edinilmişti.[564] Zeyd b. Harise; Hz. Ali'den sonra Müslüman olmuş, namaz kılmış,[565] Peygamberimiz (a.s.)ın yanından ve hizmetinden hiç ayrılmamış, Peygamberimiz (a.s.) için Tâifli ayak-takımının Peygamberimiz (a.s.)a attıkları taşlara kendi vücudunu karşı tutarak kanlar içinde kalacak kadar fedakârlık göstermiş[566] ve onun sevgisine mazhar olmuş bir insandı.[567] Yüce Allah ondan razı olsun! 8- Hz. Ebu Bekir, İslâmiyet'ten önce de Peygamberimiz (a.s.)ın arkadaşı ve dostu idi.[568]Çocukluğundan beri, onun doğruluğunu, emînliğini, güzel ve üstün ahlâkını biliyordu. Kendisinin bu ahlâkı halka yalan söylemesine engel olup dururken, Allah'a karşı asla yalan söylemeyeceği kanaatinde idi.[569] Nitekim, Peygamberimiz (a.s.) İslâmiyete davet eder etmez, onun hemen Müslüman olduğu görülür. Peygamberimiz (a.s.), bu husustaki hadis-i şeriflerinde: "İslâmiyete davet ettiğim herkes, ona karşı ağırdan davrandı, tereddüt etti ve düşündü. Ancak, Ebu Bekir'dir ki; İslâmiyeti kendisine arz ve teklif ettiğim zaman, kabulde hiç gecikmedi ve tereddüde de düşmedi" buyurmuşlardır.[570] Hiçbir şey, Peygamberimiz (a.s.)ı, Hz. Ebu Bekr'in Müslüman oluşuna sevindirdiği kadar sevindirmemiştir.[571] Hz. Ebu Bekir de, Müslüman olduğu zaman, hiç çekinmeden Müslümanlığını açıklamış ve halkı da, Yüce Allah'a ve Resûlüne imana davet etmeye başlamıştır.[572] Yüce Allah ondan razı olsun! 9-10- Bilal-i Habeşî ile annesi Hamâme Hatun köle idiler.[573] Bilal-i Habeşî Peygamberimiz (a.s.)ın halkı İslâmiyet'e gizlice davete başladığı ilk sıralarda Müslüman olduğu gibi,[574] annesi de o sırada Müslüman oldu.[575] Bilal-i Habeşî, Müslümanlığını ilk açıklayan yedi Müslüman'dan birisi idi.[576] Dininden döndürülmek, Lât ve Uzzâ adı andırılmak için yapılan en ağır işkencelere katlanırdı. "Haydi, sen de bizim gibi söyle!" diye zorlandıkça; "Dilim onu söyleyemiyor (Ona dilim dönmüyor). Ehad! Ehad! (Birdir! Birdir!)" demekten geri durmazdı. Müşrikler Bilâl-i Habeşî'ye "Lât ve Uzzâ mâbuddur" dedirtemezlerdi.[577] Bilal-i Habeşî Hz. Ebu Bekir tarafından satın alınıp azad edilerek kölelikten ve dayanılmaz işkencelerden kurtarıldı .[578] Hz. Ebu Bekir Bilal-i H abeşî'nin annesi Hamâme Hatunu da satın alıp azad ederek işkenceden kurtarmıştı r.[579] Yüce Allah hepsinden razı olsun! 11. Ebu Fükeyhe; Abduddar oğullarının[580] veya Safvan b. Ümeyye'nin kölesi olup,[581] ilk sıralar-da[582] Bilal-i Habeşî'nin Müslüman olduğu zaman, Müslüman oldu.[583] Dinlerinden döndürülmek için müşrikler tarafından en ağır işkencelere uğratılanlardandı.[584] Hz. Ebu Bekir, onu da satın alıp azad etti.[585] Allah, ikisinden de razı olsun! 12-13. Halid b. Saîd'in Müslüman oluşu çok eskidir.[586] Müslüman oluşuna, gördüğü korkulu rüyası sebep olmuştur: Kendisi, bir gece, uykuda, Allah'ın bildiği kadar geniş bir ateşin kıyısında durduğunu ve babasının onu ateşin içine iterek düşürmek ister gibi davrandığını, Resûlullah ((a.s.))'ın ise hemen belinden kavrayarak onu ateşin içine düşmekten koruduğunu gördü! Gördüğü bu rüyadan çok korktu. Kendi kendine: "Vallahi, bu herhalde hak ve gerçek bir rüyadır!" dedi. Hz. Ebu Bekir'e rastlayınca, rüyasını anlattı. Hz. Ebu Bekir: "Hakkında hayırlı olmasını dilerim. İşte, Resûlullah (a.s.)! Hemen gidip ona tâbi ol! Ona tâbi olur, İslâmiyete girer, onun yanında bulunursan, o seni ateşe düşmekten korur! Baban ise Cehennemliktir!" dedi. Halid b. Saîd, Ciyad mevkiinde Peygamberimiz (a.s.)ı buldu: "Yâ Muhammedi Sen nelere davet ediyorsun?" diye sordu. Peygamberimiz (a.s.): "Bir olan ve şerîki olmayan Allah'a iman ve ibadete, Muhammed'in de O'nun kulu ve resûlü olduğuna inanmaya; İşitmez, görmez, bir zarar veya yarar vermez, kendisine tapınanları tapınmayanlan bilmez birtakım taş parçalarına tapmaktan-ki, sen de onlara tapmaktasın-vazgeçmeye davet ediyorum!" buyurdu. Bunun üzerine, Halid b. Sâid: "Ben, şehadet ederim ki: Allah'tan başka ilah yoktur! Ve yine şehadet ederim ki: Sen de, O'nun resûlüsün!" dedi. Peygamberimiz (a.s.), onun Müslüman oluşuna sevindi.[587] Halid b. Saîd'in babası Ebu Uhayha, oğlunun Müslüman olduğunu öğrenince; Müslüman olmayan çocuklarını onun arkasından saldı. Halid'i bulup getirdikleri zaman, Ebu Uhayha itip kakarak ona hakaret etti. Elindeki değneği başında kırıncaya kadar, ona dayak attı! "Sen Muhammed'in kendi kavmine aykırı hareket ettiğini ve onların ilahlarını yerdiğini, geçmiş atalarını ayıpladığını görüp duruyorsun da, ona tâbi oluyorsun ha?!" dedi. Halid: "Vallahi, o doğru söylüyor! Doğru yapıyor! Ben, bunun için kendisine tâbi oldum!" deyince, Ebu Uhayha büsbütün kızdı. Ona sövüp saydıktan sonra: "Ey zelîl! Yaramaz! İstediğin yere git! Vallahi, senin rızkını da keseceğim!" dedi. Halid: "Sen benim rızkımı kesersen, Allah elbette bana geçineceğim şeyi ihsan eder!" dedi. Ebu Uhayha, Halid'i dışarı çıkarttırdı. Öteki oğullarına: "Eğer sizden biriniz onunla konuşacak olursa, ona yaptığım şeyi kendisine deyapanm!" dedi. Halid'i hapsettirdi. Mekke'nin yakıcı sıcağı altında, aç, susuz bıraktırdı. Halid bir gün bir kolayını bulup babasının elinden kurtuldu. Habeş ülkesine hicret edinceye kadar, babasına görünmedi, Peygamberimiz (a.s.)ın yanından ayrılmadı.[588] Halid b. Saîd'in zevcesi Ümeyne Hatun da, ilk sıralarda Müslüman olmuştur.[589] Yüce Allah onlardan razı olsun! 14-15. Amr b. Saîd, kardeşi Halid b. Saîd'den biraz sonra Müslüman olmuştur.[590] Amr b. Sâid'in zevcesi Fâtıma Hatun da, ilk sıralarda Müslüman olmuştur.[591] Yüce Allah onlardan razı olsun! Hz. Ebu Bekir'in teşvik ve delaletiyle: 16- Hz. Osman, 17- Zübeyr b. Avvam, 18- Abdurrahman b. Avf, 19- Sa'd b. Ebi Vakkas, 20- Talha b. Ubeydullah Peygamberimiz (a.s.)ın yanına geldiler.[592] Peygamberimiz (a.s.) onlara İslâmiyeti arz ve teklif etti. Kur'ân-ı Kerîm okudu. İslâm hukukunu (şeriatlarını) anlattı. Yüce Allah'ın Müslümanlara va'd buyurduğu izzet ve ikramları haber verdi. Hepsi de, iman ve İslâm hukukunu ikrar ederek sabahladılar.[593] Hz. Osman: "Yâ Rasûlallah! Şam'dan, yeni bir haberle geldim: Maan ile Zerka arasında idik. Uyur gibi bir halde olduğumuz sırada, birden, bir seslenici bize: 'Ey uykudakiler! Uyanınız! Çünkü, Ahmed Mekke'de zuhur etmiş bulunuyor' diyerek seslendi. Mekke'ye gelince, seni (senin peygamber olduğunu) işittik" dedi.[594] Talha b. Ubeydullah da der ki: "Busra panayırında bulunduğum sırada, bir rahip, manastırından, panayır halkına: 'İçinizde Harem halkından bir kimse var mı diye soruyorlar1 diye seslendi. 'Evet! Ben varım' dedim. Rahip: 'Ahmed zuhur etti mi?' diye sordu. 'Hangi Ahmed?' dedim. Rahip: 'Abdulmuttalib'in oğlu Abdullah'ın oğlu Ahmed! O, Mekke şehri içinde zuhur edecektir! Kendisi, peygamberlerin sonuncusudur! Harem'den ayrılıp çıkacak, hurmalık, taşlık ve çorak bir yere hicret edecektir! Ona koşmanı, sana tavsiye ederim!' dedi. Rahibin söyledikleri kalbime tesir etti. Oradan acele ayrılıp Mekke'ye geldim. 'Olan bitenlerden, yeni bir şeyler var mı?' diye sordum. 'Evet, var! Abdullah'ın oğlu Muhammedü'l-Emîn peygamberliğe özeniyor. Ebu Kuhafe'nin oğlu da ona tâbi oldu' dediler. Hemen gidip Ebu Bekir'in yanına vardım. Ona: 'Sen şu zâta tâbi mi oldun?1 diye sordum. 'Evet tâbi oldum. Sen de hemen ona git, tâbi ol! Çünkü, o, hak ve gerçeğe davet ediyor1 dedi." Talha b. Ubeydullah, rahibin söylediklerini Hz. Ebu Bekir'e haber verdi. Peygamberimiz (a.s.)ın yanına varıp Müslüman olunca, ona da haber verdi.[595] Sa'd b. Ebi Vakkas'ın bildirdiğine göre; Müslüman olmadan üç gün önce, uykuda, sanki karanlık içinde hiçbir şeyi göremez bir halde iken, kendisini aydınlatan bir ayın ışığını takip etmiş, bazı kimselerin de bu aya doğru gittiklerini görür gibi olup iyice bakınca, onların Zeyd b. Harise ile Hz. Ali ve Hz. Ebu Bekir olduklarını görmüş. Kendilerine: "Oraya ne zaman varıp yetişeceksiniz?" diye sormuş. Onlar da: "Bir saatte!" demişler. Sa'd b. Ebi Vakkas, o sırada, Peygamberimiz (a.s.)ın İslâmiyet'e gizlice davete başladığını haber alınca, Mekke'nin Ecyad vadisinde ikindileyin namaz kılarken Peygamberimiz (a.s.)ı buldu. Ona: "Sen, nelere davet ediyorsun?" diye sordu. Peygamberimiz (a.s.): "Allah'tan başka ilah olmadığına ve Muhammed'in Resûlullah olduğuna şehadet edersin!" buyurdu. Bunun üzerine, Sa'd b. Ebi Vakkas: "Ben şehadet ederim ki: Allah'tan başka ilah yoktur! Ve yine, şehadet ederim ki: Sen, Allah'ın resûlüsün!" diyerek Müslüman oldu.[596] 21- Ebu Ubeyde b. Cerrah, 22- Ebu Seleme, 23- Erkam b. Ebi'l-Erkam, 24- Osman b. Maz'un, 25- Kudâme b. Maz'un, 26- Abdullah b. Maz'un, 27- Ubeyde b. Haris, 28- Saîd b.Zeyd, 29- Saîd b. Zeyd'in zevcesi Fâtıma binti Hattab, 30- Esma binti Ebu Bekir, 31- Habbab b. Enet, 32- Abdullah b. Mes'ud, 33- Mes'ud b. Rebi (Rebia), 34- Ayyaş b. Ebi Rebia, 35- Ayyaş b. Ebi Rebia'nın zevcesi Esma binti Selame, 36- Huneys b. Huzâfe, 37- Âmir b. Rebia, 38- Abdullah b. Cahş, 39- Ebu Ahmed b. Cahş, 40- Cafer b. Ebi Talib, 41- Cafer b. Ebi Talib'in zevcesi Esma binti Umeys, 42- Âmir b. Ebi Vakkas, 43- Ma'mer b. Haris, 44- Nahham Nuaym b. Abdullah, 45- Hâtıb b. Amr, 46- Ebu Huzeyfe b. Utbe b. Rebia, 47- Âmir b. Füheyre, 48- Vâkıd b. Abdullah,[597] 49- Süheyl b. Beyzâ,[598] 50- Salîtb. Amr,[599] 51- Muttalib b. Ezher,[600] 52- Muttalib b. Ezher'in zevcesi Remle binti Avf...[601] Bunların hepsi, Peygamberimiz (a.s.)ın halkı Dârü'l-Erkam'da İslâmiyete gizlice davete başlamasından önce Müslüman olanlardandı. Allah hepsinden razı olsun! Abdullah b. Mes'ud; Peygamberimiz (a.s.)ın Dârü'l-Erkam'a girip halkı İslâmiyete gizlice davete başlamasından önce,[602] Saîd b. Zeyd ve zevcesi Fâtıma Hatunun Müslüman oldukları sıra-da[603] Müslüman olmuştur.[604] Abdullah b. Mes'ud der ki: "Ben, Ukbe b. Ebi Muayt'ın davarlarını güden bir gençtim. Bir gün, Peygamber (a.s.)la Ebu Bekir, bana uğradılar: 'Ey delikanlı! Yanında, bize içireceğin süt var mı?' diye sordular.[605] 'Evet, var! Fakat[606] ben emanetçiyim![607] Size süt içirmeye mezun değilim1 dedim.[608] Peygamber (a.s.): 'Üzerine koç çekilmemiş bir davar var mı yanında?' diye sordu. 'Evet, var' dedim ve onu yanlarına götürdüm. Peygamber (a.s.) onun bacaklarını ayırdı. Memelerini eliyle sıvazlayıp dua edince, memeleri sütle doldu. Ebu Bekir ona içi çukur sıcak bir taş (kap) getirdi. Peygamber (a.s.) sütü onun içine sağıp içti. Ebu Bekir de içti. Ben de içtim. Peygamber (a.s.) sütlü memelere: 'Derlenip toplan!' buyurunca, memeler eski sütsüz haline döndü![609] Hemen, Müslüman oldum.[610] Bundan sonra, Peygamber (a.s.)a gidip:[611] 'Yâ Rasûlallah![612] Şu[613] güzel, tatlı[614] Kelamdan,[615] şu Kur'ân'dan[616] bana da öğretsen a!' dedim.[617] Peygamber (a.s.) başımı okşadı ,[618] ve: 'Allah, sana rahmetini ihsan etsin[619] Allah, öğrenmek istediğin şeyi sana mübarek kılsın![620] Hiç şüphesiz, sen, öğretilmiş,[621] çok bilgili[622] bir genç olacaksın1 buyurdu.[623] Bizzat Resûlullah'ın ağzından yetmiş sûre ahz ve hıfz ettim ki, bu hususta hiç kimse benimle çek-işemez![624] Kur'ân Kerîm'in kalanını da, Resûlullah'ın ashabından ahz ve hıfz etmişimdir."[625] Aşağıda isimlerini sunduğumuz erkek ve kadın sahabiler de-kaynaklara göre-ilk sıralarda veya Dârü'l-Erkam'da Müslüman olmuşlardır: 53- Ümmü Seleme Hatun,[626] 54.Utbeb.Mes'ud,[627] 54- Utbe b. Mes’ ud, 55- Ümmü Ruman Hatun[628] (Hz. Ebu Bekir'in zevcesidir), 56- Umeyr b. Ebi Vakkas,[629] 57- Salît b. Amr'ın zevcesi Fâtıma binti Alkame,[630] 58- Hâtıb b. Hâris,[631] 59- Hâtıb b. Hâris'in zevcesi Fâtima Hatun,[632] 60- Hattab b. Hâris,[633] 61- Hattab b. Hâris'in zevcesi Fükeyhe Hatun,[634] 62- Sâib b. Osman,[635] 63- Halid b. Hizam,[636] 64- Esved b. Nevfel,[637] 65- Amr b. Ümeyye,[638] 66- Yezid b. Zem'a,[639] 67- Ebu'r-Rum b. Umeyr,[640] 68- Kays b. Abdullah,[641] 69- Kays b. Abdullah'ın zevcesi Bereke binti Yesar,[642] 70- Firas b. Nadr,[643] 71- Cüheym b. Kays,[644] 72- Cüheym b. Kays'ın zevcesi Harmele (Hureymele),[645] 73- Muaykıb b. Ebi'l-Fâtıma,[646] 74- Şurahbil b. Hasene,[647] 75- Haris b. Halid, 76- Haris b. Halid'in zevcesi Reyta binti Haris,[648] 77- Amr b. Osman,[649] 78- Seleme b. Hişam,[650] 79- Hâşim b. Ebi Huzeyfe,[651] 80- Hebbar b. S üryan,[652] 81- Abdullah b. Süfyan,[653] 82- Ma'merb.Abdullah,[654] 83- Adiyy b. Nadle,[655] 84- Urve b. Üsâse,[656] 85- Mes'ud b. Süveyd,[657] 86- Abdullah b. Huzafe,[658] 87- Kays b. Huzâfe,[659] 88- Hişam b.Âs,[660] 89- Ebu Kays b. Haris,[661] 90- Mahmiyye b. Cez',[662] 91- Süfyan b. Ma'mer.[663] 92- Sekran b. Amr,[664] 93- Sekran b. Amr'ın zevcesi Şevde Hatun,[665] 94- Mâlik b.Zem'a,[666] 95- Malik b. Zem'a'nın zevcesi Amre Hatun,[667] 96- İbn Ümmi Mektum,[668] 97- Amr b. Haris,[669] 98- Osman b. Abdi Ganm ,[670] 99- Sa'd b. Abdi Kays,[671] 100- Abdullah b. Hübeyb,[672] 101- Abdurrahman b. Hübeyb,[673] 102- Cuayl b. Sürâka,[674] 103- Yâsirb.Âmir,[675] 104- Yâsir b. Âmir'in zevcesi Sümeyye Hatun,[676] 105- Âkil b. Ebi'l-Bükeyr, 106- Halid b.Ebi'l-Bükeyr, 107- İyas b. Ebi'l-Bükeyr, 108- Âmir b. Ebi'l-Bükeyr,[677] 109- Ammarb. Yâsir,[678] 110- Abdullah b. Yâsir,[679] 111- Suheyb b. Sinan,[680] 112- Utbe b. Gazvan,[681] 113- Mikdadb.Amr,[682] 114- Mus'ab b. Umeyr,[683] 115- Ebu Sebre,[684] 116- Ebu Sebre'nin zevcesi Ümmü Külsûm Hatun,[685] 117- Şemmas Osman b. Osman,[686] 118- Ebu Musa Abdullah b. Kaysu'l-Eş'arî,[687] 119- Zinnîre Hatun,[688] 120- Zinnîre Hatunun kızı Ümmü Ubeys[689] Yüce Allah hepsinden razı olsun![690]
Peygamberimiz (a.s.)ın Dârü'l-Erkam'a Girip İslâmiyeti Orada Yaymaya Devam Edişi İslâm tarihinde "Dârü'l-İslâm" diye anılan[691] Dârü'l-Erkam, Ashab-ı Kiramdan Erkam b. Ebi'l-Erkam'ın[692] Mekke'de, Safa tepeciğinin yanında bulunan evi olup[693] Kabe'nin arsası, Harem'i içinde idi.[694] Peygamberimiz (a.s.) Kureyş müşriklerinden sakınarak[695] bu mübarek evde gizlenir;[696] yanına gelenleri orada İslâmiyete davet ederdi.[697] Peygamberimiz (a.s.)la ashabı Dârü'l-Erkam'da[698] gizlice[699] toplanırlardı.[700] Peygamberimiz (a.s.), onlara orada Kur'ân-ı Kerîm okur ve öğretirdi.[701] Orada, topluca namaz da kılarlardı.[702] Yüce Allah; dinini halka açıklamasını emir buyuruncaya kadar, üç yıl, Peygamberimiz (a.s.) işini gizli yürütmüştür.[703] Bu müddet içinde, yanına gelenleri Allah'ın birliğine inanmaya ve O'na ibadet etmeye, kendisinin de peygamberliğini tasdike gizlice davet etmekle uğraşmış,[704] birçok insanlar Dârü'l-Erkam'a girip Müslüman olmuşlardır.[705] Dârü'l-Erkam Dârü'l-İslâm olarak seçilirken herhalde, Kabe'nin arsası üzerinde yapılı ve Kabe Haremine dahil bulunuşu;[706] kalabalık bir çevrede oluşu; oraya giren, oradan çıkanların pek belli olmayışı; halk ile temas kolaylığı gibi bazı özellikleri gözönünde tutulmuş olabilir. Peygamberimiz (a.s.)ın Dârü'l-Erkam'a girişi hadisesi, ilk sıralarda, Müslüman olanların Müslüman oluşu tarihlerine de esas teşkil etmiş: "Resûlullah (a.s.)ın Dârü'l-Erkam'a girip halkı orada İslâmiyete gizlice davete başlamasından önce Müslüman olmuştu" denilerek tarih düşürülmüştür.[707]
Dârü'l-Erkam'a Ne Zaman Girildiği ve Orada Ne Kadar Kalındığı Meselesi Peygamberimiz (a.s.)ın Dârü'l-Erkam'a giriş sebebi olarak, her ne kadar, nübüvvetin dördüncü yılından itibaren başlayan mücadele devri içinde müşrikler tarafından yapılan baskı ve işkencelerin arttırılışı ileri sürülmekte[708] olup, bu hususta müşahhas bir misal verilmek istenilerek, Mekke vadilerinden bir vadide Sa'd b. Ebi Vakkas'ın bazı sahabilerle birlikte namaz kıldıkları sırada üzerlerine gelen müşriklerden bazı kimselerin Müslümanlarla münakaşaya ve hatta kavgaya tutuşmaları ve Sa'd b. Ebi Vakkas'ın da eline geçirdiği bir deve çene kemiğiyle vurup onlardan birisinin başını yarması hadisesi[709] üzerine Peygamberimiz (a.s.)ın ashabı ile birlikte Dârü'l-Erkam'da gizlenmek zorunda kaldığı açıklanırsa da;[710] Sa'd b. Ebi Vakkas'la namaz kılan sahabiler arasında bulunan[711] Ammar b. Yâsir'in Dârü'l-Erkam'a girildikten sonra Müslüman olduğu[712] ve kendisinin Müslüman olmadan namaz kılmış olamayacağı gözönünde tutulursa, bu hadisenin Dârü'l-Erkam'a giriş sebebi olamayacağı açıktır. Bu hususta, Müslümanlar ve gayrimüslimler tarafından kitap ve ansiklopedilerde ileri sürülen görüşler de gerçeği aksettirmekten uzaktırlar. Meselâ, İngilizce'den Türkçe'ye çevrilen İslâm Ansiklopedisi'nde: Springer'e ve Caetani'ye dayanılarak kaleme alınmış olan "Erkam" maddesinde: "Ömer'in ihtidasından biraz sonra, Peygamber, Erkam'ın evini bırakmıştır. Orada ne zaman ve ne kadar kaldığı, katî olarak malûm değildir. Fakat, 615-617 seneleri arasında kalmış olması muhtemeldir. İbn Hişam, el-Erkam'dan hiç bahsetmez. Taberî'nin bu vak'adan haberdar olmasına göre, İbn Hişam'ın da bilmesi icab ederdi. Taberî umumî tarihinde vak'adan bahsederse de, Peygamberin hayatına ait fasılda bu noktaya temas etmez" denilmektedir.[713] İngilizce, Fransızca ve Almanca "İslâm Ansiklopedisi"!erine dayanılmak ve ilmî bir tahrir heyetince gerekli incelemeler yapılmak suretiyle Arapça olarak yazılıp yayınlanmış bulunan Dâiretü'l-Maârifu'l-İslâmiye'nin "Erkam" maddesinde de: Peygamberin mihnetli günlerinde, emniyetli, davetini yapmaya elverişli ve yararlı bulduğu Dârü'l-Erkam'ı, Hz. Ömer'in Müslüman olması üzerine terkettiği açıklandıktan sonra: "Peygamberin, bu eve ne sığındığı tarih, ne de içinde kaldığı müddet hakkında bize tahkikli rivayeti er zikre di İm iş değildir. Fakat, biz, bunun 615 yılı ile 617 yıllan arasında olduğunu söyleyebiliriz" denilmekte ve İngilizce'den Türkçe'ye çevrilen İslâm Ansiklopedisi'nde olduğu gibi, İbn Hişam'ın bu evden hiç bahsetmediği ve Taberî'nin de, bu kıssayı bildiği halde, kitabının Peygamberimiz (a.s.)ın siretine ait kısmında bundan hiç söz açmadığı görüşü tekrarlanmaktadır.[714] Halbuki, kaynaklarımızdan bazılarında bu hususun da açıklanmış bulunduğu görülür. Meselâ: İbn Sa'd (d. 168-Ö. 230 Hicrî) Tabakâtü'l-Kübrâ'sında; Peygamberimiz (a.s.)ın Dârü'l-Erkam'a girişinin İslâmiyetin evvelinde olduğunu, Erkam'ın oğlu Osman'dan gelen rivayetle açıklar.[715] Hâkim (d. 321-ü. 405 Hicrî) Müstedrek'inde, İbn Sa'd'in tesbitini-" evvel" kelimesini düşürmüş olarak-aynı senedle tekrarlar.[716] İbn Hazm (d. 334-Ö. 456 Hicrî) Cemhere'sinde, İslâmiyet daha Mekke'de ifşa edilmeden önce, Peygamberimiz (a.s.)ın Dârü'l-Erkam'da Müslümanlarla birlikte toplandığını kaydeder.[717] İbn Abdilber (d ?-ö. 463 Hicrî] İstiâb'ında, İslâmiyetin evvelinde Peygamberimiz (a.s.)ın Dârü'l-Erkam'da gizlenip, oradan çıkıncaya kadar insanları orada İslâmiyete davetle meşgul olduğunu bildirir.[718] İbn Hacer (d. 77E^ö. 352 Hicrî), bu hususta Hâkim'in söylediğini-ondan aldığını açıklamak suretiyle-tekrarlar.[719] Nihayet, Diyarbekrî de (ö. 990 Hicrî) İslâmiyetin başlangıcında Peygamberimiz (a.s.)ın Dârü'l-Erkam'da gizlendiği ve Müslümanlarla toplandığı rivayetini de kaydeder.[720] Yukarıda sıraladığımız tarihî bilgilere göre; Peygamberimiz (a.s.)ın Dârü'l-Erkam'a giriş tarihini nübüvvetin dördüncü yılı değil, nübüvvetin birinci yılı ve hatta Erkam'ın Müslüman oluş tarihine göre, birinci yılın da ilk ayı olarak kabul etmek gerekir. Dârü'l-Erkam'dan ne zaman çıkıldığı ve orada ne kadar kalındığı meselesine gelince; Abdullah b. Ömer'in bildirdiği gibi, Hz. Ömer, nübüvvetin altıncı yılında, Zilhicce ayında Müslüman olmuş[721] ve Dârü'l-Erkam'dan çıkış da bu hadiseyi takip etmiştir.[722]
Dârü'l-Erkam'ın Geçirdiği Safhalar Erkam b. Ebi'l-Erkam; sonradan Dârü'l-Erkam'ı vakıf olarak oğluna bırakmış, bu husustaki Vakfiye'sinde şöyle demiştir "Bismillâhirrahmânirrahîm, Bu, Erkam'ın, Safâ'dan biraz ilerideki evi hakkında yaptığı ahd ve vasiyyetidir ki, onun arsası, Harem-i Şeriften mâdud bulunduğundan, o da, haremleşmiş, dokunulmazlaşmıştır: Satılmaz ve tevarüs olunmaz. Hişam b. Âs ve Hişam b. Âs'ın azadlı kölesi filan, buna şahittir." Erkam'ın bu mübarek evi, içinde oğulları ve torunları tarafından oturulmak veya icarlarından yararlanılmak suretiyle, Halife Ebu Cafer Mansur(ö. 158 Hicrî) zamanına kadar devam etti. Halife Mansur; hac sırasında, Safa ile Merve arasında say ederken, Erkam'ın torunları, dedelerinin evinin arkasındaki bir çadırda bulunuyorlar, Mansur da onların alt taraflarından geçiyordu. Aralarındaki mesafe çok kısa idi. Mansur'un başındaki serpuşunu almak isteseler, elleriyle uzanıp alabilecek yükseklikte idiler. Mansur; Merve'ye inip Safa tepeciğine çıkıncaya kadar, onlara baktı durdu. Mansur; Abdullah b. Osman b. Erkam'ın, Muhammed b. Abdullah b. Hasan'a uyanlardan olduğu halde onunla birlikte hareket etmemiş olmasıyla ilgilendi. Abdullah b. Osman b. Erkam'ı hapsetmesi ve zincire vurması için, Medine valisine yazı yazdı. Sonra da, Şihab b. Abdi Rab adındaki Kûfeli bir adamı Medine valisine gönderdi. Emrettiği şekilde hareket etmesi için valiye yazdığı mektubu da, Şihab'la gönderdi. Şihab, Abdullah b. Osman'ın hapsedildiği yere vardı. Abdullah b. Osman, o zaman, seksen yaşını aşmış bir ihtiyardı. Zincire vurulmak onu son derecede üzmüş ve bunaltmıştı. Şihab, ona: "Ben seni içinde bulunduğun şu halden kurtarırsam, Dârü'l-Erkam'ı bana satar mısın? Çünkü, mü'minlerin emîri onu istiyor! Eğer satacak olursan, senin hakkında onunla konuşayım, suçunu affettireyim?" dedi. Abdullah b. Osman: "O ev, sadakadır, vakıftır. Benim ondan ancak bir intifa hakkım vardır. Buna da kızkardeşim ve başkaları ortaktırlar!" dedi. Şihab: "Sen, kendine düşen hakkını bize ver! Ondan ilişiğini kes, kurtul!" dedi. Bunun üzerine, Abdullah'ın şehadetle sabit olan hakkı hesaplanarak onyedi bin dinarlık bir satış senedi yazıldı. Onun arkasından, parasının çokluğuna aldanarak, kızkardeşi de hakkını sattı. Mansur, bu evde intifa hakkı olan herkesin intifa hakkını satın alıp ondan ilişkisini kesti. Dârü'l-Erkam; Ebu Cafer Mansur'dan sonra, oğlu Halife Mehdiye geçti. O da, zevcesi Hayzuran'a (Musa ve Harun'un annesine) bağışladı. Hayzuran Hatun, Dârü'l-Erkam'ın çevresindeki evleri ve arsaları satın alıp ona katmak suretiyle, Dârü'l-Erkam'ı yeniden yaptırdı .[723] Dârü'l-Hayzuran diye anılan ve içinde namaz kılınır mescid haline getirilen[724] Dârü'l-Erkam, daha sonra, Halife Cafer b. Musa'ya geçti. Orada, bir müddet de Mısırlılar ve Yemenliler oturdular. Daha sonra, Gassan b. Abbad, Musa b. Cafer oğullarından, onun hepsini veya çok kısmını satın aldı .[725] En sonunda, onu Mısır Kahire Defterdarı İbrahim Bey, Sultan II. Selim'e hediye etti. III. Murad da, Hicrî 999 yılında, onu mescid tarzında yeniledi .[726] Dârü'l-Erkam'in son yapılı durumuna göre; Kapısı doğu tarafına açılır. Kapıdan, üzeri tavanlı, sekiz metre uzunluğunda, dört metre eninde bir sahanlığa girilir. Sahanlığın solunda, üzeri tavanlı, eni üç metreye yakın bir sofa bulunmaktadır. Ortadaki duvarın sağındaki kapıdan da, sekiz metre uzunluğunda ve bunun yansına yakın eninde, tabanı hasırla döşeli bir kulübeye girilmektedir.[727] Dârü'f-Erkam'm en son durumu Dârü'l-Erkam; günümüzde, Suudî Arabistan Krallığınca, Harem-i Şerif için yapılan çevre düzenlemesinde yıkılarak arası haremin arasına katilmiş .aslına rucu etmiştir.[728]
Nübüvvetin (Peygamberliğin) Beş Devresi, Davet ve İcabet Ümmetleri Davetin beş devresi olup, birinci devresi; nübüvvet (peygamberlik) devresidir. Davetin ikinci devresi; en yakın hısım ve akrabayı, âhiret azabıyla korkutup uyarma devresidir. Davetin üçüncü devresi; kendi kavmini âhiret azabıyla korkutup uyarma devresidir. Davetin dördüncü devresi; kendilerine daha önce âhiret azabıyla korkutup uyarıcı gelmemiş bulunan bütün Arap kavimlerini âhiret azabıyla korkutup uyarma devresidir. Davetin beşinci devresi; zamanın sonuna kadar, cinlerden ve insanlardan, kendilerine davet erişebilecek olanları âhiret azabıyla korkutup uyarma devresidir.[729] Ümmet; bir dinde veya bir zamanda, ya da bir yerde toplanmış olan her topluluğa denir.[730]Ümmet kelimesi, yalnız insan toplulukları için değil, yerde yürüyen hayvanlar, iki kanadıyla uçan kuşlar için de kullanılmıştır.[731] Mütercim Âsim Efendi de, Kamus tercemesinde şöyle der "Ümmet; kendilerine peygamber gönderilen cemaata denir; gerek iman eylesinler, (onlara) ümmet-i icabet ıtlak olunur; gerek iman eylem esinler ki (onlara) ümmet-i davet ıtlak olunur ve her kabileden bir cemaata denir ve hayvan cinsine denir."[732] Kâfirler ümmet-i icabet değil, ümmet-i davettirler.[733] Peygamberimiz Aleyhiselam, yalnız Araplara değil, bütün insanlara peygamber olarak gönder-ilmiştir.[734] Peygamberimiz (a.s.); Abdulmuttalib oğullarına yaptığı ilk hitabında da: "Ey Abdulmuttalib oğulları![735] Ben, özel olarak size, genel olarak da bütün insanlara peygamber gönderildim!" buyurmuştur.[736] Ehl-i Kitab olan Yahudilerin ve Hıristiyanların da, Peygamberimiz Muhammed (a.s.)ın risalet ve daveti dışında kalmadıkları da, Kur'ân-ı Kerîm'de şöyle açıklanmıştır "Ey Ehl-i Kitab! Peygamberlerin arası kesildiği bir zamanda, size (gerçekleri) apaçık söyleyip duran resûlümüz gelmiştir. Tâ ki 'Bize ne bir rahmet müjdecisi, ne de bir azap habercisi gelmedi1 (demenize meydan kalmasın!) İşte, size rahmet müjdecisi de, azap habercisi de geldi artık! Allah, herşeye hakkıyla kadirdir!"[737] Bunun içindir ki, Peygamberimiz (a.s.); Hıristiyan olan Rum kralı Herakliyus'a gönderdiği mektupta: "...Ben, seni İslâm davetiyle Müslümanlığa davet ediyorum! Müslüman ol, selameti bul da, Allah sana ecir ve mükâfatını iki kat versin! Eğer bu davetimi kabul etmezsen, yoksul çiftçilerin, teb'an olan bütün halkın günahı senin boynuna olsun!" 'De ki: 'Ey Kitaplılar! Geliniz: Aramızda ve aranızda eşit ve ortak olan bir kelimede birleşelim de, Allah'tan başkasına tapmayalım, O'na hiçbir şeyi eş, ortak tutmayalım. Allah'ı bırakıp da birbirimizi rab tanımayalım!' Buna rağmen, onlar bu davetten yüz çevirirlerse, 'Siz şahit olunuz ki: Bizler, muhakkak, Müslümanlarız!1 deyiniz!1 [Âl-i İmrân: 64] buyurmuştur."[738] Nübüvvetin ilk üç yıllık devresi, halkı İslâmiyete gizlice davetle geçmiş;[739] Peygamberimiz (a.s.) bu üç yıllık devrede Bir ve şeriksiz olan Yüce Allah'a iman ve ibadete, kendisinin de Allah'ın kulu ve resûlü olduğunu tasdike ve putlara tapmaktan vazgeçmeye halkı gizlice davetle meşgul o I muştur.[740] Şiryandan Peygamberimiz (a.s.)ın,[741] bir yandan da Hz. Ebu Bekir'in, yanına gelenleri Allah'a imana ve İslâmiyete daveti neticesinde,[742] erkeklerden kadınlardan birçok insan İslâmiyete girmiş, İslâmiyet Mekke'de halk arasında konuşulur olmuştu.[743]
Peygamberimiz (a.s.)ın En Yakın Hısımları Uyarışı ve Kendisine Yardıma Davet Edişi Hz. Ali der ki: "Sen, ilkin, en yakın hısımlarını inzar et, âhiret azabıyla korkut!1 (Şuarâ: 214) âyeti nazil olunca,[744] Resûlullah (a.s.) beni çağırdı .[745] 'Ey Ali! Yüce Allah'ın, en yakın hısımlarımı inzar etmemi emir buyurması bana çok ağır geldi, kaygı verdi.[746] Biliyorum ki, ben ne zaman kavmime bu işi açmaya kalksam, muhakkak, hoşuma gitmeyen birşeyle karşılaşacağımı göreceğim. Bunun üzerine, bir müddet sustum. Cebrail (a.s.) bana geldi de: 'Yâ Muhammedi Eğer sen Yüce Rabbinin sana emrettiği şeyi yapmayacak olursan, Rabbin sana azab edecektir!' dedi. Yâ Ali! Bize, bir sa1 (dört kocaman avuç dolduracak kadar) yemek yap ve üzerine de koyun budundan et koy! Bize bir kap da süt hazırla! Sonra, Abdulmuttalib oğullarını benim için topla![747] Onlarla bir konuşayım ve emrolunduğum şeyi kendilerine ulaştırayım' buyurdu. Resûlullah'ın bana emrettiği şeyi[748] yaptım. Abdulmuttalib oğulları Resûlullah'ın yanına toplandılar. Onlar, o gün, kırk kişi idiler.[749] Yahut, kırk kişiden ya bir eksik,[750] ya da bir fazla idiler.[751] Resûlullah'ın bütün amcaları, Ebu Talib, Hamza, Abbas ve Ebu Leheb de gelenler içinde bulunuyordu. Abdulmuttalib oğulları yanına toplandıkları zaman, Resûlullah (a.s.) beni çağırdı. Onlar için yaptığım yemeği getirmemi emretti. Getirip önüne koydum. Eti parçalayarak çanağın çevresine birer parça koyduktan sonra: 'Haydi yiyiniz, Bismillah!' buyurdu. Hepsi, ondan yediler ve tamamıyla doydular.[752] Varlığım Kudret Elinde bulunan Allah'a yemin ederim ki: Onların tümüne sunduğum yemeği,[753] onlardan bir tek adam bile yalnız başına yiyebilirdi! Bundan sonra, Resûlullah (a.s.): 'Yâ Ali! Onlara süt de iç ir!' buyurdu. Onlara süt kabını getirdim. Ondan da hepsi kanasıya içtiler. Vallahi, o kaptaki süt kadarını, onlardan bir tek adam bile yalnız başına içebilirdi ![754] Yemeğin ve sütün kalanları, sanki hiç el dokunulmamış, yenilmemiş, içilmemiş gibi idi![755] Resûlullah (a.s.) söze başlamak istediği sırada, Ebu Leheb: 'Şaşılacak şey! Arkadaşınız sizi büyük bir sihirle sihirledi![756] Doğrusu, biz, bugünkü gibi bir sihir hiç görmedik!1 dedi.[757] Sonra da, Resûlullah'a hitaben: 'Bunlar senin amcaların ve amcalarının oğullarıdır. Sen, onlara istediğini söyledin! Sen, dinden sapkınlığı bırak! İyi bil ki: Kavmin, senin için bütün Arap topluluklarına karşı koymayı göze alacak değildir. Bütün Kureyş kabileleriyle Araplar üzerlerine çullanmadan, ata oğullarının senin üzerinde durup seni haps ve esir etmeleri gerekir. Onların böyle yapmaları, kendilerine, ötekinden daha kolaydır. Ey kardeşimin oğlu! Ben; atanın oğullarına, gelirken senin getirdiğin gibi şer ve kötülük getiren bir kimse daha görmedim!' dedi.[758] Resûlullah'ın konuşmasına imkân vermedi. Dağıldılar.[759] Ebu Leheb'in sözü, Resûlullah'ın çok ağırına gitti. Resûlullah (a.s.), o mecliste susup hiç konuşmadı.[760] Bunun üzerine, Cebrail (a.s.) gelip, Allah'ın buyruğunu hemen yerine getirmesini, Resûlullah (a.s.)a emir ve tavsiye etti.[761] Kendisine bu hususta cesaret verdi.[762] Ertesi günü, sabahleyin Resûlullah (a.s.): 'Yâ Ali! O adam işittiğin sözlerle tez davranıp önüme geçti de, ben kavmimle konuşmadan onlar dağılıverdiler. Sen önceki akşam bizim için yapmış olduğun kadar, yine yiyecek içecek hazırla![763] Sonra onları yanıma topla!' buyurdu.[764] Yemeği yaptım. Sonra da, onlar Resûlullah için topladım.[765] Resûlullah (a.s.), yemeği getirmem için bana seslendi.[766] Resûlullah (a.s.), geçen akşam yaptığı gibi yaptı (Yani, eti parçalayıp yemek çanağının çevresine birer parça koyduktan sonra): 'Haydi yiyiniz, Bismillah!' buyurdu. Hepsi, ondan doyuncaya kadar yediler.[767] Resûlullah (a.s.): 'Haydi, onlara süt de içir!' buyurdu. Kendilerine, içi süt dolu kabı getirdim.[768] O kaptan da, hepsi, kanasıya kadar süt içtiler.[769] Vallahi, onların tümü için hazırladığım o yemeği de, o sütü de, onlardan bir tek adam bile yalnız başına yiyebilir, içebilirdi![770] Resûlullah (a.s.), onlara: 'Borcumu benim yerime hanginiz öder?' diye sordu. Ben sustum. Cemaat da sustu. Resûlullah (a.s.) sorusunu tekrarlayınca: 'Ben öderim yâ Rasûlallah!' dedim. Resûlullah (a.s.): 'Sen ödersin yâ Ali! Sen ödersin yâ Ali!' buyurdu.[771] (Diğer bir rivayete göre; Resûlullah (a.s.) onlara: "Benim borcumu benim yerime ödeyecek ve vaadlerimi yerine getirecek, Cennette benimle birlikte bulunacak, ev halkım içinde benim vekilim olacak kimdir?" diye sordu. Onlardan birisi: "Sen [kerem ve cömertlikte] denizsin! Sana bu hususta kim vekil olmaya güç yetirebilir?!" dedi. Resûlullah (a.s.) sorusunu tekrarlayınca, Hz. Ali: "Ben senin vekilin olurum!" dedi.[772] Bunun üzerine, Resûlullah (a.s.), ona: "Borcumu benim yerime sen ödeyecek ve vaadlerimi sen yerine getireceksin!" buyurdu.)[773] Bundan sonra, Resûlullah (a.s.) konuşmasını şöyle sürdürdü: 'Hamd, Allah'a mahsustur. Ben, O'na hamdederim. Yardımı da, O'ndan dilerim. O'na inanır, O'na dayanırım. Şüphesiz bilir ve bildiririm ki: Allah'tan başka ilâh yoktur. O, birdir; O'nun eşi, ortağı yoktur![774] Herhalde, otlak aramaya gönderilen kimse, gelip de ailesine yalan söylemez. Vallahi, ben (faraza) bütün insanlara yalan söylemiş olsam, yine, size karşı yalan söylemem! (Faraza) ben bütün insanları aldatmış olsam, yine, sizi aldatmam! Sizi Kendisine davet ettiğim Allah öyle bir Allah'tır ki, O'ndan başka hiçbir ilah yoktur! Vallahi, sizler, uyur gibi öleceksiniz! Uykudan uyanır gibi de, dirilecek ve bütün yaptıklarınızdan hesaba çekileceksiniz! İyiliklerinizin mükâfatını görecek, kötülüklerinizin de cezasını çekeceksiniz! Bunların sonucu ya temelli Cennette, ya da temelli Cehennemde kalmaktır![775] İnsanlardan, ilk inzar ettiğim kimseler, sizlersiniz![776] Ey Abdulmuttalib oğulları! Vallahi, Araplar içinde, benim size getirdiğim, dünya ve âhiretiniz için hayırlı olan şeyden daha üstününü ve hayırlısını kavmine getirmiş biryiğit bilmiyorum![777] Ben, sizi, dile kolay gelen, Mîzan'da ağır basan iki kelimeye davet ediyorum ki, o da: Allah'tan başka hiçbir ilâh olmadığına ve benim de Allah'ın kulu ve resûlü olduğuma şehadet etmeniz di r!768 Yüce Allah, sizi buna davet etmemi bana emir buyurdu.[778] Ey Abdulmuttalib oğulları! Ben, özel olarak size, genel olarak da bütün insanlara peygamber gönderildim! Siz, bu hususta, görmediğiniz mucizelerden bazısını da görmüş bulunuyorsunuz.[779] Üzerinde bulunduğum şeyde bana yardımcı ve kardeşim olmayı, Cennet kazanmayı hanginiz kabul eder?[780] Hanginiz, bu yolda kardeşim ve sahibim olmak üzere, bana bey'at eder?' buyurdu. Hiç kimse ayağa kalkmadı. Hemen, ben ayağa kal küm. Yaşça, oradakilerin en küçüğü idim. Resûlullah, bana: 'Sen, otur!1 buyurdu. Sorusunu üç kere tekrarladı. Her defasında, ben ayağa kalkıyordum. O da: 'Sen, otur!' buyuruyordu.[781] 'Yâ Rasûlallah! Bunların yaşça en küçükleri ve bacakça en inceleri olsam da, sana ben kardeş ve yardımcı olurum' dedim. Hepsi sustular.[782] Resûlullah (a.s.), sorularının üçüncüsünden sonra, elini elimin üzerine koydu[783] da: 'İçinizde, bu, benim kardeşim, vasîm ve vekilimdir. Onun sözlerini dinleyiniz ve kendisine itaat ediniz! Bu işe, amcamsız, amcamın oğlu varis oldu!1 buyurdu.[784] Davetliler gülüşerek ayağa kalktılar ve Ebu Talib'e: 'Bak! Sana, oğlunu dinlemeni emrediyor! Ona itaat et!' dediler.[785] Ebu Talib: 'Bırakınız onu! Amcasının oğlu, onun başını, hayırdan başka yana bükmez!' dedi.[786] Resûlullah (a.s.)a da: 'Bizim katımızda, sana yardım etmek kadar sevgili birşey yoktur. Öğütlerini benimseyip kabullendik. Sözlerini tamamıyla tasdik edip doğruladık! Bu toplananlar, senin atalarının oğullarıdır. Tabiî ki, ben de onlardan birisiyim! Senin istediğin şeye onlardan koşacak olanların, andolsun ki, en çabuğu, en hayırlısı da benden başkası değildir! Sen, emrolunduğun şeye devam et! Andolsun ki, etrafını kuşatıp seni korumaktan bir an geri durmayacağım! Nefsimi, Abdulmuttalib'in dininden ayrılmak hususunda bana boyun eğer bulmadım! Artık, ben, onun üzerinde öldüğü dinde öleceğim!1 dedi.[787] Ebu Leheb'den başka, hepsi de, yumuşak ve olumlu sözler söylediler.[788] Ebu Leheb ise: 'Ey Abdulmuttalib oğulları! Bu, vallahi, bir serdir, kötülüktür![789] Başkaları onun elini tutup bundan alıkoymadan önce, sizler onun ellerini tutup bundan alıkoyunuz! Eğer siz bugün ona boyun eğecek olursanız, zillete, hakarete uğrarsınız! Bunu korumaya kalkışacak olursanız, öldürülürsünüz!' dedi.[790] Peygamberimiz (a.s.)ın halası Safiyye binti Abdulmuttalib, Ebu Leheb'e: 'Ey kardeşim! Kardeşinin oğlunu ve onun dinini yardımsız, hor ve hakir bırakmak sana yakışır mı?! Vallahi, bilginler, öteden beri, Abdulmuttalib'in soyundan bir peygamberin çıkacağını haber veregelm işlerdir. İşte o peygamber budur!' dedi. Ebu Leheb: "Bu, andolsun ki, boşuna bir umuntudur! Zaten, kadınların sözleri erkeklere ayakbağı ve köstek mesabesindedir! Kureyş aileleri ve onlarla birlikte bütün Araplar ayaklandığı zaman, onlara karşı koyacak bizim ne gücümüz var? Vallahi, biz onların yanında bir lokmayız!' dedi. Ebu Talib ona: 'Ey korkak adam! Vallahi, biz, sağ oldukça, ona yardım edecek, onu savunacak ve koruyacağız!' dedi ve Peygamber (a.s.)a da: 'Ey kardeşimin oğlu! Rabbine davet etmek istediğin zamanı bilelim, silahlanıp seninle birlikte ortaya çıkarız!' dedi."[791]
Peygamberimiz (a.s.)ın Safâ Tepeciğinden Kureyşlilere Seslenişi "Sen, ilkin, en yakın hısımlarını inzar et!"[792] Yani, "küfürleri yüzünden üzerlerine azap inebileceğini hatırlatarak onları korkut, uyar!"[793] mealli âyet nazil olduğu zaman;[794] Resûlullah (a.s.), günlerden bir gün[795] Safa tepeciğine kadar gitti.[796] Orada, yüksekçe bir taşın üzerine çıktı.[797] Şehadet parmaklarını kulaklarına tıkadı. Yüksek sesle: [798] "Yâ Sabâhâh!*[799] Ey Kureyş cemaatı!" diyerek bağırdı.[800] "Kim bu seslenen?" diye sordular.[801] "Muhammed,[802] Safa tepesinden sesleniyor!" dediler.[803] Kureyş kabileleri içinde Peygamber (a.s.)a akraba olmayan bir kabile bulunmadığından,[804] Peygamber (a.s.) da kabile kabile bütün Kureyşlilere seslenmişti.[805] İşitenler, gelip Peygamberimizin karşısında toplandılar.[806] Gelemeyenler de, toplantının sebebini anlamak için, yerlerine adam gönderdiler.[807] Yanına gelen Kureyşliler Peygamber (a.s.)a: "Yâ Muhammedi Ne haber var?" diye sordular.[808] Peygamber (a.s.): "Benimle sizin haliniz, düşmanı görünce ailesini haberdar etmek için koşmaya başlayan ve düşmanın kendisinden önce ailesine yetişip zarar vermesinden korkarak 'Yâ Sabâhâh!1 diye bağıran bir adamın haline benzer.[809] Ne dersiniz? Ben, size şu dağın eteğinden[810] veya şu vadiden,[811] sizi yağmalamak isteyen[812] birtakım atlıların çıkıvereceğini, yahut akşama, sabaha, düşman baskınına uğrayacağınızı[813] haber verirsem, beni tasdik eder, doğrular mısınız?" diye sordu.[814] "Evet! Seni tasdik eder, doğrularız![815] Çünkü, biz seni bütün tecrübelerimizde doğru sözlü bulduk![816] Sen, bizim katımızda herhangi bir suçla suçlanmış bir kişi değilsin![817] Hakkındaki tecrübelerimizde, sende hiçbir yalana rastlamış değiliz!" dediler.[818] Bunun üzerine, Peygamberimiz (a.s.): "Öyle ise, ben sizi şiddetli bir azap önünde inzara, korkutup uyarmaya memurum:[819] EyAbdulmuttalib oğulları! Ey Abdi Menaf oğulları! EyZühre oğulları! EyfilanoğullarıL EyfilanoğullarıL diyerek birer birer Kureyş kabilesinin bütün ailelerine seslenip: "Yüce Allah; en yakın hısımlarımı azab ile korkutmamı bana emretti. Sizler 'Lâ ilahe illallah=Allah'tan başka hiçbir ilah yoktur1 demedikçe; ben size ne dünyada bir yarar, ne de âhirette bir nasip sağlayabilirim" buyurdu.[820] Peygamberimiz (a.s.)a atmak için eline bir taş alan Ebu l_eheb:[821] "Yuh sana! Sen, bugün, gelip de, bizi bunun için mi topladın?!" diyerek bağırdı.[822] Resûlullah (a.s.), hitap ve uyarısına şöyle devam buyurdu: "Ey Kureyş cemaatı! Kendinizi Cehennem ateşinden kurtarınız![823] EyKa'b b. Lüey oğulları! Kendinizi Cehennem ateşinden kurtarınız! Ey Mürre b. Ka'b oğulları! Kendinizi Cehennem ateşinden kurtarınız! EyAbduşşems oğulları! Kendinizi Cehennem ateşinden kurtarınız! Ey Abdi Menaf oğulları! Kendinizi Cehennem ateşinden kurtarınız! Ey Hâşim oğulları! Kendinizi Cehennem ateşinden kurtarınız! Ey Abdulmuttalib oğulları! Kendinizi Cehennem ateşinden kurtarınız![824] Ey Kureyş cemaatı! Kendinizi Allah'tan satın alınız! Ben, sizi Allah'ın azabından kurtarabilecek hiçbir şeye malik değilim .[825] Ey Abdi Menaf oğulları! Kendinizi Allah'tan satın alınız ![826] Ben, sizi Allah'ın azabından kurtarabilecek hiçbir şeye malik değilim ![827] Ey Abdulmuttalib oğulları! Kendinizi Allah'tan satın alınız! Ben, sizi Allah'ın azabından kurtarabilecek hiçbir şeye malik değilim .[828] Ey Abbas b. Abdulmuttalib! Ben, seni Allah'ın azabından kurtarabilecek hiçbir şeye malik değilim ![829] Ey Zübeyr b. Avvam'ın annesi! Resûlullah'ın halası Safiyye! Ey Muhammed'in kızı Fâtıma! Kendinizi Allah'tan satın alınız! Siz, benim malımdan, dilediğinizi benden isteyiniz! Fakat, ben sizi Allah'ın azabından kurtarabilecek hiçbir şeye malik değilim.[830] Şu kadar ki, sizlerin bir hısımlığınız var! Ben, hısımlık suyu ile sulayacağım!" buyurdu.[831] Bundan sonra, Resûlullah (a.s.): "Ey Fihr hanedanı!" diyerek seslendi. Ebu Leheb: "İşte, Fihr oğulları, yanındalar!" dedi. Resûlullah (a.s.): "Ey Galib hanedanı!" diyerek seslenince, Muharib b. Fihr oğullarıyla Haris b. Fihr oğulları, dönüp geri gittiler. Resûlullah (a.s.): "Ey Lüey b. Galib hanedanı!" diyerek seslenince, Teymü'l-Erdem b. Galib oğulları, dönüp geri gittiler. Resûlullah (a.s.): "Ey Ka'b hanedanı!" diyerek seslenince, Âmir b. Lüey oğullarıyla Avf b. Lüey oğulları, dönüp geri gittiler. Resûlullah (a.s.): "Ey Mürre b. Ka'b hanedanı!" diyerek seslenince, Adiyy b. Ka'b oğulları ile Husays b. Ka'b'ın iki oğlu olan Sehm ve Cumah oğulları dönüp geri gittiler. Resûlullah (a.s.): "Ey Kilab hanedanı!" diyerek seslenince, Teym b. Mürre oğullarıyla Mahzum b. Yakaza b. Mürre oğulları, dönüp geri gittiler. Resûlullah (a.s.): "Ey Kusayy hanedanı!" diyerek seslendiği zaman, Zühre oğulları, dönüp geri gittiler. Resûlullah (a.s.): "Ey Abdi Menaf oğulları!" diyerek seslenince, Abduddar oğulları ve onlarla beraber Esed b. Abduluzzâ b. Kusayy oğulları, dönüp geri gittiler. Ebu Leheb: "İşte, Abdi Menaf oğulları!" dedi. Resûlullah (a.s.): "Ey Hâşim hanedanı!" diyerek seslenince, Abdüşşems oğullarıyla Nevfel oğulları, dönüp geri gittiler. Orada, yalnız Abdulmuttalib oğulları kaldı. Ebu Leheb: "İşte, Hâşim oğulları toplanmış bulunuyorlar!?" dedi. Resûlullah (a.s.), onlara: "Ben, sizi 'Lâ ilahe illallâhu vahdehû lâ şerîke leh=Allah'tan başka hiçbir ilah yoktur! O, birdir! O'nun ortağı yoktur!' diyerek şehadet getirmeye davet ediyorum! Ben de, O'nun kulu ve resûlüyüm! Bunu böylece kabul ve ikrar ettiğiniz takdirde, sizin Cennete gireceğinize kefil olurum![832] Siz, Kıyamet günü iyi amellerinizle gelmez de dünyayı boyunlarınıza yüklenmiş olduğunuz halde gelirseniz, ben sizden yüz çeviririm (yüzünüze bakmam)! O zaman siz bana: 'Yâ Muhammedi' dersiniz. Ben ise, şöyle derim: [Resûlullah Aleyhisselarn "Şöyle derim" buyururken, yüzünü onlardan başka tarafa çevirdi. Siz, bana: 'Yâ Muhammedi' dersiniz. Ben ise, size şöyle derim. [Resûlullah (a.s.), "Şöyle derim" buyururken, yüzünü onlardan başka tarafa çevirdi.]"[833]
İslâmiyeti Mekke'de Yaymaya Çalışanlar ve Müslümanlıklarını Hiç Çekinmeden Açıklayanlar Peygamberimiz (a.s.)la yanında bulunan Müslümanlar İslâmiyeti açıkladıkları zaman, Mekke'de İslâmiyeti duymayan kalmadı. Hz. Ebu Bekir bir köşede, Saîd b. Zeyd bir köşede, Hz. Osman bir köşede, Ebu Ubeyde b. Cerrah bir köşede., halkı, İslâmiyete davet ve teşvik etmeye koyuldular.[834] Her tehlikeyi göze alarak, Müslümanlıklarını, herkesten önce şu yedi mücahit açıklamıştı: Resûlullah (a.s.), 1- Hz. Ebu Bekir, 2- Bilal-i Habeşî, 3- Mikdad b. Esved, 4- Suheyb b. Sinan, 5- Ammar b. Yâsir, 6- Sümeyye Hatun (Ammar b. Yâsir'in annesi).[835]
İslâmiyetin Mekke'de Açıklanışından Sonra Müslüman Olanlardan Bazıları 1- Peygamberimiz (a.s.)in halası Hz. Safiyye,[836] 2- Peygamberimiz (a.s.)ın halası Hz. Âtike,[837] 3- Peygamberimiz (a.s.)ın amcası Hz. Abbas, 4- Hz. Abbas'ın zevcesi Ümmü Fadl Hatun, 5- Hz. Abbas'ın âzadlısı Ebu Râfi1, 6- Amr b. Abese, 7- Ebu Zerri'l-Gıfârî. Ebu Râfi’ der ki: "Ben, Abbas b. Abdulmuttalib'in kölesi idim. İslâmiyet ev halkı içinde şayi olup, Abbas Müslüman oldu. Ümmü Fadl da Müslüman oldu. Ben de Müslüman oldum. Abbas; kavminden korkar ve onlara aykırı davranır görünmek istemez, Müslümanlığını gizlerdi. Çünkü, kendisi servet sahibi olup, serveti de kavminin üzerinde (veresiyede) dağınık bir halde bulunuyordu."[838]
Amr b. Abese'nin Müslüman Oluşu Amr b. Abese der ki: "Ben, Cahiliye devrinde, kavmimin putlarına tapmaktan yüz çevirmiştim. Tapılan putların boş olduğunu[839] görüyor,[840] insanların, puflara taptıkları için, dalâletten başka birşey üzerinde bulunmadıklarını anlıyordum .[841] Onlar birtakım taşlara tapıyorlardı ki, taş insana ne zarar, ne de yarar verebilirdi.[842] Putlara tapmanın boşluğu, içime doğmuştu.[843] Teymâ halkından,[844] Kitab Ehli olan bir zâta rastladım.[845] Ona: 'Ben; bir yere konup da yanlarında put bulunmayınca, içlerinden birisi giderek dört taş getiren, onlardan üçü ile tenceresine ocak çatan ve yakışıklı olan dördüncüsüne tapan, oradan göç edileceği zaman da onu orada bırakan, her konduğu yerde bulduğu daha yakışıklısına tapan kabile halkından bir kimseyim! İnsana ne yarar, ne de zarar veremeyen birşeyi put edinmenin bâtıl ve boş olduğunu sanıyorum. Sen, beni bundan daha hayırlısına kılavuzlasana!1 dedim.[846] O da: 'Mekke'den bir zât zuhur edecek, kavminin tapageldikleri putlardan yüz çevirip, halkı onlardan başkasına davet edecektir. Sen onu gördüğün, duyduğun zaman, ona hemen tâbi ol! Çünkü, o, dinin üstününü getirecektir!' dedi. Artık, o günden beri, Mekke'den her gelenin yanına vanp 'Mekke'de, olan biten birşey var mı?' diye sorardım. 'Birşey yok!' denilince,[847] ev halkımın yanına dönerdim. Ev halkım, yola uzak değil, yakındı. Mekke'den, deve üzerinde gelen kimselerin önlerine gerilip: 'Mekke'de, hadiselerden bir hadise var mı?' diye sordukça: 'Yok!' derlerdi. Ben, yine, bir gün yola oturmuştum. Deve üzerinde bir kimse çıkageldi. Ona: 'Nereden geliyorsun?' diye sordum. 'Mekke'den geliyorum' dedi. Ona: 'Orada, yeni bir haber var mı?' diye sordum. 'Evet, var![848] Mekke'de birzâtzuhur etti. Kavminin putlarından yüz çevirip, halkı onlardan başkasına iman ve ibadete davet ediyor!1 dedi. Hemen, ev halkımın yanına döndüm.[849] Devemin üzerine atlayıp Mekke'ye geldim.[850] Mekke'de, herzaman gelişimde indiğim yere indim. Onun nerede olduğunu sordum.[851] Bir de ne göreyim? Resûlullah (a.s.) gizlenmiş! Kavmi ise, ona karşı çok cüretli ve şiddetli davran m akta I ar. [852] Bana: 'Geceleyin, tavaf ettiği sıradan başka bir zamanda, onunla görüşmeye kadir olamazsın!' denildi. Bunun üzerine, Kabe'nin önünde yatıp uyudum. Kendisini, ancak tehlil sesiyle tanıyabildim. Hemen yanına vardım, kendisine selam verdim .[853] 'Sen, nesin?' dedim. 'Ben, peygamberim' buyurdu. 'Peygamber, ne demek?1 dedim. 'Resûlullah demektir1 buyurdu. 'Seni kim gönderdi?' diye sordum. 'Yüce Allah gönderdi' buyurdu. 'Seni ne ile gönderdi?' diye sordum. 'Bir olan Allah'a eş, ortak koşmaksızın ibadet etmek, Putları kırıp atmak, Akrabaya yardım etmek,[854] Kan dökmemek, Yol güvenliğini sağlamak., vazifesiyle gönderdi' buyurdu. 'Sen ne güzel şeylerle gönderilmişsin! Ben sana iman, ve senin getirdiklerini tasdik ediyorum ![855] Uzat elini, bey'at edeyim sana!' dedim. Elini uzattı. Kendisine, İslâmiyet üzerine, bey'at ettim.[856] 'Senin yanında, bu hususta sana yardımcı kimler var?' diye sordum. 'Bir hür ile bir köle' buyurdu.[857] O sırada, yanında, Ebu Bekir b. Ebi Kuhâfe ile Ebu Bekir'in azadlı kölesi Bilal bulunuyordu.[858] 'Sana ben de tâbi oluyorum!' dedim.[859] 'Yanında kalayım mı? Yoksa, ev halkımın yanına döneyim mi? Ne buyurursun?' diye sordum.[860] 'Sen, şu gününde, bunu yapamazsın.[861] Benim yanımda kalamazsın![862] Benim durumumu,[863] Allahtan getirip tebliğ ettiğim şeylere karşı[864] İnsanların[865] tutumunu,[866] nasıl katı ve kötü[867]davrandıklarını görmüyor musun?! Sen şimdi ev halkının yanına dön! Onların yanında otur! Benim gideceğim yere gittiğimi işittiğin zaman, yanıma gel! Bana tâbi ol!' buyurdu. Bunun üzerine, dönüp ev halkımın yanına gittim."[868] Allah ondan razı olsun![869]
Ebu Zerri'l-Gıfârî'nin Müslüman Oluşu Ebu Zerri'l-Gıfârî; Amr b. Abese ile, bir anadan doğma kardeş idiler.[870] Kendisi, Cahiliye devrinde, putlara tapmazdı.[871] "Ben kavmimin tapageldikleri putlardan yüz çevirmiştim!" dediği zaman, Abdullah b. Abbas: "Senin taptığın ne idi?" diye sormuştu. Ebu Zerri'l-Gıfârî: "Hiçbir şey değildi!" demiştir.[872] Mekke halkından bir adam, bir gün Ebu Zerri'l-Gıfârîye: "Mekke'de bir zât, senin dediğin gibi 'Lâ ilahe illallah=Allah'tan başka ilah yoktur1 diyor ve kendisinin peygamber olduğunu söylüyor" diye haber vermişti. Ebu Zerri'l-Gıfârî: "O, kimlerdendir?" diye sorunca, Mekkeli adam: "Kureyş'tendir!" demişti.[873] Ebu Zerri'l-Gıfârî der ki: "Ben Gıfâr kabilesinden bir adamdım. 'Mekke'de bir zât zuhur etmiş, kendisinin peygamber olduğunu söylüyormuş' diye, bize bir haber erişince.[874] Yüce Allah daha o zaman kalbime İslâmiyet sevgisini düşürdü.[875] Kardeşim Üneys'e: 'Hayvanına bin! Şu vadiye doğru git! Kendisine gökten haber geldiğini söyleyen[876] o zât ile konuş![877] Kendisinin söyledikleri şeyleri dinle![878] Kendisi hakkında benim için bilgi edin![879] Haberi bana getir!' dedim.[880] Kardeşim[881] Üneys, Mekke'ye kadar[882] gitti.[883] Onunla buluştu.[884] Kendisinin söylediklerini dinledikten sonra, dönüp[885] yanıma geldi.[886] Ona: 'Ne yaptın?[887] Ne haber var sende?' diye sordum.[888] 'Mekke'de, senin dininde bir zâta rastladım ki, kendisini Allah'ın gönderdiğini söylüyor' dedi. 'Halk, onun hakkında ne söylüyor?' diye sordum. 'Şair, kâhin, sihirbaz diyorlar!' dedi. Üneys, şair kişilerdendi. O: 'Ben, doğrusu, kâhinlerin sözünü dinledim. Onun söylediği, kâhinlerin sözü değil! Onun sözünü şiirin her çeşidine de tatbik ettim.[889] Vallahi,[890] benden sonra[891] ona şiir demeye kimsenin dili varamaz! Vallahi, o muhakkak sadıktır. Onlar ise, muhakkak yalancıdırlar![892] Vallahi, ben öyle bir zât gördüm ki; hayrı ,[893] iyiliği, ahlâkîfaziletleri[894] emrediyor, serden, kötülükten de sakındınyor.[895] Onu ahlâkî faziletleri emrederken ve öyle bir söz söylerken gördüm ki, o söz sihir değildir1 dedi.[896] Vallahi, ben kardeşim Üneys'ten daha üstün bir şair duymadım![897] Kardeşime: 'Sen bana bu hususta arzu ettiğim, gönlüme şifa verir, müşkillerimi giderir bir haber getimnedin![898] Kendim gidip onu görürüm' dedim. Üneys: 'Olur! Fakat, sen Mekke halkından sakıma ol! Çünkü, onlar ona karşı son derecede kin besliyorlar. Hep surat asıp duruyorlar' dedi.[899] Hemen, azık dağarcığımı, su tulumumu yüklendim.[900] Elime bir asâ alıp yola düştüm, Mekke'ye ulaştım. Resûlullah'ı şahsen tanımıyor, başkasından sormayı da uygun bulmuyor, Mescid-i Haram'da bulunuyor ve Zemzem suyundan içip duruyordum .[901] O sırada, yanıma Ali b. Ebi Talib uğradı ve: 'Şu adam herhalde garîbdir, sanırım1 dedi. Ona: 'Evet! Garibim' dedim. Bana: 'Öyle ise, kalk, benimle birlikte bizim eve git!' dedi. Onunla birlikte gittim. Ne o bana birşey sordu, ne de ben ona birşey haber verdim. Sabaha çıkınca, Resûlullah'ı sormak için, kuşluk vakti Mescid-i Haram'a gittim. Fakat, hiç kimse onun hakkında bana bir haber vermedi. Yine, Ali bana uğradı da: 'Bu adam için, daha yerini öğrenmek zamanı gelmedi mi?!' dedi. Ben: 'Hayır!' dedim. Ali: 'Öyle ise, gel, benimle birlikte bizim eve git!' dedi. Evlerine varınca, bana: 'Senin işin nedir? Sen bu şehre ne için geldin?1 diye sordu. Ona: 'Gizli tutacağına[902] ve işim hakkında bana kılavuzluk edeceğine[903] söz verirsen, sana haber veririm' dedim. 'Öyle yaparım1 deyince: 'Bize erişen habere göre; burada bir zât çıkmış, kendisinin peygamber olduğunu söylüyormuş![904] Onunla konuşması,[905] ondan işittiklerini ezberleyip bana haberini getirmesi için,[906] kardeşimi göndermiştim.[907] Kardeşim bana gönlüme şifa verecek bir haber getirmedi.[908] Kardeşimin getirdiği haber gönlüme şifa vermediği için,[909] onunla kendim buluşup konuşmak üzere[910] geldim'[911]dedim. Bunun üzerine, Ali bana: 'Sen, geldiğine isabet ettin, akıllılık etfin![912] Bu zât Allah'ın resûlüdür, hak peygamberdir![913] Sabahladığın vakit, sen beni takip et! Ben senin için korkulacak bir şey görürsem[914], ya ayakkkabımı düzeltiyormuşumgibi duvara doğru yönelir dururum;[915] ya da, döküyormuşum gibi yaparım.[916] Sen, durup beni bekleme, git![917] Ben geçip gidersem, sen arkamdan gel ve benim girdiğim yere sen de gir!' dedi.[918] O, gitti, ben de gittim. Nihayet, o, Peygamber (a.s.)ın huzuruna girdi. Ben de kendisiyle birlikte girdim.[919] 'Esselâmü aleyke yâ Rasûlallah!' diyerek onu ilk kez İslâm selâmı ile ben selamladım.[920] Bana: 'Sen, kimsin?' diye sordu. 'Gıfâr oğullarından bir adamım' dedim.[921] Kendisine: 'Yâ Muhammedi Sen insanları nelere davet ediyorsun?' diye sordum. Resûlullah: 'Bir olan ve hiçbir şerîki olmayan Allah'a imana ve putları gidermeye ve benim de Resûlullah olduğuma şehadet etmeye davet ediyorum' buyurdu.[922] 'Bana İslâmiyeti (nasıl Müslüman olunacağını) bildir!' dedim. Bildirince, hemen oracıkta Müslüman oldum.[923] 'Eşhedü en lâ ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abduhû ve rasûlüh=Şehadet ederim ki, Allah'tan başka hiçbir ilah yoktur ve yine şehadet ederim ki, Muhammed, Allah'ın kulu ve resûlüdür1 diyerek şehadet getirdim.[924] Resûlullah (a.s.)ın yüzünde sevinç belirdiğini gördüm.[925] Resûlullah (a.s.): 'Ey Ebu Zer! Sen şimdi bu işi Mekkelilenden gizli tut, memleketine dön, git!' buyurdu.[926] 'Yâ Rasûlallah! Ben dinimi açıklamak istiyorum' dedim.[927] Resûlullah (a.s.): 'Ben senin hakkında Mekkelilenden endişe ediyorum![928] Öldürülürsün, diye korkuyorum' buyur-du.[929] 'Yâ Rasûlallah! Ben öldürüleceğimi bilsem de, bunu muhakkak yapacağım' dedim. Resûlullah (a.s.), sustu.[930] 'Seni hak dinle peygamber gönderen,[931] varlığım Kudret Elinde bulunan Allah'a[932] yemin ederim ki,[933] Mescid-i Haram'da,[934]onların arasında bunu[935] İslâmiyeti[936] bağıracağım![937] İslâmiyeti haykırarak açıklamadıkça yurduma dönüp gitmeyeceğim' diyerek,[938] Kureyşlilerin Mescid-i Haram'da halkalandıkları, konuştukları sırada[939] Mescid-i Haram'a varıp yüksek sesle:[940] 'Ey Kureyş cemaatı![941] Eşhedü en lâ ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abduhû ve rasûlüh=Şehadet ederim ki, Allah'tan başka hiçbir ilah yoktur ve yine şehadet ederim ki, Muhammed Allah'ın kulu ve resûlüdür!' diyerek bağırdım.[942] Müşrikler: 'Adam sapıttı! Adam sapıttı ![943] Kalkınız yürüyünüz şu Sâbiî'nin üzerine!'diyerek silkinip kalkıverdil-er, beni öldüresiye[944] dövdüler, yere serdiler.[945] O sırada, Abbas b. Abdulmuttalib yetişip üzerime kapandı ve onlara: 'Yazıklara olsun size! Siz Gıfâr kabilesinden bir adamı öldürüyorsunuz da,[946] onun Gıfâr kabilesinden olduğunu ve tüccarlarınızın Şam'a giden yolunun bunların yurdundan geçtiğini bilmiyorsunuz!?[947] Ey Kuneyş cemaatı! Sizler tüccarsınız! Ticaret yolunuz da Gıfâr yurdunun üzerindedir! Yoksa, siz ticaret yolunuzun kesilmesini mi istiyorsunuz?'[948] diyerek çıkışınca, üzerimden çekildiler,[949]başımdan dağıldılar.[950] Ertesi günü, sabahleyin, yine, Mescid-i Haram'a vardım. Dünkü söylediğimin aynını tekrar söyledim. Onlarda: 'Kalkınız, yürüyünüz şu Sabiı'nin üzerine!' diyerek kalkıverdiler. Dünkü gibi, yine, öldüresiye[951] dövdüler ve yere serdiler. O sırada, yine Abbas yetişip, onlara dün söyledikleri gibi söyleyince, bıraktıIar.[952] Beni öldürdüklerini sandılar. Kalkıp Resûlullah (a.s.)ın yanına vardım. Resûlullah (a.s.), halimi görünce: 'Ben seni men etmemiş miydim?' buyurdu. 'Yâ Rasûlallah! Bu, kalbimde bir istekti. Ben de onu yerine getirdim1 dedim. Bir müddet, Resûlullah (a.s.)ın yanında bulundum.[953] 'Ey Allah'ın Peygamberi! Sen ne yapmamı bana emredersin?[954] Yâ Rasûlallah! İstediğini bana emret!' dedim .[955] Resûlullah (a.s.): 'Emrim sana gelince, onu kavmine haber ver, tebliğ et![956] Ortaya çıkışımızın haberi sana eriştiği zaman, yanıma gel!' buyurdular."[957] Bunun üzerine, Ebu Zerri'l-Gıfârî: "Yâ Rasûlallah! Şimdi ben ev halkımın yanına döneceğim! Senin savaşla memur olacağın zamana kadar bekleyecek, o zaman, gelip yanına katılacağım!" dedi. Peygamberimiz (a.s.), ona: "İyi edersin, hemen dön, git!" buyurdu.[958] Allah ondan razı olsun![959]
Peygamberimiz (a.s.)ın Tevhid Akidesini Yaymaya Koyuluşu Peygamberimiz (a.s.)ın amcası Ebu Talib; zengin olmamasına rağmen, Kureyşîlerin seyyi-di, ulu kişisi ve şereflisi idi. Kendisinin sözü dinlenir, emirlerine karşı gelmekten çekinilirdi.[960] Ebu Talib Amca, babası Abdulmuttalib'in vasiyyeti üzerine, Peygamberimiz (a.s.)ı sekiz yaşında iken yanına alıp, onu kendi çocuklarından ziyade üzerine titreyerek büyütmüş;[961] ve yirmibeş yaşında bulunduğu sırada da Hz. Hatice ile evlendirmek suretiyle, ona karşı babalık ve hâmilik vazifesini gereği gibi yerine getirmişti.[962] Yüce Allah'ın buyruğunu yerine getirmek için yardım istediği sırada da,[963] Abdulmuttalib oğulları arasında, yalnız o, Peygamberimiz (a.s.)a: "Etrafını kuşatıp seni korumaktan bir an geri durmayacağım!" diyerek, İslâm dâvasında da kendisini destekleyeceğine kesin söz vermiş bulunuyordu.[964] Ebu Talib Amca Peygamberimiz (a.s.)ın üzerine böyle olanca şefkatiyle eğildiği ve yanıbaşına dikilerek onu koruduğu zaman, Peygamberimiz (a.s.), Yüce Allah'ın "Şimdi, sen, ne ile emrolunuyorsan apaçık bildir! Müşriklere aldırış etme!" buyruğuna uyarak,[965]vazifesini açıkça yerine getirmeye;[966] gecede gündüzde, açıkta gizlide., halkı tevhid akidesine davete koyuldu. Kendisini bundan ne bir döndürücü döndürebildi, ne bir engelleyici engelleyebildi. Hac mevsimlerinde; halkın toplu bulundukları yerleri durmadan dolaşarak, rastladığı herkesi,-hür köle, zayıf kavi, zengin fakir-ayırt etmeden, Allah'ın birliğine inanmaya davet ve teşvik etti.[967] Peygamberimiz (a.s.) müşriklerin tapmakta oldukları puflarını yermeye başladığı[968] ve putlara taparak küfür ve dalâlet üzerinde ölüp gitmiş olan baba ve atalarının da[969] Cehenneme atıldıklarını,[970] helak olduklarını[971] açıkladığı zaman, Kureyş müşrikleri Peygamberimiz (a.s.)a suratlarını astılar.[972] Peygamberimiz (a.s.)ı ve söylediklerini, red ve inkâr ettiler. Peygamberimiz (a.s.)a karşı koymak ve düşmanlık beslemek hususunda birieştiler.[973] Fakat, Peygamberimiz (a.s.)ın amcası Ebu Talib'in kendi dinlerine bağlılıkta devamı,[974] onun aralarındaki saygınlığı,[975] kendisini Peygamberimiz (a.s.) üzerindeki koruyucu ve kol-layıcılığı, onların Peygamberimiz (a.s.)ın üzerine yürüyüvermelerini engellemekte idi.[976]
[2] İbn İshak.İbn Hişam, Sine, c. 1, s. 226, 228, İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 1, s. 160-161, Ebu Nuaym, Delâilü'n-nübüvve, c. 1, s. 81 -82, Beyhakî, Sünenü'l-kübrâ, c. 9, s. 114, Zehebî, Târihu'l-İslâm , s. 123-124.
[5] İbn Sa'd, Tabakât, c.1, s. 224, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 2, s. 294, Ebu'l-Ferec İbn Cevzî, el-Vefâ, c.1, s. 161, Ebu'l- Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 3. s. 5.
[6] İbn Sa'd, Tabakât, c. 1, s. 224, Ahm ed b. Hanbel, Müsned, c. 2, s. 294, Belâzurî, Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 104, Ebu'l-Ferec İbn Cevzî, el-Vefâ, c. 1, s. 161 , Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 3, s. 5, Diyarbekrî, Hamis, c. 1, s. 280.
[7] İbn Sa'd, Tabakât, c. 1 ,s.195, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1, s. 312.
[8] İbn İshak, İbn Hişam, Sire, c. 1, s. 250, İbn Sa'd, Tabakât, c. 1, s. 157, Belâzurî, Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 104, Taberî, Târîh, c. 2, s. 204, Beyhakî, Delâil.c.2, s. 146, Ebu'l-Ferec İbn Cevzî, el-Vefâ, c.1 , s. 161, Zehebî, Târıhu'l-İslâm , s. 129-130.
[9] Zürkânî, Mevâhibu'l-ledünniye Şerhi, c. 1, s. 219.
[10] İbnEbf Şeybe.Musannef, c. 11, s.464, Ahmed b. Hanbel,Müsned.c. 5,s. 59, Müslim ,Sahîh, c. 4, s. 1732,Tirmizî, Sünen, c. 5, s. 593, Dârimî, Sünen, c. 1, s. 19, Ebu Nuaym, Delâilü'n-nübüvve, c. 2, s. 397, Süheyli, Ravdu'l-ünüf, c. 2, s. 388, Ebu'l-Ferec İbn Cevif, el-Vefâ, c. 1, s. 161, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 1, s. 83, 89, Zehebî, Târîhu'l-İslâm, s. 125, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 3, s. 5.
[11] Süheyli, Ravdu'l-ünüf, c. 2, s. 388, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 1, s. 361.
[12] Diyarbekrî, Hamis, c. 1, s. 220, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 1, s. 361.
[13] Diyarbekrî, Hamis, c. 1, s. 221. M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayınları: 1/153-155.
[14] İbn Sa'd, Tabak âtü'l-k übrâ, c. 1 , s. 41 0412, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1, s. 89, 96,117, 127, Tirmizî, Sünen, c. 5, s. 598, 600, Belâzurî, Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 386, Taberî, Târih, c. 3, s. 185, 186, İbn Esîr, Câmiu'l-usûl, c. 12, s. 11, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 30 5, Zehebî, T ârîhu 'l-İslâm, s. 4 34, 435.
[15] İbn Sa'd, Tabakâtü'l -k übrâ, c. 1, s. 422-423, Ebu Nuaym, Delâilü'n-nübüvve, c. 2, s. 628-629, Beyhakî, Delâilü'n-nübüvvıe, c. 1, s. 286-287, Kadı Iyaz, eş-Şifâ, c. 1 , s. 117-118, Ebu'l-Ferec İbn Cevzî, el-Vefâ, c. 1, s. 387401 , Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 6, s. 31-32.
[21] İbn Sa'd, Tabakâtü'l-Kübrâ, c. 1, s. 230-231, Hâkim , Müstedrek, c. 3, s. 9-10, E bu Muaym, Delâilü'n-nübüvve, c. 2, s. 338, Beyhakî, Delâilü'n-nübüvve, c. 1, s. 279. M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayınları: 1/155-158.
[22] İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 1, s. 194, Tirmizî, Sünen, c. 5, s. 591, Belâzurî, Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 104, İbn Kuteytoe, Kitâbu'l-maarif, s. 66, Taberî, Târih, c. 2, s. 202, Mes'ûdf, Murûcu'z-zeheb, c. 2, s. 282, İbn Abdilbeır, İstiâb, c. 1, s. 35, Beyhakî, Delâilü'n-nübüvve, c. 2, s. 135, İbn Hazm, Cevâmiu's-Sîre, s. 5, Begavi, Mesâbîhu's-sünne, c. 2, s. 174, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 46, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 1 , s. 82, İbn Kayyım, Zâdu'l-mead, c. 1 , s. 33, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 3, s. 4, Heysemî, Mecmau'z-zeyâid, c. 8, s. 257.
[23] İbn İshak, İbn Hişam, Sine, c. 1, s. 246, Tirmizî, Sünen, c. 5, s. 596, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 1, s. 82, Halebî, İnsânu'l- uyûn, c. 1, s. 377.
[24] İİbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 1, s. 249, 250, Abdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 321, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 6, s. 232- 233, İbn Sa'd, Tabakât, c. 1, s. 194, Buhârî, Sahih, c. 1, s. 3, Müslim , Sahîh, c. 1, s. 139-140, Tirmizî, Sünen, c. 5, s. 596, Belâzurî, Ensâbu'l-eşraf, c. 1, s. 105, Taberî, Târîh, c. 2, s. 205, E bu Nuaym, Delâilü'n-nübüwe, c. 1, s. 213, Beyhakî, Sünenü'l-kübrâ, c. 9, s. 6, Vâhidî, Esbâbu'n-nüzûl, s. 5, Süheyli, Ravdu'l-ünüf, c. 2, s. 392, Begavi, M esâbıhu's-sünne, c. 2, s. 174, Ebu'l-Ferecİbn Cevzî, el-Vefâ, c. 1 , s. 162, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 48, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 1, s. 82, İbn Kayy,m, Zâdu'l-mead, c. 1 , s. 33, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 3, s. 2, İbn Haldun, Târîh, c. 2, ks. 2, s. 6.
[25] İbn İshak, Kitâbu'l-mübtedâ ve'l-meb'as, c. 2, s. 100, İbn Sa'd, Tabakât, c. 1, s. 1 94, Tirmizî, Sünen, c. 5, s. 596.
[26] Süheyli, Ravdu'l-ünüf, c. 2, s. 433, İbn Kayyım, Zâdu'l-mead, c. 1, s. 33, Bedrüddin Aynî, Umdetu'l-Kârî, c. 24, s. 131, İbn Hacer, Fethu'l-Bârî, c. 12, s. 313, 321, Diyarbekrî, Hamis, c. 1, s. 280, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 1, s. 278, Zürkânî, Mevâhibu'l-ledün- niye Şerhi, c. 1, s. 207.
[28] Abdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 321, İbn Sa'd, Tabakât, c. 1, s. 184, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c.3, s. 377, c. 6, s. 232, Buhârî, Sahih, c. 1, s. 3, Müslim, Sahih, c. 1, s. 140, Tirmizî, Sünen, c. 5, s. 596, Belâzurî, Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 105, Taberî, Târih, c. 2, s. 205, Ebu Nuaym, Delâil, c. 1, s. 213, Beyhakî, Delâil, c. 2, s. 135, Vâhidî, Esbâbu'n-nüzûl, s. 5, Begavi, Mesâbıhu's-sünne, c,2,s.174,Ebu'l-Ferecİbn Cevzî, el-Vefâ, c. 1, s. 162, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 63, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c.3, s. 2, İbn Haldun, c. 2, ks. 2, s. 6.
[29] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 1, s. 250, Beyhakî, Sünenü'l-kübrâ, c. 9, s. 6, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 1, s. 82.
[30] İbn İshak, İbn Hişam , Sîre, c. 1, s. 250, İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 1, s. 194, Tirmizî, Sünen, c. 5, s. 596, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 1, s. 82, Halebî, İ nsânu'l-uyûn, c. 1, s. 381.
[31] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 1, s. 250, Belâzurî, Ensâbu'l-eşrâf, c. 1 , s. 104, Taberî, Târîh, c. 2, s. 204, Ebu'l-Ferec İbn Cevzî, el-Vefâ, c.1, s. 161.
[32] Gazalf, el-M unkizu mine'd-dalâl, s. 33. * Hira: Mekke'nin yukarı ta rafın dan, Mekke'ye 3 mil uzaklıkta (Yakut, Mu'cemu'l-büldân, c. 2, s. 233, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 3, s. 5), otsuz ve susuz bir dağdır (Yakut, Mu'cemu'l-büldân, c. 2, s. 233).
[33] İbn İshak, İbn Hişam , Sîre, c. 1, s. 252, Taberî, Târîh, c. 2, s. 206, Beyhakî, Delâilü'n-nübüvve, c. 2, s. 147, Ebu'l-Ferec İbn Cevzî, el-Vefâ, c. 1, s. 165, İbn Hacer, Fethu'l-bân, c. 12, s. 31 2.
[34] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 1, s. 252, Beyhakî, Delâilü'n-nübüvve, c. 2, s. 147, Ebu'l-Ferec İbn Cevzî, el-Vefâ, c. 1, s. 165.
[35] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 1, s. 252, Taberî, Târîh, c. 2, s. 206, Ebu'l-Ferec İbn Cevzî, el-Vefâ, c. 1, s. 166, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 1, s. 86.
[36] Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 3, s. 5.
[37] Abdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 321, Ebu Nuaym, Delâilü'n-nübüvve, c. 1, s. 213,Beyhakî, Delâilü'n-nübüvve, c. 2, s. 135, Zehebî, Tânhu'l-İslâm, s. 117, Kastalani, Mevâhibu'l-ledünniye, c. 1, s. 51 , Diyarbekrî, Hamis, c. 1, s. 281.
[38] İbn Sa'd, Tabakât, c.1, s. 196, Buhârî, Sahih, c. 1, s. 3, Müslim, Sahih, c.1, s. 140, Belâzurî, Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 105, Beyhakî, Sünen, c. 9, s. 6, Begavi, Mesâbıhu's-sünne, c. 2, s. 174, İbn Seyyid, Uyun, c. 1, s. 84, Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 2.
[39] İbn İshak, Kitâbu'l-mübtedâ ve'l-meb'as, c. 2, s. 54, İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 1, s. 153, Taberî, Târih, c. 2, s. 195, Ebu Nuaym, Delâilü'n-nübüvve, c. 1, s. 169, Beyhakî, Delâilü'n-nübüvve, c. 2, s. 28, İbn Asâkir, Târih, c. 1, s. 271, Ebu'l-Ferec İbn Cevzî, el -Vefa, c. 1 , s. 133, İ bn Se yyid, U yû nu'l-eser, c. 1, s. 42, Zeheb f, T ârıhu'l -İ slâ m, s. 59, E b u'l-F idâ, el -B idâye ve'n -ni hâye, c. 2, s. 284, Suyûtî, Hasâisü'l-kübrâ, c. 1, s. 2209, Diyarbekrî, Hamis, c. 1 , s. 258, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 1, s. 194.
[40] Abdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 321 -322, İbn Sa'd, Tabakât, c. 1, s. 194, Ahm ed b. Hanbel, Müsned, c. 6, s. 233, Buhârî, Sahih, c. 1, s. 3, Müslim, Sahih, c. 1, s. 140, Belâzurî, E nsâbu'l-esrâf, c. 1, s. 105, Ebu Nuaym, Delâil, c. 1, s. 213, Beyhakî, Sünenü'l- kübrâ, c. 9, s. 6, Vâhidî, Esbâbu'n-nüzûl, s. 5, Begavi, Mesâbîhu's-sünne, c. 2, s. 174, İbn Seyyid, Uyun, c. 1, s. 84,Zehebî, Târîhu'l- İslâm, s. 117, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 3, s. 2, Kastalani, c. 1, s. 51, Diyarbekrî, Hamis, c. 1, s. 281, Halebî, İnsânu'l- uyûn, c. 1, s. 381.
[46] Abdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 321 -322, İbn Sa'd, Tabakât, c. 1, s. 194, Ahm ed b. Hanbel, Müsned, c. 6, s. 233, Buhârî, Sahih, c. 1 , s. 3, Müslim, Sahih, c. 1, s. 140, Belâzurî, Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 105, Ebu Nuaym, Delâil, c. 1, s. 213, Beyhakî, Sünen, c. 9, s. 6, Vâhidî, Esbâbu'n-nüzûl, s. 5, Begavi, Mesâbih, c. 2, s. 174, İbn Seyyid, Uyun, c. 1, s. 84, Zehebî, Târihu'l-İslâm, s. 117, Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 2, Kastalani, M evâhibu'l-ledünniye, c. 1, s. 51, Diyarbekrî, Hamis, c. 1, s. 281, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c . 1, s. 381 .
[47] Bedrüddin Aynî, Umdetu'l-Kârî, c. 24, s. 128, İbn Hacer, Fethu'l-Bârî, c. 12, s. 12, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 1, s. 381 , Zürkânî, Mevâhibu'l-ledünniye Şerhi, c. 1, s. 211.
[48] Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 1, s. 381. * Hz. Ali'den rivayet olunduğuna göre, Peygamber (a.s.)a: "Senin hiç puta taptığın oldu mu?" diye sorulunca; "Hayır!" buyurmuştur. "Senin hiç içki içtiğin oldu mu?" diye sorduklarında da, Peygamber (a.s.): "Hayır! Ben, daha 'Kitap nedir? İman nedir?' bilmezken bile, puta tapan, içki içenlerin küfür üzerinde olduklarını bilir dururdum!" buyurmuştur. (Ebu Nuaym'ı n Delâil'inden ve İbn Asâkir'den naklen Suyûtî, Dürru'l-mensûr, c. 6, s. 13).
[50] İbn İ shak, Kitâbu'l-mübtedâ ve'l-m eb'as, c. 3, s. 112, Belâzurî, E nsâbu'l-eşrâf, c.1 , s. 105-106, Beyhakî, Delâilü'n-nübüvve, c. 2, s. 158, Süheyli, Ravdu'l-ünüf, c. 2, s. 407-408, Muhibbü't-Taberî, Rıyâdu'n-nadrâ, c. 1, s. 78, Kurtubf, Tefsîr, c. 1, s. 115, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 1, s. 83.
[51] Beyhakî, Delâilü'n-nübüvve, c. 2, s. 165, Zehebî, T ârıhu'l-İsla m, s. 137.
[52] İbn İshak, Kitâbu'l-mübtedâ ve'l-meb'as, c. 3, s. 112, Belâzurî, Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 106, Beyhakî, Delâilü'n-nübüvve, c, 2, s. 158, Süheyli, Ravdu'l-ünüf, c. 2, s. 408, Muhibbü't-Taberî, Rıyâdu'n-nadrâ, c. 1, s. 78-79, Kurtubf, Tefsîr, c. 1, s. 11 5, İ bn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 1, s. 83-84, Bedrüddin Aynî, Umdetu'l-Kârî, c. 1, s. 64.
[54] İbn İshak,Kitâbu'l-mübtedâ ve'l-meb'as, c. 3, s. 112, Beyhakî, Delâil, c. 2, s. 165, Süheyli,Ravd, c. 2, s. 408, Kurtubf,Tefsîr, c. 1, s. 115, İbn Seyyid, Uyun, c. 1, s. 84, Bedrüddin Aynî, Umdetu'l-Kârî, c. 1, s. 64, Kastalani, Mevâhib, c. 1, s. s. 53-54, Zürkânî, Mevâhib Şerhi, c. 1, s. 221.
[55] İbn İshak, Kitâbu'l-mübtedâ ve'l-meb'as, c. 3, s. 112-113, Belâzurî, Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 106, Süheyli, Ravdu'l-ünüf, c. 2, s. 408, Kurtubf, Tefsîr, c.1, s. 115-116, Bedrüddi n Aynî, Um detu'l -k ârf, c. 1, s. 6 4, Ka stal ânf, M e vahi bu'l -I edünni ye, c. 1, s. 54.
[56] Ebu Nuaym'dan naklen E bu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 3, s. 4, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 1, s. 377.
[57] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 1, s. 249-250, Abdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 321, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 6, s. 232- 233, İbn Sa'd, Tabakât, c.1, s. 194, Buhârî, Sahih, c. 1 , s. 3, Müslim, Sahih, c. 1, s. 1 39-1 40, Belâzurî, Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 105, Tirmizî, Sünen, c, 5, s. 596, Taberî, Târîh, c. 2, s. 205, Ebu Nuaym, Delâil, c. 1, s. 213, Beyhakî, Sünen, c. 9, s. 6, Vâhidî, Esbâbu'n- nüzûl , s. 5, S üheyl f, R avd, c. 2, s. 392, Begavi, M esâbıhu's-sünne, c. 2, s. 174, E bu'l -F erec İ bn C evzf, el -Vefa, c. 1, s. 162, İ bn E sf r, Kâmil, c. 2, s. 48, İbn Kayyım, Zâdü'l-mead, c. 1, s. 33, İbn Seyyid, Uyun, c. 1, s. 82, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c, 3. s. 2, 3, İbn Haldun, Târîh, c. 2, s. 2, s. 6, Kastalani, Mevâhib, c. 1, s. 52, Diyarbekrî Hamis, c. 1, s. 280.
[60] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 2, s. 41, Süheyli, Ravdu'l-ünüf, c. 2, s. Süheyli, Ravdu'l-ünüf, c. 2, s. 393.
[61] Belâzurî, Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 256, Hâkim, Müstedrek, c. 2, s. 431.
[62] İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 1 , s. 171, Buhârî, Sahih, c. 4, s. 168.
[63] Mâlik, Muvatta, c. 1, s. 120, Ahm ed b. Hanbel, Müsned, c. 6, s. 36, Buhârî, Sahih, c. 2, s. 48, Müslim, Sahih, c. 1, s. 509, Tirm izf, Sünen, c. 2, s. 303, Beyhakî, Sünenü'l-kübrâ, c. 7, s. 62. M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayınları: 1/158-164.
[84] Ahm ed b. Hanbel. Müsned. c. 2. s. 341. Buhârî. Sahih. c. 6. s. 97. Müslim . Sahih. c. 1. s. 134. M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayınları: 1/165-166.
[85] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 5, s. 266, Taberî, Târih, c.1 , s. 75, Beyhakî, Sünenü'l-kübrâ, c. 9, s. 4, Heysemî, Mecmau'z-zevâid.c.8, 210.
[86] İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ.c. 1, s. 32, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 5, s. 179, Taberî, Târih, c. 1, s. 75, Beyhakî,Sünenü'l-kübrâ , c. 9, s. 4, İbn Asâkir, Târih, c. 2, s. 361, Heysemî, Mecmau'z-zevâid, c. 8, s. 210.
[87] İbn Sa'd, Tabak ât, c. 1, s. 32, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 5, s. 178, İbn Kuteybe, Kitâbu'l-maârif, s. 26, Taberî, Târih, c. 1, s. 75, İbn Asâkir, Târih, c. 2, s. 361.
[88] Ahiâb: 33/40. M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayınları: 1/166.
[89] İbn İshak, İbn Hişam, Sıre, c. 1, s. 252, Taberî, T ân h, c. 2, s. 206-207, Beyhakı, Delâilü'n-nübüvve, c. 2, s. 147, Ebu'l-Ferec İbn Cevzî, el-Vetâ, c. 1, s. 165-166.
[90] İ bn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 1, s. 252-253, Taberî, Târih, c. 2, s. 206-207, Beyhakî, Delâilü'n-nübüvve, c. 2, s. 147-148, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 1, s. 86, E bu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 3, s. 12. M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayınları: 1/167-168.
[91] Yâkubî, Târih, c. 2, s. 22. M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayınları: 1/164-165.
[92] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 1, s. 253, Taberî, Târîh, c. 2, s. 207, Beyhakî, Delâilü'n-nübüvve, c. 2, s. 148, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 1, s. 86, E bu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 3, s. 12.
[94] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre.c.1, s. 253, Taberî, Târih, c. 2, s. 2207, Beyhakî, Delâil, c. 2, s. 148, İbn Seyyid, Uyun, c. 1,s. 86, Ebu'l-Fidâ.c.3, s. 12.
[95] Beyhakî, Delâilü'n-nübüvve, c. 2, s. 148, İbn Seyyid, Uyun, c. 1, s. 83, Heysemî, Mecmau'z-zevâid, c. 8, s. 255.
[96] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre,c.1, s. 254, Taberî, Târîh, c. 2, s. 207, Beyhakî, Delâil, c. 2, s. 148.
[97] Abdurrezzak, M usannef, c. 5, s. 323, Ahm ed b. Hanbel, M üsned, c. 6, s. 233, Buharı", Sahîh, c. 1, s. 3-4, M üslim, Sahîh, C.1.S.142.
[98] Nâmûs; sahib-i sırr demektir (İbn Esîr, Nihâye, c. 5, s. 119).
[99] M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayınları: 1/168-170.
[100] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 1, s. 254, Taberî, Târih, c. 2, s. 207-208, Beyhakî, Delâilü'n-nübüvve, c. 2, s. 148-149, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 1, s. 87, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 3, s. 12, 13, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 1, s. 387. M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayınları: 1/170.
[101] Belâzurî, Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 111, Taberî, Târih, c. 2, s. 230, Beyhakî, Delâil, c. 2, s. 143, İbn Esir, Usdu'l-gâbe, c. 4, s. 4, Zehebî, Târîhu'l-İslâm, s. 128, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 3, s. 13.
[102] Beyhakî, Delâil, c. 2, s. 1 43, Zehebî, TârThu'l-İslâm, s. 128, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 3, s. 13.
[103] Belâzurî, Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 111, Beyhakî, Delâilü'n-nübüvve, c. 2, s. 143. Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 3, s. 13.
[104] Beyhakî, Delâil, c. 2, s. 143, Zehebî, Târîhu'l-İslâm, s. 128, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 3, s. 13.
[106] Beyhakî, Delâil, c. 2, s. 143, Zehebî, Târih, s. 128, Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 13.
[107] Belâzurî, Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 111. M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayınları: 1/170-171.
[108] Ebu'l-Fereç İbn Cevzî, el-Vefâ, c. 1, s. 164.
[109] İbn İsJıak, İbn Hişam, Sîre, c. 1, s. 255, Taberî, Târih, c. 2, s. 208, Ebu Nuaym, Delâil, c. 1, s. 217, Beyhakî, Delâilü'n-nübüvvE.c. 2, s. 151-152, İbn Atoclilberr, İstiâb, c. 4, s. 1820, Ebu'l-Ferecİbn Cevzî, el-Vefâ, c. 1 , s. 164, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 49, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 1 , s. 87, Zehebî, Târîhu'l-İslâm, s. 134, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 3, s. 15-16, Heysemî, Mecmau'z-zevâid, c. 8, s. 256, Diyarbekrî, Hamis, c. 1 , s. 283. M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayınları: 1/171-172.
[110] İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 1, s. 194, Belâzurî, Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 104-105, Taberî, Târih, c. 2, s. 203, Mesttdf, M urûcu'z-ze heb, c. 2, s. 282, E bu'l-F erec İ bn C evzf, el-Vefa, c. 1, s. 166, İ bn E sfr, K âm i I, c. 2, s. 50, İ bn Se yvi d, U yûnu'l -eser, c. 1 , s. 88, E tau'l -F idâ, el-Bi dâye ve'n-nihâye, c. 3, s. 6, Bedrüddi n Aynî, U m detu'l -k ârf, c. 24, s. 29, İ bn H acer, F ethu' l-Bârî, c. 12, s. 313, Kastalani, Mevâhibu'l-ledünniye, c. 1, s. 51, Diyarbekrî, Hamis, c. 1, s. 280-281.
[112] Süheyli, Ravdu'l-ünüf, c. 2, s. 392, E bu'l-F idâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 3, s. 4, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 1, s. 389.
[113] Abdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 322, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 6, s. 232-233, Buhârî, Sahih, c. 6, s. 88, Müslim, Sahih, c. 1, s. 140-141, Taberî, Târih, c. 2, s. 205, E bu Nuaym, Delâil, c. 1, s. 213,Beyhakî, Sünenü'l-kübrâ, c. 9, s. 6, Delâilü'n- nübüyve, c. 2, s. 135, Vahi df, E sbâbu 'n-n üzül, s. 6, Bega vf, M esâb fhu's-sünne, c. 2,s.174,E bu 'I-F erec İ b n C evzf, el-Vefa, c. 1 , s. 162, İbn Esîr, Kâmil, c.2, s. 48, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 1, s. 85-86, Zehebî, Târîhu'l-İslâm, s. 117, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 3, s. 3, Kastalani, Mevâhibu'l-ledünniye, c. 1, s. 51-52, Diyarbekrî, Hamis, c. 1, s. 281.
[115] Kastalani, Mevâhibu'l-ledünniye, c. 1, s. 57, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c . 1, s. 424.
[116] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 6, s. 120, Yâkubî, Târih, c. 2, s. 22.
[117] Abdurrezzak, Musannef, c. 5, 322, Ahm ed b. Hanbel, Müsned, c. 6, s. 232-233, Buhârî, Sahih, c. 6, s. 88, Müslim, Sahih, c. 1, s. 140-141, Taberî, Târîh, c. 2, s. 205, Ebu Muaym, Delâil, c. 1, s. 213, Beyhakî, Sünenü'l-kübrâ, c. 9, s. 6, Vâhidî, Esbâbu'n- nüzûl, s. 5-6, Begavi, M esâb fhu's-sünne, c. 2, s. 174, Ebu'l-Ferec İbn Cevzî, el-Vefâ, c. 1 ,s. 162, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 48, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 1 , s. 85-86, Zehebî, Târîhu'l-İslâm, s. 117, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 3, s. 3, Kastalani, Mevâhibu'l-ledünniye, c. 1 , s. 51-52, Diyarbekrî, Târîhu'l-hamîs, c. 1, s. 281.
[118] Kastalani, Mevâhibu'l-ledünniye, c. 1, s. 57, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c, 1, s. 424, Zürkânî, Mevâhibu'l-ledünniye Şerhi, c. 1 , s. 234.
[119] Ahmed b.Hanbel, Müsned, c. 3, s. 304, c. 5, s. 145, Buhârî, Sahih, c. 1, s. 86, Müslim, Sahih,c. 1, s. 371 ,Dârimî, Sünen, c. 1,5.234.
[120] Beyhakî, Delâilü'n-nübüvve, c. 2, s. 143, Zehebî, Târîhu'l-İslâm, s. 1 28, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 3, s. 13.
[121] Abdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 322, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 6, s. 233, Buhârî, Sahih, c. 6, s. 88, Müslim, Sahih, c. 1, s. 141, Taberî, Târih, c. 2, s. 205, Beyhakî, Sünenü'l-kübrâ, c. 9, s. 6, Vâhidî, Esbâbu'n-nüzûl, s. 6, Begavi, Mesâbîhu's-sünne, c. 2, s. 174, E bu'l-F erec İbn Cevzî, el-Vefâ, c. 1 , s. 1 62, İ bn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 1, s. 85, Zehebî, Târıhu'l-İslâm, s. 118, Ebu'l- Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 3, s. 3, Kastalani, Mevâhibu'l-ledünniye, c. 1, s. 52, Diyarbekrî, Hamis, c. 1, s. 281.
[122] Beyhakî, Delâilü'n-nübüvve, c. 2, s. 143, Zehebî, Târîhu'l-İslâm, s. 1 28, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 3, s. 13.
[123] Abdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 322, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 6, s. 233, Buhârî, Sahih, c. 1, s. 3, Müslim, Sahih, c. 1, s. 141, Taberî, Târih, c. 2, s. 205, Ebu Nuaym, Delâilü'n-nübüvve, c. 1, s. 214, Beyhakî, Sünenü'l-kübrâ, c. 9, s. 6, Vâhidî, Esbâbu'n-nüzûl, s. 6, Begavi, Mesâbîhu's-sünne, c. 2, s. 174, E bu'l-F erec İbn Cevzî, el-Vefâ, c. 1 , s. 162, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 48, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 1, s. 85, Zehebî, Târîhu'l-İslâm, s. 118, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 3, s. 2-3, Kastalani, Mevâhibu'l-ledünniye, c. 1, s. 52, Diyarbekrî, Hamis, c. 1, s. 282.
[124] Abdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 322, İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 1, s. 195, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 6, s. 233, Taberî, Târîh, c. 2, s. 205, Ebu Nuaym, Delâil, c. 1, s. 214, Beyhakî, Sünen, c. 9, s. 6, Vâhidî, Esbâb, s. 6, Begavi, c. 2, s. 174, Süheyif, Ravdu'l-ünüf, c.2, s. 408, Ebu'l-Ferec, c. 1, s. 163, İbn Esîr, c. 2, s. 48, İbn Seyyid, c. 1, s. 85, Zehebî, s. 118, Kastalani, c. 1, s. 52, Diyarbekrî, c. 1 , s. 282.
[126] İbn Sa'd, Tabakât, 11, s. 195, Süheyli, Ravdu'l-ünüf, c. 2, s. 408.
[127] Abdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 323, Ahmed b. Hanbel, c. 6, s. 233, Buhârî, c. 1, s. 3-4, c. 6, s. 88, Müslim, c. 1, s. 142, Ebu Nuaym, c. 1, s. 214, Beyhakî, Sünen, c. 9, s. 6, Begavi, c. 2, s. 174, Ebu'l-Ferec, c. 1, s. 163, İbn Esîr, c. 2, s. 49, Zehebî, s. 118-119, Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 3, Diyarbekrî, c. 1, s. 282. M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayınları: 1/173-176.
[128] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 161, İbn Habib, Kitâbu'l-muhabber, s. 10, Belâzurî, Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 111, Süheyli, Ravdu'l-ünüf, c. 3, s. 13-14, Dârekutnî, Sünen, c. 1, s. 111, Ebu'l-Ferec İbn Cevzî, el-Vefâ, c. 1, s. 166, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 1, s. 90-91, Suyûtî, Câmiu's-sağfr, c. 1, s. 7, Kastalani, Mevâhibu'l-ledünniye, c. 1, s. 57, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 1, s. 426, Zürkânî, Mevâhibu'l-ledünniye Şerhi, c. 1, s. 235.
[129] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 1, s. 260, Taberî, Târih, c. 2, s. 210, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 50, İbn Seyyid, Uyünu'l-eser, c. 1, s. 90, Zehebî, Târihu'l-lslâm, s. 135, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 3, s. 24, Diyarbekıİ, Târîhu'l-hamîs, s. 1, s. 281.
[130] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre.c. 1, s. 260, Taberî, Târih, c. 2, s. 210,Beyhakî, Delâilü'n-nübüvve, c. 2, s. 160, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 50, İbn Seyyid, Uyünu'l-eser, c. 1, s. 90, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 3, s. 24, Diyarbekrî, Hamis, c. 1, s. 281, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 1 , s. 425, Zürkânî, Mevâhib Şerhi, c. 1, s. 235.
[131] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 1, s. 260-261 , Taberî, Târih, c. 2, s. 210, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 50, İbn Seyyid, UyÜnu'l- eser, c. 1, s. 90, Diyarbekrî, Hamis, c. 1, s. 281, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 1, s. 425, Zürkânî, Mevâhib Şerhi, c. 1, s. 235.
[132] İbn İshak, Kitâbu'l-mübtedâ ve'l-meb'as, c. 3, s. 117, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 1, s. 425.
[133] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 161, Dârekutnî, Sünen, c. 1, s. 111, Süheyli, Ravdu'l-ünüf, c. 3, s. 14, Ebu'l-Ferec İbn Cevzî, el-Vefâ, c. 1, s. 166, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 1, s. 91, Zürkânî, Mevâhibu'l-ledünniye Şerhi, c. 1, s. 235.
[134] İbn İshak, Kitâbu'l-mübtedâ ve'l-meb'as, c. 3, s. 117, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 161, Belâiurf, Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 111, Ebu'l-Ferec İbn Cevzî, el-Vefâ, c. 1, s. 166, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 1, s. 91, Zürkânî, Mevâhib Şerhi, c. 1, s. 235.
[135] İbn İshak, İbn Hişam , Sîre, c. 1, s. 261, Yâkubî, Târih, c. 2, s. 23, Taberî, Târih, c. 2, s. 210, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 50- 51, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 1, s. 90, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 3, s. 24.
[137] İbn İshak, Kitâbu'l-m übtedâ ve'l-m eb'as, c. 3, s. 117, Beyhakî, Delâilü'n-nübüvve, c. 2, s. 160, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n- nihâye, c. 3, s. 24.
[138] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 1, s. 261, Taberî, Târih, c. 2, s. 210, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 51, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 1, s. 90, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 3, s. 24.
[139] İbn İshak, Kitâbu'l-mübtedâ ve'l-meb'as, c. 3, s. 117, Beyhakî, Delâil.c. 2, s. 160, Zehebî, Târîhu'l-İslâm, s. 135, Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 24, Diyarbekrî, c. 1, s. 281.
[141] İbn İshak, Kitâbu'l-mübtedâ ve'l-meb'as, c. 3, s. 117, Beyhakî, Delâilü'n-nübüvve, c, 2, s. 160, Zehebî, Târîhu'l-İslâm, s.135, E bu'l -Fi dâ, el -Bidâ ye ve'n-ni hâye, c. 3, s. 24, D iyarbekrf, H a m fs, c. 1, s. 281.
[142] İbn Abdilberr, İstiâb, c. 4, s. 1Ş20,Muhibbü't-Taberî, Rıyâdu'n-nadrâ, c.2,s. 209, Heysemî, Mecmau'z-zevâid, c. 9, s. 103, Diyarbekrî, Hamis, c. 1, s. 286, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 1, s. 426. M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayınları: 1/176-178.
[143] Râgıb, Müfredâtü'l-Kur'ân, s. 515-516, İbn Esîr, Nihâye, c. 5, s. 163, Fîruzabâdî, Kâmûsu'l-Muhît, c. 4, s. 401, Bedrüddin Aynî, Umdetu'l-Kârî, c. 1, s. 14.
[146] Süheyli, Ravdu'l-ünüf, c. 2, s. 393, İbn Kayyım, Zâdu'l-mead, c. 1, s. 32, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 1, s. 82, Bedrüddin Aynî, Umdetu'l-Kârî, c. 1, s. 40, Kastalani, Mevâhibu'l-ledünniye, c. 1, s. 55, Zürkânî, Mevâhibu'l-ledünniye Şerhi, c. 1, s. 225.
[147] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 1, s. 249-250, Abdurreizak, Musannef, c. 5, s. 321, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 6, s. 232- 233, İbn Sa'd, Tabakât, c. 1, s. 194, Buhârî, Sahîh, c. 1 , s. 3, Müslim, Sahîh, c. 1, s. 1 39-1 40, Belâzurî, Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 105, Tirmizî, Sünen, c. 5, s. 596, Taberî, Târîh, c. 2, s. 205, Ebu Nuaym, Delâil, c. 1, s. 213, Beyhakî, Sünenü'l-kübrâ, c. 9, s. 6, Vâhidî, Esbâbu'n-rıüzûl, s. 5, Süheyli, Ravdu'l-ünüf, c. 2, s. 392, Begavi, Mesâbîhu's-sünne, c. 2, s. 174, Ebu'l-Ferec İbn Cevzî, el-Vefâ, c. 1, s. 162, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 48, İbn Kayyım, Zad, c. 1, s. 33, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 1, s. 82, Zehebî, Târîhu'l-İslâm , s. 117, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 3, s. 2, İbn Haldun, Târîh, c. 2, ks. 2, s. 6, Kastalani, Mevâhib, c. 1, s. 51, Diyarbekrî, Hamis, c. 1,5.280.
[148] Süheyli, Ravdu'l-ünüf, c. 2, s. 392, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 3, s. 14, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 1, s. 377.
[149] Buhârî, Sahîh, c. 1, s. 209, Belâiurf, Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 256, Hâkim, Müstedrek, c. 2, s. 431.
[151] İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 1, s. 171, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 6, s. 274, Buhârî, Sahîh, c. 4, s. 168.
[152] İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 1, s. 197, Dârimî, Sünen, c. 1, s. 15.
[153] Mâlik, Muvatta, c. 1, s. 120, Ahmed b. Hanbel, M üsned, c. 6, s. 36, Buhârî, Sahîh, c. 2, s. 48, Müslim, Sahîh, c. 1 , s. 509, Ebu Dâvud, Sünen, c. 2, s. 40, Tirmizî, Sünen, c. 2, s. 439, Beyhakî, Delâilü'n-nübüvve, c. 1, s. 371 -372.
[154] İbn Esîr, Nihâye, c. 1, s. 434, Ffruiâbâdf, Kâmûsu'l-Muhît, c. 4, s. 100.
[156] Mâlik, Muvatta, c.2,s. 957, Abdurrezzak, Musannef, c. 11, s. 212, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 5, s. 296, Buhârî, Sahîh, c. 8, s. 74, Müslim , Sahîh, c. 4, s. 1771, Ebu Dâvud, Sünen, c. 4, s. 305, İbn Mâce, Sünen, c. 2, s. 1286, Dârimî, Sünen, c. 2, s. 498, Heysemî, Meonau'z-zevâid, c. 7, s. 181. * Uyanık iken içinden geçirmiş oldukları şeyleri uyurken düşünde görmesi gibi (İbn Mâce, Sünen, c. 2, s. 1285).
[157] Abdurrezzak,c. 11, s. 211, Ahmed b. Hanbel, c. 2, s. 269, Buhârî, c. 8, s. 77, Müslim , c. 4, s. 1173, Ebu Dâvud, c. 4, s. 304-305, Tirmizî, c. 4, s. 532, Dârimî, c. 1, s. 50.
[159] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 267, Tirmizî, Sünen, c. 4, s. 533.
[160] Buhârî, Sahîh, c. 8, s. 69. ** Kulun Levh-i Mahfuzdaki hallerine göre Müekkel Melek tarafından yapılan temsiller, işlerinde basiretli davranması için, bir müjde veya inzar ya da bir azar olmak üzere, rüyasında o kula gösterilir. (Hakfm-i Tirmizî, Nevâdiru'l-usûl, o. 1 , s. 116-117).
[161] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 267, Buhârî, Sahîh, c. 8, s. 69, Tirmizî, Sünen, c. 4, s. 533.
[162] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 267, Tirmizî, Sünen, c. 4, s. 533.
[163] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 267, Buhârî, Sahîh, c. 1, s. 52, Tirmizî, Sünen, o. 4, s. 533.
[164] Ahmed b. Hanbel, Müsned, o. 3, s. 267, Tirmizî, Sünen, o. 4, s. 533.
[165] M âlik, Muvatta, o. 2, s. 956, Ahmed b. Hanbel, M üsned, o. 2, s. 314, o. 3, s. 1 26, Buhârî, Sahîh, o. 8, s. 68, İbn Mâce, Sünen, c. 2, s. 1284.
[166] Mâlik, Muvatta, c.2,s. 956, Abdurrezzak, Musannef, c. 11, s. 212, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 2, s. 369, Buhârî, Sahîh, c. 8, s. 68-69.
[167] İbn Kayyım, Zâdu'l-mead, c. 1, s. 33, Bedrüddin Aynî, Umdetu'l-Kârî, c. 24, s. 131-132.
[168] Süheyli, Ravdu'l-ünüf, c. 2, s. 393, İbn Kayyım, Zâdu'l-mead, c. 1, s. 32, Kurtubf, Tefsîr, c. 16, s. 53, İbn Seyyid, Uyûnu'l- eser, c. 1, s. 89-90, Ebu'l-Fidâ, Tefsîr, c. 4, s. 121, Kastalani, Mevâhibu'l-ledünniye, c. 1,s. 55, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 1, s. 413, Zürkanı, Mevahibu'l-ledünniye Şerhi, c. 1, s. 225.
[169] İbn Kayyım, Zâdu'l-mead, c. 1, s. 32, Kastalani, c. 1, s. 55, Zürkânî, Mevâhib Şerhi, c. 1, s. 225.
[170] Süheyli, Ravd, c, 2, s. 393, İbn Kayyım, Zâdu'l-mead, c. 1, s. 32, İbn Seyyid, Uyun, c. 1, s. 90, Bedrüddin Aynî, Umdetu'l-kârî, c. 1, s. 40, Kastalani, c. 1, s. 55, Halebî, c. 1, s. 413, Zürkânî, Mevâhib Şerhi, c. 1, s. 225.
[171] Fahru'r-Râzî, Tefsîr, c. 28, s. 288, Kastalani, c. 1 , s. 53, Halebî, s. 407-408, Zürkânî, Mevâhib Şerhi, c. 1, s. 225.
[172] Süheyli, Ravdu'l-ünüf, c. 2, s. 393, İbn Kayyım , Zâdu'l-mead, c. 1, s. 32, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 1, s. 90, Kastalani, Mevâhibu'l-ledünniye, c. 1 , s. 55. Alâuddin Ali, Kenzu'l-ummâl, c. 4, s. 19-20, 22, 23, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 1 , s. 413, Zürkânî, Mevâhibu'l-ledünniye Şerhi, c. 1, s. 225-226.
[173] Süheyli, Ravdu'l-ünüf, c. 2, s. 393, Kurtubf, Tefsîr, c. 16, s. 53, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 1, s. 90, Ebu'l-Fidâ, Tefsîr, c. 4, s. 1 21, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 1, s. 41 3, Zürkânî, Mevâhib Şerhi, c. 1, s. 226.
[174] İbn Mâce, Sünen, c. 2, s. 725, Süheyli, Ravd.c, 2, s. 393-394, İbn Kayyım, Zâdu'l-mead, c.1 , s. 32, Kurtubf, Tefsîr, c. 16, s. 53, İbn Seyyid, Uyun, c. 1 , s. 90, Ebu'l-Fidâ, Tefsîr, c. 4, s. 121 , Kastalani, Mevâhib, c. 1, s. 55, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 1, s. 413, Zürkânî, Mevâhib Şerhi, c. 1 , s. 226.
[175] İbn Mâce, Sünen, c. 2, s. 725, Kurtubf, Tefsîr, c. 16, s. 53, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c.1, s.413, Zürkânî, Mevâhib Şerhi, c. 1, s. 226.
[176] İbn Kayyım, Zâdu'l-mead, c. 1, s. 32, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 1, s. 413, Zürkânî, Mevâhib Şerhi, c. 1, s. 226.
[177] Süheyli, Ravdu'l-ünüf, c. 2, s. 393-394, İbn Kayyım, Zâdu'l-mead, c. 1, s. 32, Kurtubf, Tefsîr, c. 16, s. 53, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 1, s. 90, Ebu'l-Fidâ, Tefsir, c. 4, s. 121, Kastalani, Mevâhib, c. 1, s. 55, Halebî, İ nsân, c. 1, s. 413, Zürkânî, Mevâhib Şerhi, c.1, s. 225-226.
[178] Süheyli, Ravd, c. 2, s. 394, İbn Kayyım, Zâdu'l-mead, c, 1, s. 32, Kastalani, Mevâhib, c. 1, s. 55, Zürkânî, Mevâhib Şerhi, c.1, s. 227.
[179] İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c, 1, s. 197, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c, 1 , s. 414.
[180] İbn Sa'd, Tabakât, c. 1, s. 198, Buhârî, Sahîh, c. 1 , s. 2, Ebu Nuaym, Delâil, c. 1, s. 223, Begavi, Mesâbîhu's-sünne, c. 2, s. 1 75, E bu'l-F erec İ bn C evzf, el-Vefâ, c. 1, s. 168, E bu'l -F id â, el -B idâye ve'n-nihâ ye, c. 3, s. 21.
[181] Mâlik,Muvatta,c.1, s. 202-203, İbn Sa'd, Tabakât, c. 1, s. 1 98, Ahmed b.Hanbel, Müsned.c. 6, s. 158, Buhârî, Sahîh, c. 1, s. 2-3, Müslim, Sahîh, c. 4, s. 1816-181 7, Tirmizî, Sünen, c.5, s. 597, Nesâf, Sünen, c. 2, s. 148, Taberî, Tefsir, c. 22, s. 91 , Ebu Nuaym, Delâil, c. 1, s. 223, Begavi, Mesâbîhu's-sünne, c. 2, s. 175, İbn Esîr, Câmiu'l-usûl, c. 12, 41.
[183] İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 3, s. 250, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 334. Müslim, Sahîh, c. 1, s. 153.
[184] İbn Sa'd, Tabakât, c. 3, s. 250, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 2, s. 107, Kastalani, Mevâhibu'l-ledünniye, c. 1, s. 55, Zürkânî, Mevâhib Şerhi, c. 1, s. 227.
[203] Ebu Hanffe, Müsned, s. 2, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1, s. 27.
[204] Ebu Hanffe, Müsned, s. 2, Heysemî, Mecmau'z-zevâid, c. 1, s. 40.
[205] Ebu Hanffe, Müsned, s. 2, Ahm ed b. Hanbel, Müsned, c. 1, s. 27.
[206] Ebu Hanffe, Müsned, s. 2, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1, s. 27, 51, Müslim, Sahîh, c. 1, s. 37, Tirmizî, Sünen, c. 5, s. 7, İbn Mâce, Sünen, c. 1, s. 24.
[207] Ahmed b. Hanbel, c. 1, s. 51, Müslim, c. 1, s. 37, Tirmizî, c. 5, s. 7, İbn Mâce, c. 1, s. 27.
[214] Müslim, Sahîh, c. 1, s. 37, Tirmizî, Sünen, c. 5, s. 7, İbn Mâce, Sünen, c. 1, s. 24, Nesâf, Sünen, c. 8, s. 97, Begavi, Mesâbîhu's-sünne, c. 1, s. 3.
[215] Ebu Hanffe, Müsned, s. 2, Ahm ed b. Hanbel, Müsned, c. 1, s. 53.
[222] Ebu Hanffe, Müsned, s. 2, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1 , s. 52, Müslim, Sahîh, c. 1, s. 37, Nesâf, Sünen, c. 8, s. 98, Begavi, Mesâbîhu's-sünne, c. 1, s. 3.
[223] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 129, Heysemî, Mecmau'z-zevâid, c. 1, s. 43.
[224] Ebu Hanffe, Müsned, s. 2, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1 , s. 52, Müslim, Sahîh, c. 1, s. 37, Tirmizî, Sünen, c. 5, s. 7, İbn Mâce, Sünen, c. 1, s. 24, Nesâf, Sünen, c. 8, s. 98, Begavi, Mesâbîhu's-sünne, c. 1, s. 3.
[226] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1, s. 51, Müslim, Sahîh, c. 1, s. 37, Tirmizî, Sünen, c. 5, s. 7, İbn Mâce, Sünen, c. 1, s. 24, Nesâf, Sünen, c. 8, s. 98, Begavi, Mesâbfh, c. 1, s. 3.
[227] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1, s. 51, Müslim , Sahîh, c. 1, s. 37, Nesâf, Sünen, c. 8, s. 98.
[228] Ebu Hanffe, Müsned, s. 2, Ahm ed b. Hanbel, Müsned, c. 1, s. 52.
[229] Ahmed b. Hanbel, c. 4, s. 129, Heysemî, Mecmau'z-zevâid, c. 1, s. 43.
[230] Ebu Hanffe, s. 2, Ahmed, c. 1, s. 52, Müslim, c. 1, s. 37, İbn Mâce, c. 1, s. 24.
[235] Ebu Hanffe, Müsned, s. 3, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1 , s. 53, Müslim, Sahîh, c. 1, s. 37. Nesâf, Sünen, c. 8, s. 99, Begavi, Mesâbîhu's-sünne, c. 1, s. 3.
[240] Ebu Hanffe, s. 3, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1, s. 27, 51, Müslim, c. 1, s. 37, Tirmizî, Sünen, c. 5, s. 7, İbn Mâce, c. 1, s. 24, Nesâf, c. 8, s. 99, Begavi, Mesâbîhu's-sünne, c. 1, s. 3.
[244] Ebu Hanffe, Müsned, s. 3, Ahmed b. Hanbel, c. 1, s. 51, 53, Müslim, c. 1, s. 37, Nesâf, c. 8, s. 100, Begavi, Mesâbîhu's-sünne, c. 1, s. 3.
[245] Ebu Hanffe, s. 3, Ahmed b. Hanbel, c. 1, s. 27, Tirmizî, c. 5, s. 7, İbn Mâce, c. 1, s. 24.
[246] Ebu Hanffe, s. 3, Ahmed b Hanbel, c. 1, s. 27, 51, 53, M üslim, c. 1, s. 37, Tirmizî, c. 5, s. 7, Nesâf, c. 8, s. 100, İbn Mâce, c. 1, s. 24, Begavi, c. 1, s. 3.
[248] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1, s. 52, 53, Nesâf, Sünen, c. 8, s. 100, Begavi, Mesâbîhu's-sünne, c. 1 , s. 3.
[249] Tirmizî, Sünen, c. 5, s. 7, İbn Mâce, Sünen, c. 1, s. 24.
[250] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1, s. 52, Müslim, Sahîh, c. 1, s. 38, Tirmizî, Sünen, c. 5, s. 7, İbn Mâce, Sünen, c. 1, s. 24- 25, Nesâf, Sünen, c. 8, s. 1 00, Begavi, Mesâbîhu's-sünne, c. 1, s. 3.
[251] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1, s. 52, Müslim, Sahîh, c. 1, s. 38, Tirmizî, Sünen, c. 5, s. 7, İbn Mâce, Sünen, c. 1, s. 24- 25, Nesâf, Sünen, c. 8, s. 1 00, Begavi, Mesâbîhu's-sünne, c. 1, s. 3.
[256] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1, s. 52, Müslim, Sahîh, c. 1, s. 38, Tirmizî, Sünen, c. 5, s. 7, Nesâf, Sünen, c. 8, s. 101, Begavi, Mesâbîhu's-sünne, c. 1, s. 3.
[257] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1, s. 27, 52, Müslim, Sahîh, c. 1 , s. 38, Tirmizî, Sünen, c. 5, s. 7, İbn Mâce, Sünen, c. 1 , s. 25, Nesâf, Sünen, c. 8, s. 101.
[258] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1, s. 27, 52, Müslim, Sahîh, c.1, s. 38, İbn Mâce, Sünen, c. 1, s. 25, Nesâf, Sünen, c. 8, s. 101, Begavi, M esâbfhu's-sünne, c. 1, s. 3.
[259] Ebu Hanffe, Müsned, s. 3, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1, s. 27, 52, Müslim, Sahîh, c. 1, s. 38, Tirmizî, Sünen, c. 5, s. 7, İbn Mâce, Sünen, c. 1, s. 25, Nesâf, Sünen, c. 8, 101, Begavi, Mesâbîhu's-sünne, c. 1, s. 3.
[260] İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 1, s. 198, Süheyli, Ravdu'l-ünüf, c. 2, s. 294, İbn Kayyım, Zâdu'l-mead, c. 1, s. 32, Bedrüddin Aynî, Umdetu'l-Kârî, c. 1, s. 40 Kastalani, Mevâhibu'l-ledünniye, c. 1, s. 55, Zürkânî, Mevâhibu'l-ledünniye Şerhi, c. 1 , s. 228.
[261] İbn Sa'd, Tabakât, c. 1, s. 198, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c.6, s.257,Buhârî,Sahîh, c. 1, s.2, Begavi, Mesâbîhu's-sünne, c.2,s.175.
[262] Mâlik, Muvatta, c. 1, s. 203, İbn Sa'd, Tabakât, c. 1 ,s 198, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 6, s. 158, Buhârî, Sahîh, c. 1, s. 2-3, Müslim, Sahîh, c. 4, s. 1816-1817, Tirmizî, Sünen, c. 5, s. 597, Nesâf, Sünen, c. 2, s. 148, Begavi, Mesâbîhu's-sünne, c. 2, s. 175, İ bn E sfr, C âm iu 'l-usû I, c. 12, s. 41, Bedrüddi n Aynî, U m detu'l-kâ rf, c. 1, s. 40-41, İ bn H acer, F ethu 'l-Bârî, c.1, s. 49.
[263] Zürkânî, Mevâhibu'l-ledünniye Şerhi, c. 1, s. 228.
[264] Süheyli, Ravdu'l-ünüf, c. 2, s. 394, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 1 , s. 90, Zürkânî, Mevâhib Şerhi, c. 1, s. 228.
[265] Bedrüddin Aynî, Umdetu'l-Kârî, c. 1, s. 40-41, İbn Hacer, Fethu'l-Bârî, c. 1, s. 49.
[266] Ahmed b. Hanbel, c. 2, s. 222, Ebu'l-Ferec İbn Cevzî, el-Vefâ, c. 1, s. 170, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 3, s. 22, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 1, s. 415.
[267] Taberî, Tefsîr, c. 22, s. 91, Kurtubf, Tefsîr, c. 14, s. 296, Ebu'l-Fidâ, Tefsîr, c. 3, s. 537, Heysemî, Mecmau'z-zevâid, c. 7, s. 94.
[268] Buhârî, Sahîh, c. 5, s. 221, Ebu Dâvud, Sünen, c. 4, s. 235, Tirmizî, Sünen, c. 5, s. 362, İbn Mâce, Sünen, c. 1, s. 70, Taberî, Tefsîr, c. 22, s. 90, Kurtubf, Tefsîr, c. 14, s. 296, Ebu'l-Fidâ, Tefsîr, c. 3, s. 537, Heysemî, Mecmau'z-zevâid, c. 7, s. 94.
[269] Buhârî, Sahîh, c. 5, s. 221, Tirmizî, Sünen, c. 5, s. 362, İbn Mâce, Sünen, c. 1, s. 70, Kurtubf, Tefsîr, c. 14, s. 296, Ebu'l- Fidâ, Tefsîr, c. 3, s. 537.
[270] Taberî, Tefsîr, c. 22, s. 91, Kurtubf, Tefsîr, c. 14, s. 296, Ebu'l-Fidâ, Tefsîr, c. , s. 537, Heysemî, Mecmau'z-zevâid, c. 7, s. 294-295, Bedrüddin Aynî, Umdetu'l-Kârî, c. 1, s. 45, c. 25, s. 152.
[271] Ebu Dâvud, Sünen, c. 4, s. 235, Hâzin, Tefsîr, c. 3, s. 488.
[272] Taberî, Tefsîr, c. 22, s. 91, Kurtubf, Tefsîr, c. 14, s. 296, Ebu'l-Fidâ, Tefsîr, c. 3, s. 537, Heysemî, Mecmau'z-zevâid, c. 7, s. 94-95.
[273] Buhârî, Sahîh, c. 5, s. 221, Ebu Dâvud, Sünen, c. 4, s. 235, Tirmizî, Sünen, c. 5, s. 362, İbn Mâce, Sünen, c. 1, s. 70, Kurtubf, Tefsîr, c. 14, s. 296, Ebu'l-Fidâ, Tefsîr, c. 3, s. 537.
[274] Taberî, Tefsîr, c. 22, s. 91, Kurtubf, Tefsîr, c. 14, s. 296, Ebu'l-Fidâ, Tefsîr, c. 3, s. 537, Heysemî, Mecmau'z-zevâid, c. 7, s. 95.
[275] Ebu Dâvud, Sünen, c. 4, s. 235, Taberî, Tefsîr, c. 22, s. 91 , Kurtubf, Tefsîr, c. 14, s. 296, Bedrüddin Aynî, Umdetu'l-Kârî, c.1,s.45,c.25, s. 152.
[276] Taberî, Tefsîr, c. 22, s. 91, Kurtubf, Tefsîr, c. 14, s. 296, Ebu'l-Fidâ, Tefsîr, c. 3, s. 537, Heysemî, Mecmau'z-zevâid, c. 7, s. 95, Bedrüddin Aynî, Umdetu'l-Kârî, c. 25, s. 152.
[277] Ebu Dâvud, Sünen, c. 4, s. 235, Taberî, Tefsîr, c. 22, s. 91, Kurtubf, Tefsîr, c. 14, s. 296, Ebu'l-Fidâ, Tefsîr, c. 3, s. 537, Heysemî, Mecmau'z-zevâid, c. 7, 95, Bedrüddin Aynî, Umdetu'l-Kârî, c. 25, s. 152.
[278] Taberî, Tefsîr, c. 22, s. 91, Kurtubf, Tefsîr, c. 14, s. 296, Ebu'l-Fidâ, Tefsîr, c. 3, s. 537, Heysemî, Mecmau'z-zevâid, c. 7, s. 95.
[279] Buhârî, Sahîh, c. 5, s. 221, Tirmizî, Sünen, c. 5, s. 362, İbn Mâce, Sünen, c. 1, s. 70.
[280] Taberî, Tefsîr, c. 22, s.91, Kurtubf, Tefsîr, c. 14, s. 296, Ebu'l-Fidâ, Tefsîr, c. 3, s. 537, Heysemî, Mecmau'z-zevâid, c. 7, s. 95.
[288] Mâlik, Muvatta, c. 1, s. 203, İbn Sa'd, Tabakât, c. 1, s. 198, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 6, s. 58, 202, Buhârî, Sahîh, c. 1, s. 3, Müslim, Sahîh, c. 4, s. 1816, Tirmizî, Sünen, c. 5, s. 597, Nesâf, Sünen, c. 2, s. 149.
[289] İbn Esîr, Câmiu'l-usûl, c. 12, s. 42, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 1, s. 416.
[290] Ebu'l-Ferec İbn Cevzî, el-Vefâ, c.1, s. 169, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 1, s. 416.
[291] Kastalani, M evâhibu'l-ledünniye, c. 1, s. 57, Zürkânî, Mevâhibu'l-ledünniye Şerhi, c. 1, s. 234.
[292] Ahmedb. Hanbel, Müsned, c, 2, s. 176, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 3, s. 22.
[293] İbn Sa'd, Tabakât, c. 1, s. 197, Ebu'l-Ferec İbn Cevzî, el-Vefâ, t 1, s. 171 , Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 3, s. 22.
[294] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 6, s. 445, Ebu'l-Ferec İbn Cevzî, el-Vefâ, c. 1, s. 171, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 3, s. 22.
[295] İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 4,s.211, Ahmed b.Hanbel, Müsned, c. 5, s. 190-191, Ebu Dâvud, Sünen, c. 3, s. 10.
[296] İbn Sa'd, Tabakât, c. 4, s. 212, Ahmedb. Hanbel, Müsned.c. 5, s. 190-191, Buhârî, Sahîh, c. 3, s. 212, Nesâf, Sünen, c. 6, s. 1 0, Taberî, Tefsîr, c. 5, s. 29.
[297] Taberân’den naklen Kastalani, Mevâhibu'l-ledünniye, c. 1, s. 56.
[298] İbn Sa'd, Tabakât, c. 4, s. 211, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 5, s. 191, Ebu Dâvud, Sünen, c. 3, s. 11.
[300] İbn Sa'd, Tabakât, c. 4, s. 211, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 5, s. 191, Ebu Dâvud, Sünen, c. 3, s. 11.
[301] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1, s. 34, Tirmizî, Sünen, c. 5, s. 236, Hâkim, Müstedrek, c. 2, s. 392, İbn Esîr, Câmiu'l-usûl, c. 12, s. 41, Ebu'l-Fidâ, Tefsîr, c. 3, s. 237, Hâzin, Tefsîr, c. 3, s. 300.
[302] Süheyli, Ravdu'l-ünüf, c. 2, s. 395, İbn Kayyım, Zâdu'l-mead, c. 1, s. 32, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 1, s. 90, Bedrüddin Aynî, Umdetu'l-Kârî, c. 1, s. 40, Kastalani, Mevâhibu'l-ledünniye, c. 1, s. 56, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 1, s. 416, Zürkânî, Mevâhib Şerhi, c.1, s. 230.
[303] Süheyli, Ravdu'l-ünüf, c. 2, s. 395, Bedrüddin Aynî, Umdetu'l-Kârî, c. 1, s. 40.
[304] Süheyli, Ravd, c. 2. s. 395, İbn Kayyım, Zâdu'l-mead, c. 1, s. 32, Bedrüddin Aynî, Umde, c. 1, s. 40, Kastalani, Mevâhib, c.1, s. 56 .Halebî, c.1, s. 416, Zürkânî, c. 1, s. 24.
[305] İbn Kayyım, Zâdu'l-mead, c. 1, s. 32, Kastalani, c. 1, s. 56, Zürkânî, Mevâhib Şerhi, c. 1, s. 230.
[306] İbn Kayy,m, c. 1, s. 32, Suyûtî, c. 6, s. 124, Kastalani, c. 1, s. 56, Halebî, c. 1, s. 416-417, Zürkânî, Mevâhib Şerhi, c. 1 , s. 230.
[307] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1, s. 395, Buhârî, Sahîh, c. 6, s. 51, Müslim , Sahîh, c. 1, s. 158-159, Tirmizî, Sünen, c. 5, s. 395, Taberî, Tefsîr, c.27,s.46,49,B eyhak f, D elâi lü'n-nübü we ,c.2,s.36 6,Zeheb f, Târfhu'l -İslâm , s. 25 3, E bu'l-F idâ, Tefsîr, c. 4, s. 248.
[308] Buhârî, Sahîh, c.1, s. 50, Müslim, Sahîh, c. 1 , s. 159, Tirmizî, Sünen, c. 5, s. 395.
[309] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1, s. 395, Ebu'l-Fidâ, Tefsîr, c. 4, s. 251.
[310] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 395, Taberî, Tefsîr, c. 27, s. 49, Beyhakî, D elâi lü'n-nübü we, c. 2, s. 372, Ebu'l-Fidâ, Tefsîr, c. 4, s. 251, Bedrüddin Aynî, Umdetu'l-Kârî, c. 1, s. 40, Kastalani, Mevâhibu'l-ledünniye, c. 1, s. 56, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 1, s. 417.
[311] Müslim, Sahîh, c. 1 , s. 159, Ebu'l-Fidâ, Tefsîr, c. 4, s. 248.
[312] Ahmedb. Hanbel, Müsned, c. 1,s.418, Müslim, Sahîh, c. 1, s. 159.
[313] Süheyli, Ravdu'l-ünüf, c. 2, s. 395, İbn Kayyım, Zâdu'l-mead, c. 1, s. 32, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 1, s. 90, Bedrüddin Aynî, U m detu'l-kâ rf, c. 1, s. 40, Kastalân f, M evâhib, c. 1, s. 56, H al ebf, İ nsânu'l -u yün, c. 1, s. 407.
[314] İbn Kayyım, Zâdü'l-mead, c. 1 , s. 32, Kastalani, Mevâhib, c. 1, s. 56, Halebî, c. 1, s. 418, Zürkânî, Mevâhibu'l-ledünniye Şerhi, c.1, s. 230.
[315] Süheyli, Ravd, c. 2, s. 395, İbn Seyyid, Uyun, c.1, s. 90, B. Aynî, Umdetu'l-Kârî, c. 1 , s. 40, Kastalani, c. 1, s. 56, Halebî, İnşân, c. 1, s. 419, Zürkânî, Mevâhib Şerhi, c. 1, s. 232.
[316] Süheyli, Ravd, c. 2, s. 395, İbn Seyyid, Uyun, c. 1, s. 90, Bedrüddin Aynî, Um de, c. 1, s. 40, Kastalani, c. 1, s. 56, Zürkânî, Mevâhib Şerhi, c. 1, s. 232.
[317] Taberî, Tefsîr, c. 27, s. 48, Suyûtî, Dürru'l-mensur, c. 6, s. 124, Halebî, c. 1, s. 419.
[318] Taberî, Tefsîr, c. 27, s. 48, Süheyli, Ravd, c. 2, s. 395, İbn Seyyid, c. 1, s. 90, Bedrüddin Aynî, Umde, c. 1, s. 40, Suyûtî, Dürr, c.6, s. 124, Kastalani, c. 1, s. 56, Halebî, İnşân, c. 1, s. 419, Zürkânî, Mevâhib Şerhi, c. 1, s. 232.
[319] Taberî, Tefsîr, c. 27, s. 48, Süheyli, Ravd, c. 2, s. 395, Suyûtî, Dürru'l-mensûr, c. 6, s. 124, Halebî, İnşân, c. 1, s. 419, Zürkânî, Mevâhib Şerhi, c. 1, s. 232.
[333] İbn Kayyım, Zâdu'l-mead, c. 1, s. 32, Kastalani, Mevâhib, c. 1 , s. 56, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 1, s. 417-418, Zürkânî, Mevâhib Şerhi, c. 1, s. 232.
[336] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1, s. 285, Heysemî, Mecmau'z-zevâid, c. 1, s. 78, Bedrüddin Aynî, Umdetu'l-Kârî, c. 19, s. 198, İbn Hacer, Fethu'l-Bârî, c. 8, s. 468.
[337] Taberî, Tefsîr, c. 27, s. 48, H âki m, M üsted rek, c. 2, s. 469, K urtubf, Tefsîr, c. 17, s. 9 2, H eysem f, M ecm au'z-zevâ id, c.1 , s. 79, İbn Hacer, Fethu'l-Bârî, c. 8, s. 468.
[338] Ebu'l-Fidâ, Tefsîr, c. 4, s. 525, Suyûtî, Dürru'l-mensûr, c. 6, s. 364.
[339] Taberî, Tefsîr, c. 27, s. 48, Ebu'l-Fidâ, Tefsîr, c. 4, s. 525, Suyûtî, Dürru'l-mensûr, c. 6, s. 364.
[340] Ebu'l-Fidâ, Tefsîr, c. 4, s. 525, Suyûtî, Dürru'l-mensûr, c. 6, s. 364.
[342] Taberî, Tefsîr, c. 30, s. 235, Zemahşerf, Keşşaf, c. 4, s. 266, Neseff, M edârik, c. 4, s. 365.
[343] Zemahşerf, Keşşaf, c. 4, s. 266, Fahru'r-Râzf, Tefsîr, c. 32, s. 5, Neseff, M edârik, c. 4, s. 365, Kurtubf, Tefsîr, c. 20, s. 106, Hâzin, Tefsîr, c. 4, s. 389, Ebu'l-Fidâ, Tefsîr, c. 4, s. 524-525.
[344] Taberî, Tefsîr, c. 30, s. 235, Zemahşerf, Keşşaf, c. 4, s. 266, Fahru'r-Râzf, Tefsîr, c. 32, s. 5.
[345] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 846, Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 1, s. 274-275, Süheyli, Ravdu'l-ünüf, c. 2, s. 138.
[375] İbn Sa'd,Tabakât,c.2, s. 248, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1, s. 231, 276, 326, 363, Buhârî, Sahih, c. 2, s. 228, c. 4, s. 183, Müslim , Sahih, c. 4, s. 1 803,1905.
[377] Müslim, Sahih, c. 1 , s. 297, Beyhakî, Sünenü'l-kübrâ, c. 2, s. 193.
[378] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1, s. 57, Ebu Dâvud, Sünen, c. 1, s. 209, İbn Ebi Davud, Kitâbu'l-mesâhif, s. 30, Hâkim , Müstedrek, c. 2, s. 330, Beyhakî, Sünenü'l-kübrâ, c. 2, s. 48.
[379] Ahmed b. Hanbel, Müsned,c. 4, s. 218, Ebu'l-Fidâ, Tefsîr, c. 2, s. 583, Heysemî, Mecmau'i-ievâid, c. 7, s. 4849, Suyûtî, Dürru'l-mensûr, c. 4, s. 128.
[380] Sehavf, Irakf Eltiye, Şerhu Fethu'l-mugfs, c. 2, s. 165.
[407] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 107, Beyhakî, Delâilü'n-nübüvve, c. 5, s. 475, TaberânPden naklen Alâuddin Ali, Kenzu'l-ummâl, c. 1, s. 572, Bedrüddin Zerkeşf, el-Bürhân, c. 1, s. 244, 258.
[408] Bedrüddin Zerkesf, el-Bürhân, c. 1, s. 244, 245, Suyûtî, el-İtkân, c, 1, s. 202.
[412] Taberâni’den naklen Heysem f, Mecmau'z-zevâid.c. 7, s. 165, İbn Esîr, Nihâye.c. 1 ,s. 229, Bedrüddin Zerkeşf, el-Bürhân, c. 1, s. 454, İbn Hacer, Metâlibu'l-âliye, c. 3, s. 133.
[413] İbn Sa'd, Tab akâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 366, Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 535.
[450] Kasas: 52-53. M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 1/214-216.
[451] Bakara: 285, İmamn Âzam, Fıkhn Ekber, s. 2, 3, Ahm ed b. Hanbel, Müsned, c. 1, s. 28, Buhârî, Sahih, c. 6, s. 20, Müslim ,Sahih, c. 1 , s. 37, Ebu Dâvud, Sünen, c. 4, s. 224, Tirmizî, Sünen, c. 5, s. 7, Nesâf, Sünen, c. 8, s. 98, İbn Mâce, Sünen, c. 1, s. 24-25.
[480] İbn İshak, İbn Hişam , Sîre, c. 1, s. 79, Yâkubî, Târîh, c. 1 , s. 254, Bedrüddin Aynî, Umdetu'l-Kârî, c. 16, s. 91, Halebî,İnsânu'l-uyûn, c. 1 , s. 17.
[481] Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 1, s. 119-120, 126.
[482] Süheyli, Ravd, c. 1, s. 357, Yakut, Mu'cemu'l-büldân, c. 5, s. 4, Bedrüddin Aynî, Umdetu'l-Kârî, c. 16, s. 91.
[483] Ezrakî, Ahbâru Mekke, c.1, s. 125, Yakut, Mu'cemu'l-büldân, c. 5, s. 204.
[484] Ebu'l-Münzir Hişam, Kitâbu'l-esnâm, s. 54, Yakut, Mu'cemu'l-büldân, c. 5, s. 367-368.
[485] Ebu'l-Münzir Hişam, Kitâbu'l-esnâm, s. 55, 57, 58, Yakut, Mu'cemu'l-büldân, c. 5, s. 67, 68.
[486] Ebu'l-Münzir Hişam, Kitâbu'l-esnâm, s. 37-43.
[487] Ebu'l-Münzir Hişam, Kitâbu'l-esnâm, s. 34-63.
[488] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre,c.1, s. 318, Kalkaşandî, Nihâyetü'l-ereb, s. 452.
[489] Nahl: 57, İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 1, s. 31 8, Şehristânf, el-Milel ve'n-nihâl, c. 2, s. 238.
[490] Taberî, Tefsîr, c. 27, s. 76-77, Zemahşerf, Keşşaf, c. 4, s. 34.
[491] Ebu'l-Münzir Hişam, Kitâbu'l-esnâm, s. 110, Yâkubî, Târîh, c. 1, s. 255.
[492] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 832, İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 136, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1, s. 377, Buhârî,Sahîh, c. 5, s. 92, Müslim, Sahîh, c. 3, s. 1408, Tirmizî, Sünen, c. 5, s. 333.
[493] Kastalani, Mevâhibu'l-ledünniye, c. 1, s. 204, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 3, s. 30.
[494] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre,c.1, s. 85, Ebu'l-Münzir Hişam , Kitâbu'l-esnâm, s. 32-33.
[495] Fetret Devri, Yüce Allah'ın gönderdiği peygamberlerden iki peygamber arasında, İsa Al eyhisselam la Hz. Muhammed (a.s.) arasında olduğu gibi, peygamberliğin kesintiye uğradığı, peygambersiz zaman, durgunluk zamanı demektir. (İbn Esîr, Nihâye, c. 3, s. 408). İsa (a.s.) I a Peygamberimiz (a.s.) arasındaki fetret müddeti ise, altı yüz yıldır (Buhârî, Sahîh, c. 4, s. 270).
[496] Ebu Nuaym, Hilyetü'l-evliyâ, c. 1, s. 175-176, TaberânPden naklen, Heysem f, Mecmau'z-zevâid, c. 6, s. 17.
[497] İbn Abdi Rabbih, Ikdu'l-ferfd, c. 3, s. 62-11 8, İbn Esîr, Kâmil, c. 1, s. 502-687.
[498] İbn İshak, İbn Hişam , Sîre, c. 1, s. 195-198, İbn Sa'd, Tabakât, c. 1, s. 126-128, Belâzurî, E nsâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 100-103,İbn Abdi Rabbih, Ikdu'l-ferfd, c. 3, s. 11-113, Süheyli, Ravdu'l-ünüf, c. 2, s. 233-236, İbn Esîr, Kâmil, c. 1, s. 588-595, İbn Seyyid,Uyûnu'l-eser, c. 1, s. 46-57, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâve ve'n-nihâye, c. 1, s. 255-260, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 1, s. 51-53.
[503] Taberî, Tefsîr, c. 18, s. 133, Hâzin, Tefsîr, c. 3, s. 330, E bu'l-Fidâ, Tefsîr, c. 2, s. 288, Suyûtî, Dürru'l-mensûr, c. 5, s. 46.
[504] Buhârî, Sahîh, c. 6, s. 132, Ebu Dâvud, Sünen, c. 2, s. 282, Dârekutnî, Sünen, c. 3, s. 216-217, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c.1, s. 69.
[505] Mus'abu'z-Zübeyrf, Nesebi Kureyş, s. 292, İbn Habib, Kitâbu'l-muhabber, s. 237, 240, Kurtubf, Tefsîr, c. 3, s. 56, İbn Abdilberr, İstiâb, c. 4, s. 1295.
[506] Taberî, Tefsîr, c. 2, s. 358, Zemahşerf, Keşşaf, c.1, s. 359, Fahru'r-Râzf, Tefsîr, c. 6, s. 48, Hâzin, Tefsîr, c. 1, s. 149,Suyûtî, Dürru'l-mensur, c. 1, s. 253.
[507] Mes'ûdf, MurÛcu'z-zeheb, c. 2, s. 276, Süheyif, Ravdu'l-ünüf, c. 2, s. 72, E bu'l-Ferec İbn Cevzî, el-Vefa, c.1 , s. 136, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 2, s. 291, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 1, s. 215.
[508] Süheyli, Ravdu'l-ünüf, c. 2, s. 73-74, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 2, s. 292.
[518] İmam-ı Azam , Müsned, s. 3, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 2, s. 384, Buhârî, Sahîh, c. 1, s. 11, Müslim, Sahîh, c. 1, s.52, Tirmizî, Sünen, c. 5, s. 3, 4. Nesâf, Sünen, c. 6, s. 4, 5, Dârimî, Sünen, c. 2, s. 137.
[519] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 2, s. 384, Buhârî, Sahîh, c. 1, s. 11-12, Müslim, Sahîh, c.1, s. 53, Tirmizî, Sahîh, c. 5, s.5, Nesâf, Sünen, c. 6, s. 7.
[520] Enfâl: 39, İmam-ı Azam , Müsned, s. 3, Ahmed b. Hanbel, M üsned, c. 2, s. 384, Buhârî, Sahîh, c.1, s. 4, Tirmizî, Sünen, c. 5. s. 5. Nesâf. Sünen. c. 6. s. 7.
[521] M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 1/218-225.
[524] Abdurrezzak, M usannef, c. 5, s. 325, İ bn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 1, s. 199, Belâzurî, E nsâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 24, Ebu'l-Ferecİbn Cevzî, el-Vefâ, c. 1, s. 181, Diyarbekrî, Târihul'l-hâmis, c. 1, s. 288, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 1, s. 461.
[525] İbn Sa'd,Tabakât,c.8, s. 17-18, Taberî, Târih, c. 2, s. 212, İbn Abdilberr, İstiâb, c. 3, s. 11243, İbn Esîr, Usdu'l-gâbe, c. 4, s. 49, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 1, s. 93, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 3, s. 25, İbn Hacer, el-İsâbe, c. 2, s. 487.
[526] Belâzurî, Ensâbu'l-e şrâf, c. 1, s. 113, İbn E ar, Kâm il, c. 2, s. 59, Halebî, İ nsâ nu'l-uyûn, c. 1, s. 530.
[527] Belâzurî, E nsâbu'l-eşraf, c. 1, s. 113, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 59.
[528] Beyhakî, Delâil, c. 2, s. 142, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 1, s. 93, Zehebî, TâriViu'l-İslâm, s. 128, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâyeve'n-nihâye, c. 3, s. 13.
[529] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 1, s. 257, İbn Kuteybe, Kitâbu'l-maârif, s. 73, İbn Abdilberr, İstiâb, c. 4, s. 1820, İbn Esîr,Usdu'l-gâbe, c. 7, s. 82, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 1, s. 91, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 3, s. 24, Halebî, İnşânu'l-uyûn, c.1, s. 432.
[530] İbn Abdilberr, İstiâb, c. 4, s. 1820, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 1, s. 92, Heysemî, Mecmau'z-zevâid, c. 9, s. 103, Diyarbekrî, Târîhu'l-hamîs, c. 1, s. 286, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 1, s. 426.
[532] İmam-ı Azam Ebu Hanffe, Müsned, s. 38, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 2, s. 231, Buhârî, Sahîh, c. 4, s. 231, Müslim ,Sahih, c. 4, s. 1887, Hâkim , Müstedrek, c.3, s. 185, Begavi, Mesâbîhu's-sünne, c. 2,s. 204, İbn Esîr, Usdu'lgâbe, c. 7, s. 84.
[533] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 1, s. 257, İbn Abdilberr, İstiâb, c. 4, s. 1820, İbn Esîr, Usdu'l-gâbe, c. 7, s. 82, İbn Seyyid,Uyun, c. 1, s. 91, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 3, s. 24, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 1, s. 432.
[534] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1, s. 84, Buhârî, c.4, s. 230, Müslim, c.4,s. 1886, Tirmizî, Sünen, c. 5, s. 702-703, İbn Abdilberr, c. 4, s. 1824, İbn Esîr, Usd, c. 7, s. 84.
[535] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1,s.316, İbn Abdilberr, İstiâb, c. 4, s. 1 895.
[536] İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 8, s. 36, 37, Zehebî, Siyeru a'lâmi'n-nübelâ, c. 2, s. 177.
[537] İbn İshak, Kitâbu'l-mübtedâ ve'l-meb'as, c. 3, s. 118, Belâzurî, E nsâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 11 2, Beyhakî, Delâil, c. 2, s. 161 ,İ bn E sfr, U sdu'l -gâbe, c. 4, s. 92, Zehe bf, T ârîh u'l-İ si âm, s. 135, E bu'l -F i dâ, el -B idâye ve'n-nihâye, c. 3, s. 24, H a lebf, İ nsânu 'l-uyûn,c.1,s.433.
[538] İbn İshak, Kitâbu'l-mübtedâ ve'l-meb'as, c. 3, s. 118, Beyhakî, Delâil, c. 2, s. 161, İbn Esîr, Usd, c. 4, s. 92, Zehebî,Târîhu'l-İslâm, s. 135, E bu'l-Fidâ, c. 3, s. 24, Halebî, c. 1, s. 433.
[539] İbn İshak, Kitâbu'l-mübtedâ ve'l-meb'as, c. 3, s. 118, Belâzurî, Ensâb, c. 1, s. 112, Beyhakî, Delâil, c. 2, s. 161 , İbn Esîr,Usd, c. 4, s. 92, Zehebî, c. 2, s. 135, Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 24, Halebî, c. 1, s. 433.
[540] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 1, s. 262, İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 3, s. 21, Taberî, Târih, c. 2, s. 213, Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 111, İbn Abdilberr, İstiâb, c. 3, s. 1093, Zehebî, Târîhu'l-İslâm, s. 128, Diyarbekrî, Hamis, c. 1 , s. 279.
[542] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1, s. 141, Heysemî, Meonau'z-zevâid, c. 9, s. 103.
[543] Tirmizî, Sünen, c. 5, s. 593, Dârimî, Sünen, c. 1, s. 19, 20, Hâkim, Müstedrek, c. 2, s. 620, Beyhakî, Delâil, c. 2, s. 153-154, Ebu'l-Ferec, el-Vefâ, c. 1, s. 161, Zehebî, Târîhu'l-İslâm, s. 135, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 3, s. 1 6.
[544] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 1, s. 263, Taberî, Târih, c. 2, s. 213, Muhibbüt-Taberî, Rıyâdu'n-nadrâ, c. 2, s. 210, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 1, s. 93, Zehebî, Târîhu'l-İslâm , s. 137, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 1, s. 437-438.
[547] İbn İshak, İbn Hişam, c. 1, s. 263-264, Belâzurî, c. 1, s. 113, Taberî, Târih, c. 2, s. 213, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 58,Muhibbüt-Taberı, c. 2, s. 21O, Ibn Seyyid, Uyun, c. 1, s. 93-94, Zehebı, s. 137, Halebı, t 1, s. 436.
[548] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 1 , s. 263-264, Taberî, Târih, c. 2, s. 213, İbn E ar, Kâmil, c. 2, s. 58, Muhibbüt-Taberî,Rıyâdu'n-nadrâ, c. 2, s. 210, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 1, s. 993-94, Zehebî, Târîhu'l-İslâm, s. 137, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 1 , s.436.
[550] Belâzurî, Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 113, Muhibbül-Taberî, Rıyâdu'n-nadrâ, c. 2, s. 211.
[551] İbn İshak, İbn Hişam , Sîre, c. 1, s. 264, Belâzurî, Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 11 3, Taberî, Târih, c. 2, s. 213, İbn Esîr, Kâmil,c.2,s. 58, Muhibbüt-Taberî, Rıyâd, c. 2, s. 210, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 1, s. 94, Zehebî, Tâıihu'l-İslâm, s. 137, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c . 1, s. 433.
[552] İbn İshak, İbn Hişam, c. 1, s. 264, Taberî, Târîh, c. 2, s. 213, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 58, Muhibbüt-Taberî, Rıyâd, c. 2, s.210, İbn Seyyid, Uyun, c. 1, s. 94, Zehebî, Târîhu'l-İslâm, s. 137, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 1, s. 433.
[556] İbn İshak, Kitâbu'l-mübtedâ ve'l-meb'as, c. 3, s. 119, Ahmed b. Hanbel, M üsned, c. 1, s. 209, Taberî, Târih, c. 2, s. 212,Beyhakî, Delâilü'n-nübüvve, c. 2, s. 57, Usdu'l-gâbe, c. 4, s. 49, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 3, s. 25.
[557] İbn Sa|d, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 8, s. 17, Taberî, Târih, c. 2, s. 212-213, İbn Abdilberr, İstiâb, c. 3, s. 1243, İbn E sfr, Usdu'l-gâbe, c. 4, s. 49, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 1, s. 93, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 3, s. 25, İbn Hacer, el-İsâbe, c. 2, s. 487,Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 1, s. 439.
[558] İbnSa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 8, s. 17-18, Taberî, Târih, c. 2, s. 21 2, İbn Abdilberr, İstiâb, c3, s. 1243, İbn Esîr, Usdu'l-gâbe, c. 4, s. 49, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 3, s. 25, İbn Hacer, el-İsâbe, c. 2, s. 487.
[559] İbnSa'd, Tabakât, c. 8, s. 18, Taberî, Târih, c. 2, s. 213, İbn Abdilberr, İstiâb, c. 3, s. 1243, İbn Hacer, el-İsâbe, c.2, s. 487.
[560] Süheyif, Ravdu'l-ünüf, c. 3, s. 1 7, İbn Esîr, Usdu'l-gâbe, c. 2, s. 281 , Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 1, s. 438-439.
[561] İbn Sa'd, Tabakât, c. 3, s. 44, Belâzurî, Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 476, Zehebî, Siyeru a'lâmi'n-nübelâ, c. 1, s. 1 61.
[562] İbn Sa'd, Tabakât, c. 3, s. 4041, Belâzurî, Ensâbu'l-eşrâf, c. 1 , s. 467, İbn Kuteybe, Kitâbu'l-maarif, s. 63, İ bn Abdilberr,İstiâb, c. 2, s. 543-544, İbn Esîr, Usdu'l-gâbe, c. 2, s. 281, İbn Hacer, el-İsâbe, c. 563.
[563] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 1, s. 264-265, İbn Sa'd, Tabakât, c. 3, s. 40,Belâzurî, Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 467, 476, İbnKuteybe, Kitâbu'l-maârif, s. 63, İbn Esîr, Usdu'l-gâbe, c. 2, s. 281, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 1, s. 94, Zehebî, Siyeru a'lâmi'n-nübelâ, c. 1, s. 162, İbn Hacer, el-İsâbe, c. 1, s. 563.
[564] İbn Sa'd, Tabakât, c. 3, s. 42, Belâzurî, Ensâbu'l-eşrâf, c. 1 , s. 469, İbn Abdilberr, İstiâb, c. 2, s. 545, Süheyif, Ravdu'l-ünüf, c. 3, s. 18, İbn Esîr, Usdu'l-gâbe, c. 2, s. 582-583, İbn Hacer, el-İsâbe, c. 1, s. 563-564.
[565] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 1, s. 264, Taberî, Târih, c. 2, s. 215, Beyhakî, Delâilü'n-nübüvve, c. 2, s. 165, İbn Esîr,Usdu'l-gâbe, c. 2, s. 283, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 1, s. 94, Zehebî, Tânhu'l-İslâm, s. 137-138.
[566] İbn Sa'd, Tabakât, c. 1, s. 212, Ebu'l-Ferec İbn Cevzî, el-Vefâ, c. 1, s. 212, İbn Kayyım, Zâdu'l-mead, c. 2, s. 52, İbnSeyyi d, U yû nu'l-eser, c. 1, s. 134, K astal ânf, M evâhi bu'l-le dünniy e, c. 1, s. 73, D i yarbek rf, H a m fs, c. 1, s. 30 3, H alebf, İ nsânu 'l-uyûn,c.2, s. 52.
[568] Beyhakî, Delâilü'n-nübüvve, c. 2, s. 1 65 Muhibbüt-Taberî, Rıyâdu'n-nadrâ, c. 2, s. 71, 78, Zehebî, Târîhu'l-İslâm, s. 137,Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 3, s. 29.
[569] Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 3, s. 27.
[570] İbn İshak, Kitâbu'l-mübtedâ ve'l-meb'as, c. 3, s. 120, Beyhakî, Delâilü'n-nübüvve, c. 2, s. 164, İbn Esîr, Usdu'l-gâbe, c. 3,s.310-311, Muhibbüt-Taben ,Rıyâdu'n-nadrâ, c. 1, s. 71 -72, İbn Seyyid,Uyûnu'l-eser, c. 1, s. 95, Zehebî, Târîhu'l-İslâm, s. 136-137,Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 3, s. 27.
[571] İbn Esîr, Usdu'l-gâbe, c. 3, s. 31 3, Muhibbüt-Taberî, Rıyâdu'n-nadrâ, c. 1, s. 71, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye, c. 3, s. 30.
[572] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 1, s. 266-267, Ta ben, Târîh, c.2, s. 215, Beyhakî, Delâilü'n-nübüvve, c.2, s. 165, İbn Esîr,Kâmil, c. 2, s. 59, Muhibbüt-Taberî, Rı yâdu'n-nad râ, c. 1, s. 77, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 1, s. 94, Zehebî, Tânhu'l-İslâm, s. 178,Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 3, s. 29.
[573] Belâzurî, Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 184, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 66.
[576] İbn Sa'd, Tabakât, c. 3, s. 233, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1, s.404, İbn Mâce Sünen, c. 1 ,s.53,Ebu Nuaym, Hilyetü'l-evliyâ.c.1, s. 149, Beyhakî, Delâil, c. 2, s. 170, İbn Abdilberr, İstiâb, c. 1, s. 178-179, İbn Esîr, Usdu'l-gâbe, c. 1, s. 245, Muhibbüt-Taberî, Rıyâdu'n-nadrâ, c. 1, s. 74, Zehebî, Siyeru a'lâmi'n-nübelâ, c. 1, s. 251, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 3, s. 28.
[577] İbn Sa'd, Tabakât, c. 3, s. 232, Belâzurî, Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 1 84-1 85.
[578] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 1, s. 340, İbn Sa'd, Tabakât, c. 3, s. 232, Belâzurî, Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 186, Ebu Nuaym ,Hilye, c. 1, s. 148, Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 284, İbn Abdilberr, İstiâb, c. 1, s. 178-179, İbn Esîr, Usd, c. 1, s. 243, İbn Hallikân,Vefeyâtü'l-ayân, c, 3, s. 70, Zehebî, Siyeru a'lâmi'n-nübelâ, c. 1, s. 253-254.
[579] İbn Abdilberr, İstiâb, c. 4, s. 1813, İbn Hazm, Cevâmiu's-Sîre, s. 55, İbn Esîr, Usd, c. 7, s. 69, İbn Mâce, el-İsâbe, c. 4, s.274, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 1 , s. 481.
[580] İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 4, s. 123, İbn Abdilberr, İstiâb, c. 4, s. 1730, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 68-69, İbn Hacer, el-İsâbe, c. 4, s. 156.
[581] Belâzurî, Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 194-1 95, İbn Abdilberr, İstiâb, c. 4, s. 1730, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 68-69, Halebî,İnsânu'l-uyûn, c. 1 , s. 481.
[582] İbn Esîr, Usdu'l-gâbe, c. 6, s. 248, İbn Hacer, el-İsâbe, c. 4, s.1 56.
[583] Belâzurî, Ensâb, c. 1, s. 195, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 669, Halebî, c. 1, s. 481.
[584] İbn Sa'd, Tabakât, c. 4, s. 123, Belâzurî, c. 1, s. 195, İbn Abdilberr, c. 4, s. 1730, İbn Esîr, Usd, c. 6, s.2 48, İbn Hacer, c.4, s.1 56.
[585] Belâzurî, Ensâb, c. 1, s. 195, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 69, İbn Hacer, c. 4, s. 156, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 1, s. 481-482.
[586] İbn Sa'd, Tabakât, c. 4, s. 96, İbn Abdilberr, c. 2, s. 421, İbn Esîr, Usd, c. 2, s. 97, Zehebî, Siyeru a'lâmi'n-nübelâ, c. 1, s.188, İbn Hacer, c. 1 ,s.4O6.
[587] İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 4, s. 94, Belâzurî, Ensâbu'l-eşrâf, c. 4, s. 125, Beyhakî, Delâil, c. 2, s. 173, Hâkim,Müstedrek, c. 3, s. 248, İbn Abdilberr, İstiâb, c. 2, s. 423424, İbn Esîr, Usdu'l-gâbe, c. 2, s. 97-98, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye,c. 3, s. 32-33, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 1, s. 424.
[588] İbn Sa'd, Tabakât, c. 4, s. 94-96, İbn E sfr, Usdu'l-gâbe, c. 2, s. 97-98, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 1, s. 454.
[589] İbn Sa'd, Tabakât, c. 8, s. 286, Belâzun, Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 199, İbn Abdilberr, İstiâb, c. 4, s. 1790-1791 , İbn Esîr,Usdu'l-gâbe, c. 7, s. 26, İbn Hacer, el-İsâbe, c. 4, s. 240.
[590] İbn Sa'd, Tabakât, c. 4, s. 101 , İbn Abdilberr, İstiâb, c. 3, s. 1177, İbn E sfr, Usdu'l-gâbe, c. 4, s. 230.
[591] İbn Sa'd, Tabakât, c. 8, s. 287, İbn Hacer, el-İsâbe, c. 4, s. 382.
[592] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 1, s. 266-269, Ta ben, Târîh, c.2, s. 215, Beyhakî, Delâilü'n-nübüvve, c.2, s. 165, İbn Esîr,Kâmil, c. 2, s. 59, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c, 1, s. 94-95, Zehebî, Tânhu'l-İslâm, s. 138, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 3, s.29.
[593] İbn İshak, Kitâbu'l-mübtedâ ve'l-meb'as, s. 3, s. 121, Beyhakî, Delâilü'n-nübüvve, c. 2, s. 165, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 3, s. 29.
[595] İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 3, s. 214-215, Beyhakî, Delâilü'n-nübüvve, c. 2, s. 166, Muhibbüt-Taberî, Rıyâdu'n-nadrâ,c. 2, s. 336, Zehebî, Târıhu'l-İslâm, s. 139-140, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 3, s. 29, İbn Hacer, el-İsâbe, c. 2, s. 229, Halebî,İnsânu'l-uyûn, c. 1 , s. 448.
[596] İbn Esîr, Usdu'l-gâbe, c. 2, s. 368, BegavPnin Mu'cem'inden naklen Muhibbüt-Taben", Rıyâdu'n-nadrâ, c. 2, s. 391.
[597] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 1, s. 267-278, İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 3 ve 4'ün sahabilere ait sahifeleri, Beyhakî, Delâilü'n-nübüvve, c.2, s. 173-174, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 1, s. 95-97, Zehebî, Târîhu'l-İslâm, s. 138-139.
[599] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre.c.1, s. 273, Belâzurî, Ensâbu'l-eşrâf, c. 1.S.219.
[600] İbn Sa'd, Tabakât, c. 8, s. 368, İbn Hacer, el-İsâbe, c. 4, s. 307.
[601] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 1, s. 276, İbn Sa'd, Tabakât, c. 8, s. 368, İbn Hacer, el-İsâbe, c. 4, s. 307.
[602] İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 3, s. 151, Hakim, Müstedrek, c. 3, s. 312, Zehebî, Siyeru a'lâmi'n-nübelâ, c. 1, s. 334.
[603] İbn Abdilberr, İstiâb, c. 3, s. 983, İ bn Esîr, Usdu'l-gâbe, c. 3, s. 385.
[604] İbn Sa'd, c. 3, s. 151 , İbn Abdilberr, c. 3, s. 983, İbn Esîr, Usd, c. 3, s. 385, Zehebî, Siyeru a'lâmi'n-nübelâ, c. 1,s.334.
[605] İbn Sa'd, c. 3, s. 150,151, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1, s. 379, E bu Nuaym, Delâilü'n-nübüvve, c. 2, s. 329, Beyhakî,Delâil, c. 2, s. 171, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ye'n-nihâye, c. 3, s. 32.
[606] Ahmed b. Hanbel, c.1, s. 379, İbn Abdilberr, c. 3,s.988, İbnEsîr, c.3, s.385,İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c.1 , s. 98, Zehebî,Siyeru a'lâmi'n-nübelâ, c. 1, s. 334-335.
[607] İbn Sa'd, c. 3, s. 151, Ahmed b. Hanbel, c. 1, s. 462, Ebu Nuaym, c. 2, s. 329, Beyhakî, c. 2, s. 171, İbn Abdilberr, c. 3,s. 988, İbnEsîr, Usd, c. 3, s. 385, İbn Seyyid, Uyun, c. 1, s. 98, Zehebî, Siyeru a'lâmi'n-nübelâ, c. 1 ,s.335, Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 32.
[608] İbn Sa'd, c. 3, s. 151, Ahmed b. Hanbel, c. 1, s. 462, E bu Nuaym, c. 2, s. 329, Beyhakî, Delâil, c. 2, s. 1 71, E bu'l-Fidâ, el-Bidâye ye'n-nihâye, c. 3, s. 32.
[609] İbn Sa'd, c. 3, s. 151 , Ahmed b. Hanbel, c. 1 , s. 379, Ebu Nuaym, Delâil, c. 2, s. 329, Beyhakî, Delâil, c. 2, s. 171, İbnAbdilberr, c. 3, s. 988, İbn Esîr Usd, c.3, s. 385.
[610] Zehebî, Siyeru a'lâmi'n-nübelâ, c. 1, s. 335.
[611] İbn Sa'd, c.3, s. 151, Ahmed b. Hanbel, c. 1, s. 379, Ebu Nuaym, c. 2, s. 329, Beyhakî, c. 2, s. 171, İbn Abdilberr, c. 3,s. 988, İbn E sfr, Usd, c. 3, s. 385.
[612] Ahmed b. Hanbel, c.1, s. 379, Ebu Nuaym , c. 2, s. Beyhakî, c. 2, s. İbn Abdilberr, c. 3, s. 988, İbn Esîr, Usd, c.3, s. 385, İbn Seyyid, Uyun, c. 1, s. 98, Zehebî, Siyeru a'lâmi'n-nübelâ, c. 1, s. 335.
[613] İbn Sa'd, c. 3, s. 151, Ahmed b. Hanbel, c. 1, s. 379, Ebu Nuaym, c. 2, s. 329, Beyhakî, c. 2, s. 171, İbn Abdilberr, c. 3,s. 988, İbn E sfr, Usd, c. 3, s. 385, Zehebî, Siyeru a'lâmi'n-nübelâ, c. 1, s. 335.
[614] Ebu Nuaym, Delâil, c.2, s. 329, Beyhakî, Delâil, c. 2, s. 171.
[615] İbn Sa'd, c.3, s. 151, Ahmed b. Hanbel, c. 1, s. 462, Ebu Nuaym, c. 2, s. 329, Beyhakî, c. 2, s. 171, İbn Abdilberr, c. 3,s. 988, İbn E sfr, Usd, c. 3, s. 385, Zehebî, Siyeru a'lâmi'n-nübelâ, c. 1, s. 335, Ebu'l-Fidâ, c.3, s.32.
[616] Ahmed b. Hanbel, c. 1, s. 379, Ebu Nuaym, c. 2, s. 329, Beyhakî, c. 2, s. 1 71. İbn Abdilberr, c. 3, s. 988, İbn Esîr, Usd,c. 3, s. 385, İbn Seyyid, c. 1, s. 98, E bu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 3, s. 32.
[617] İbn Sa'd, c. 3, s. 151, Ahmed, c. 1 , s. 379, Ebu Nuaym, c. 2, s. 329, Beyhakî, c.2, s. 171, İbn Abdilberr, c. 3, s. 988, İbnEsîr, c. 3, s. 385, İbn Seyyid, c. 1, s. 98, Zehebî, Siyeru a'lâmi'n-nübelâ, c. 1 , s. 335, Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 32.
[618] Ahmed b. Hanbel, c. 1, s. 379, İbn Abdilberr, c. 3, s. 988, İbn Esîr, Usd, c. 3, s. 385, İbn Seyyid, Uyun, c. 1 , s. 98, Zehebî, Siyeru a'lâmi'n-nübelâ, c. 1, s. 335.
[619] Ahmed b. Hanbel, c. 1, s. 379, İ bn Abdilberr, c. 3, s. 988, Zehebî, Siyeru a'lâmi'n-nübelâ, c. 1, s. 335.
[621] İbn Sa'd.c. 3,s. 151, Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 379, Ebu Nuaym, c.2, s. 329, Beyhakî, c. 2, s. 1 71, İbn Abdilberr, c. 3, s. 988, İbn Esîr, c. 3, s. 385, İbn Seyyid, c. 1, s. 98, Zehebî, Siyeru a'lâmi'n-nübelâ, c. 1, s. 335.
[622] Ahmed b. Hanbel, c. 1, s. 379, İbn Abdilberr, c. , s. 988, Zehebî, Siyeru a'lâmi'n-nübelâ, c. 1, s. 335.
[623] İbn Sa'd, c.3, s. 151, Ahmed b. Hanbel, c. 1, s. 379, Ebu Nuaym, c. 2, s. 329, Beyhakî, c. 2, s. 171, İbn Abdilberr, c. 3, s. 988, İbnEsîr, c. 3, s. 385, İbn Seyyid, c. 1, s. 98, Zehebî, Siyeru a'lâmi'n-nübelâ, c. 1, s. 335.
[624] İbn Sa'd, c. 3, s. 1 51, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1, s. 462, Ebu Nuaym, c. 2, s. 329, Beyhakî, c. 2, s. 171, İbn Esîr, c. 3, s. 385, Zehebî, Siyeru a'lâmi'n-nübelâ, c. 1, s. 335, E bu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c.3, s. 32.